Gene Kalemegdan’dan bir hikâye: 1886 yılında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndaki -bugün İtalya sınırları içinde kalan- Trieste’de doğan Edvard Rusjan için “Balkanların Vecihi Hürkuş’u” desek sanırım yanlış olmaz.Ama işte sert bir Balkan yeli kırınca uçağının kanadını bu meydana çakılmış. Cenazesine on beş bin kişinin katıldığı söyleniyor ki Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesine, 1913’e, gittiğimizde şehrin nüfusunun 100 bin olduğunu görüyoruz. Aynı senelerde, kentin seçkinleri “jour de recepcion” dedikleri özel partilerde, balolarda sosyalleşiyorlarmış. Tenis, binicilik, kaplıca gezileri de bu “resepsiyonların” bir parçasıymış. Zaten biz de bu özel partilerin düzenlendiği salonların çoğunun yer aldığı Knez Mihaliova caddesine gidebiliriz artık. Gazeteci Milan Jovanovic, 1913’te şöyle yazmış: “Belgrad’da herkes birbirini tanır ya kuzenlerdir ya yakın arkadaş, olmadı işyerinde birlikte çalışıyorlardır ya da en azından aileleri tanışıyordur.” Knez Mihailova, bugün şehrin en işlek caddesi olma özelliğini koruyor. Şehrin kalbi Kalemegdan’sa bu cadde de aort damarıdır. Sağlı sollu kafeleri, kitapçı dükkânları, mağazalarıyla daima vıza vızır bu cadde sahip olduğu mimari estetik sayesinde insana yürürken bile mutluluk veriyor. Bu cadde, caddeye adını veren prensin heykelinin de yer aldığı Cumhuriyet meydanına açılıyor. Oradan sola dönerseniz bu kez Skadarlija denen restoranları ve yerel müzik yapan çalgıcılarıyla meşhur sokağa gelirsiniz -ayrıca, gelmelisiniz. Sokakta meşhur bir ressam ve yazar olduğunu öğrendiğim Dura Jaksic’in bir heykeli var, anladığım kadarıyla onun varlığı ve arkadaşlarını evine toplaması sayesinde burası “bohem” hayatın yaşandığı yere dönüşmüş. Skadarlija’ya dönmez de dosdoğru yürümeye devam ederseniz Meclis Binası’nı geçip Tasmejdan’a gelirsiniz. Buradaki St. Mark Kilisesi görmeye değer güzelliklerden.
Kalemegdan’dan Tasmejdan’a
Bilgehan Uçak
Skadarlija sokağında meşhur bir ressam ve yazar olduğunu öğrendiğim Dura Jaksic’in bir heykeli var, anladığım kadarıyla onun varlığı ve arkadaşlarını evine toplaması sayesinde burası “bohem” hayatın yaşandığı yere dönüşmüş.
“Balkanlar kalbi Belgrad’sa, Belgrad’ın kalbi de Kalemegdan’dır,” fehvasına uyalım ve bu kaleyle parkların yer aldığı “kalbin kalbine” gidelim diyorum.
Belgrad’ın en eski yerleşim yerindeyiz.
Şehrin en güzel manzarasının burada olduğu söyleniyor; ağaçlar, parklar, kesişen nehirler…
Ve tabii kapıları, türbeleri, saat kulesi, camisiyle Osmanlı mirası.
Ama bu miras işini pek büyütmemek lazım çünkü şehrin dokusunda bu mirasın iyi anıldığını ya da sahiplenildiğini gösteren bir şey yok.
Gerçi, Tito döneminde burada büyükelçilik yapan Oğuz Gökmen anılarında bu mirasın belki de en çok Yugoslavya’nın kurucusu tarafından sahiplenildiğini anlatır.
Tito çok sevdiği av partilerinden birinin dönüşünde bir ziyafet vermiş.
Az sayıdaki konuktan biri de Oğuz Gökmen’miş.
Tito konuşurken “siz Osmanlılar…” deyince Gökmen hemen araya girip “biz artık Osmanlı değiliz,” diye tashih etmiş ama hiç beklemediği bir cevap almış.
“Ne korkuyorsunuz bre Osmanlıyım demekten? Biz bu dinleri, dilleri, inançları ayrı altı milleti bir arada yaşatmayı, gül gibi yönetmeyi sizden, Osmanlılardan öğrendik!” (Pax Ottomana İlber)
Bulunduğumuz yer adı üstünde “kale” ve “meydan”dan oluşuyor.
İşte bugün gördüğümüz meydandaki yeşilliğin kaynağı da bu iki kelimede yatıyor: Kalenin etrafını on dokuzuncu yüzyılda mahkûmlara ağaçlandırmışlar ama devamı gelmemiş çünkü civardaki esnaf haydutlardan korktuğu için saklanabilecekleri ağaçlar olsun istememiş.
Aslında esnaf bu kadarına bile karşıymış ama kararı verenler esnafı dinlemek yerine bildiklerini yapmışlar.
Şehrin alametifarikaları Nebojsa Kulesi ile Victor Anıtı da burada yer alıyor.
Bu meydandaki en güzel yapılardan ikisi bence sırtını surlara veren Ruzica ile onun hemen önündeki Svete Petke kiliseleri.
Ben tabii gitmedim ama parkın hemen yanında 1930’larda açılan Avrupa’nın en eski hayvanat bahçelerinden biri yer alıyor.
Varşovalı Zabinskilerin hayatının anlatıldığı Umut Bahçesi filminde olduğu gibi, İkinci Dünya Savaşı’nda bu hayvanat bahçesi insanların sığınağı hâline gelmiş ama 1941’de bombalandığında hayvanların çoğu yıkılan kafeslerden kaçıp şehre doluşmuşlar.
Gene Kalemegdan’dan bir hikâye: 1886 yılında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndaki -bugün İtalya sınırları içinde kalan- Trieste’de doğan Edvard Rusjan için “Balkanların Vecihi Hürkuş’u” desek sanırım yanlış olmaz -gerçi Vecihi Hürkuş on yaş daha küçük.
Çocukluğunda bindiği bisikleti “elden geçiren” Rusjan biraz büyüdüğünde uçak yapmaya başlamış ve bu alanda bir hayli maharetli olduğunu da göstermiş.
Daha yirmi beş yaşına gelmeden havacılık tarihine geçmiş.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Sivas’ta dershane bulunan binada yangın: Bir öğretmen öldü
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı
AIDS’ten ölen 13 yaşındaki çocuğun babasının ifadesi ortaya çıktı