1990’lı yıllardan bu yana aynı: Artan iç tasarruf oranının sürüklediği yatırımlardansa, körüklenen kısa ömürlü yabancı sermaye girişleri sayesinde yüksek düzeylere ulaşan gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) büyüme hızı.Arada bir gücünü toplayıp havalanma, 1990’lı yıllardan bu yana aynı: Artan iç tasarruf oranının sürüklediği yatırımlardansa, körüklenen kısa ömürlü yabancı sermaye girişleri sayesinde yüksek düzeylere ulaşan gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) büyüme hızı. Havalanma sonrası iki ayak üzerine kor ateşe düşüş, ya havalanma sırasında bozulan dengeleri düzeltmek için getirilen kısıtlamalardan ya sermaye kaçışından ya da dış dünya kaynaklı durgunluktan dolayıdır. Düşüşün can acıtması, döviz de dahil olmak üzere tüm fiyatların artması, borsa ve reel ücretlerin çöküşü, işsizliğin tırmanması ve GSYH büyüme hızının sıfıra yaklaşması hatta negatife dönmesinden kaynaklanıyor. 1990-2002 ile 2002 sonrası dönem arasındaki fark, bu düşüşün sıklığı. 1990-2002 arasında geçen 12 yılda, 1991, 1994, 1999 ve 2001 yıllarında olmak üzere toplam dört kere kor ateşe düşülüyor. Bu, 2002-2021 arası 19 yıllık dönemde, 2009 ve 2019 olmak üzere GSYH tarafında sadece iki kere oluyor. Bunun nedenlerini bir sonraki yazıya bırakıyorum. ATEŞ KUŞUNUN DANS MÜZİĞİ Kazgan’ın en başta yer alan alegorisinde, bir de kanadı kırık kuşun ateş üzerindeki dansına eşlik eden müzik vardır. Ve o müzik, Stravinsky tarafından bestelenen Ateş Kuşu değil, türlü çatlak seslerin oluşturduğu bir kakofonidir. Bunun çok doğru bir tespit olduğunu düşünüyorum. Ve hatta bir adım ileri gidip, ateş dansına eşlik eden kakofoninin temel sebebinin siyasi belirsizlik olduğunu söylemek istiyorum. Şöyle ki; 1990’larda hükümetlerin ortalama hayatta kalma süresi 12 aydı. Bu süre, 1971-1980 döneminden (9 ay) sonraki en kısa süredir. İkide bir değişen hükümetler, ilk olarak, diğer her türlü politika gibi ekonomi politikalarının da sürdürülmesini zorlaştırır. Zira, çok doğal olarak, her hükümet, kendi zihniyeti çerçevesinde politika yapmak ve uygulamak ister. Bu da bir hükümetin kendi ömrünü aşacak vadelerde sonuç verecek politikalar uygulamasına engel olur. Buna ek olarak, sık sık yapılan seçimler, seçime yönelik harcamaları artırır, oy almak için halka çeşit çeşit tavizler verilir, o da yetmez, rakiplerle taviz açık artırımına girilir ve sürreal giderler yaratılır. Son olarak, kurulan koalisyon hükümetleri, programları birbiriyle bağdaşmayan siyasi partilerden oluştuğu için ya hiçbir şey yapamaz ya da birbirine ters, alelâcayip işler yapar. Bunun sonunda ise hükümetler düşer, yeniden seçim olur. Siyaset kaynaklı bu istikrarsızlık, belirsizliği iyiden iyiye artırır, risk primindeki bu artış, reel faizleri yukarı çeker, iç ve dış borçlanmanın maliyeti artar ve bu durum daha birçok faktörün de etkisiyle iktisadi belirsizliğe ve istikrarsızlığa evrilir. Bunu ise daimî olarak düşen ve yeniden kurulan hükümetler ve onların yarattıkları siyasi istikrarsızlık ortamı sebebiyle siyasi belirsizlik izler. 1990-2002 döneminde Türkiye’de yaşananlar, işte bu kısır döngünün mükemmel bir örneğiydi. 2002-2021 arası dönem, böyle bakıldığında, 19 yıldır iktidarı kimseye kaptırmamış olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile vücut bulmuş, siyasi istikrar timsali bir dönemdir. Ne var ki, siyasi istikrar ve siyasi belirsizliğin yokluğu aynı şey değildir. Bir siyasi parti çok uzun yıllar iktidar olabilir. Bu iktidarın geliştirdiği / değiştirdiği politikalar, yerleşik siyasi rol beklentilerine uygun olarak gerçekleştiği sürece, ciddi bir siyasi belirsizlik yaratmaz. AKP’nin 2002-2007 yılları buna bir örnek olabilir. Ancak, hükümet politika değişiklikleri ve bunların hangi süreçler içerisinde gerçekleştiği, yerleşik beklentileri ihlal ediyorsa, siyasi istikrarın mevcudiyetinde dahi siyasi belirsizlik oluşur. İşte bu tip bir siyasi belirsizlik artışı, 19 yıldır tek başına iktidar olan AKP içerisinde, özellikle 2011 sonrası giderek artan bir şiddette tezahür etmiştir. 2014 sonrası yaşanan meşruiyet krizi ile yerleşik hukuk çerçevesinin dışına taşan düzenlemeler torbalara atılarak yapılmış, eğer böyle başarı sağlanamamış ise, çoğunluğun tahakkümü ile oyunun kuralları bir çırpıda değiştirilip istenen sonuç yine de elde edilmiştir. 2018 yılından itibaren ise giderek artan otoriteryanist eğilimin doğrudan bir sonucu olarak bir parti devleti oluşmuş, devlet ve hükümet aynılaşmış ve politika değişiklikleri tepeden inme bir biçimde, istenen zamanda ve istenen biçimde gerçekleştirilmiştir. SİYASİ BELİRSİZLİK VE İKTİSADİ BELİRSİZLİK Siyasi belirsizlik ve iktisadi belirsizlik, tarih boyunca kol kola yürümüştür. Bir başka deyişle, büyük çoğunlukla ve uzun vadede, siyasi belirsizlik, beraberinde veya peşinden iktisadi belirsizliği getirdiği gibi yine aynı şekilde iktisadi belirsizlik de siyasi belirsizliği getirmiştir. Çok ufak bir alıştırma ile örnek vereyim. Ve yazının bütünlüğünü korumak açısından, bunu, Türkiye’de, 1990-2002 ve 2002-2021 dönemlerini kıyaslayarak yapayım. Bu alıştırmada, siyasi belirsizlik göstergesi olarak maliye bakanlarının bir yıl içerisinde görevde bulundukları gün sayısının azlığı, iktisadi belirsizlik göstergesi olarak ise Türk lirasının ABD doları karşısındaki değer kaybını kullanalım. 1990-2002 dönemine, Koalisyonlar Dönemi diyelim. 2002-2021 arası dönemi ise dörde ayırarak inceleyelim. Bu ayrıma da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3 Nisan 2011 tarihinde yaptığı konuşma[2] rehberlik etsin: AKP I. Dönem (Çıraklık: 2002-2007), AKP II. Dönem (Kalfalık: 2008-2011), AKP III. Dönem (Ustalık: 2012-2017) ve AKP IV. Dönem (Başkanlık: 2018-2021). Not: TCMB ve TBMM kaynakları kullanılarak yazar tarafından hazırlanmıştır. Türk lirasının değer kaybı, ABD dolarına göre ölçülmüştür. Yukarıdaki grafiğe göre, Koalisyonlar Dönemi’nde bir maliye bakanı yılda ortalama 236 gün görevde kalıyorken, AKP’nin çıraklık döneminde 311 gün, kalfalık döneminde 293 gün, ustalık döneminde 313 gün ve başkanlık döneminde 248 gün görevde kalmıştır. Kalfalık dönemindeki düşüş Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’in bakanlık swapları sebebiyle olmuştur. Burada dikkate değer olan, AKP’nin başkanlık döneminde bu göstergenin Koalisyonlar Dönemi’ne çok yaklaşmış olmasıdır! Aynı dönemlerdeki kur hareketlerine bakıldığında ise görülecektir ki, Koalisyonlar Dönemi’nde Türk lirasının ABD dolarına karşısındaki değer kaybı %69 iken, AKP’nin çıraklık döneminde %-7, kalfalık döneminde %17, ustalık döneminde %16 ve başkanlık döneminde %58 olmuştur. Kısacası, 1994, 1999 ve 2001 yıllarındaki büyük devalüasyonlara rağmen, Koalisyonlar Dönemi ve AKP’nin başkanlık dönemi bu bakımdan da büyük benzerlik arz etmektedir. Gelelim bu alıştırmanın en önemli noktasına: Grafikteki iki eğri birbiriyle taban tabana zıt hareket etmektedir. Burada, nedensellik konusunda iddialarda bulunmamak gerekir. Zira, dediğim gibi, bu, oldukça basit bir alıştırma. Ama net olan şudur: 1990’lardan bu yana Türkiye’de siyasi belirsizlik artışı (grafikte görevde kalınan gün sayısı düşüşü) ve iktisadi belirsizlik artışı beraber gerçekleşmiştir. Türkiye’nin halihazırda içinde bulunduğu durum da budur. Yaşanan siyasi ve iktisadi belirsizlik ortamında bir değişim olması için bu cenahlardan sadece birine yönelik iyileştirme yapılması kâfi gelmeyecektir. Her ikisinin aynı anda ele alınmasının gerek şartı ise adil koşullarda geçekleştirilecek bir seçimle basiretli, işinin ehli ve kamu yararını en önde tutan bir hükümetin göreve gelmesi ve bu hükümetin sahiden “yeni” olan bir iktisat programı çerçevesinde hareket etmesidir. --- [1] Kazgan G. (2017) “Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi” İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 214. [2] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/basbakan-2011de-ustalik-donemi-baslayacak-17450622
Kanadı kırık kuşun ateş dansı-I
Ayça Tekin-Koru
Koalisyonlar Dönemi’nde TL’nin değer kaybı %69 iken, AKP’nin çıraklık döneminde %-7, kalfalık döneminde %17, ustalık döneminde %16, başkanlık döneminde %58 olmuştur. Kısacası Koalisyonlar Dönemi ve Başkanlık Dönemi benzerlik arz etmektedir.
“Türkiye kor ateş üzerinde dans yapan kanadı kırık bir kuşa benziyordu artık: İki ayağını birden ateşe basamadığı için önce biriyle basıyor, o yanınca diğerine geçiyor. İkisi birden yandığında uçmaya çalışıyor, kanadı kırık olduğu için uçamıyor. Arada bir gücünü toplayıp havalandığında, uçuyorum sevincine kapılıyor, ama sevinci boşa gidiyor, bu kez iki ayağıyla kor ateşin üzerine düşüyor ve iki ayağı birden yanıyor. Hiç yorulmadan, umudunu yitirmeden belki uçabilirim diye bu dansı sürdürüyor” -Gülten Kazgan[1]
İKİ DÖNEM: 1990-2002 ve 2002-2021
1990’lı yıllar ekonomisinin bu alegorik anlatımı bugün yaşananlar için de pekâlâ geçerli. Burada kanadı kırık kuş, Türkiye ekonomisidir. Neden kanadı kırıktır? Çünkü alıp başını giden üçüncü ve dördüncü sanayi devrimlerine zamanında yetişememiştir. Yetişmek zorundadır, ancak hem fiziki ve beşerî sermayesinin yetersizliği hem de var olan kaynakların bilinçsizce çarçur edilmesi yetişmesini zorlaştırmıştır; üstelik yetişmesi olanaklı az sayıda alanda ise büyüyüp serpilemeden dünya tekelleri tarafından yutulmaya devam etmiştir.
Kor üstünde yapılan almaşık ayaklı bu dans, 1990’larda da bugün de döviz-faiz çekişmesinin yarattığı gel-gitlerdir. Bu çekişme, 1990-2002 arasında Türk lirasının Amerikan dolarına karşı yılda ortalama %70 civarında değer kaybetmesi ile sonuçlanacaktır. Bugün ise, aynı çekişme, 2018 yılı başından 2021 sonuna değin, yani sadece dört yıl içinde, liranın yılda ortalama %60 değer kaybetmesinin oyun kurucusudur!
Tabandaki kor ateş, harcamalardır. 1990’lı yıllarda, tüketim kredileri yolu ile bugünkü özel tüketim çılgınlığının temeli atılmıştır. Öte yanda ise, PKK’ya karşı silahlanma, devlet büyüklerinin görkemi ve faizci kesimi beslemek için giderek artan kamu harcamaları vardır. Bugünün kor ateşi de bundan çok farklı değildir esasında. Akıl almaz kredi genişlemelerine bağımlı hale gelen halk, sürdürülmesi mümkün olmayan tüketim kalıplarını artık iyice içselleştirmiş ve gırtlağa kadar borç batağına saplanmıştır bugün itibarı ile. Kamu harcamalarına gelince… 2002’den bu yana, Güneydoğu sınırındaki istikrarsızlığa karşı yapılan harcamalar katlanarak artmıştır. Devlet büyüklerinin debdebesi için yapılan harcamalar ise herkesin malumu olduğu üzere şimdilerde eşi menendi olmayan seviyelerde seyrediyor. 1990’larda daha çok kamu kesiminin sırtında konumlanmış dış borç yükü, bugün özel kesimin belini büküyor, yeni yatırımları neredeyse olanaksız kılıyor. Üstüne, 1990’lardan farklı olarak, 2002 sonrası dönemde, bir de kamu-özel iş birliği ile ortaya konan ve gerekliliği çok su götürür pek çok alt ve üst yapı harcaması var.
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi