İyi Parti’nin HDP’yi uzun süre görmezden gelebilmesi mantığa aykırı. Bu şekilde davranarak uzlaşmaz bir görüntü veren Zafer Partisine benzemek tehlikesi söz konusu. Bu da İyi Parti’ye sempatik bakabilecek Kürtleri uzak tutabilir.   Bu hafta hem basında hem de sosyal medyada İyi Parti’nin Doğu Anadolu gezisi gündemdeydi. Ben de epey bir süredir Türk siyasal hayatı bakımından İyi Parti’yi ilgi çekici bulduğumdan bu yazıda Kürt sorunu bağlamında Akşener’in politikasını değerlendirmek istedim. DİYARBAKIR KONUŞMASI Geçen hafta İyi Parti tam kadro ülkenin doğusundaydı. Bazı gazeteciler Meral Akşener’in Diyarbakır’da yaptığı konuşmayı olumlu buldu, bazıları ise yeterli görmedi. Konuşmayla ilgili değerlendirmeye sonra geçeceğim ama bence burada asıl önemli olan noktalardan birisi bölgenin İyi Parti’ye olan teveccühünün somutlaşmış olmasıdır. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum ki, Kürtlerin bölgede nüfusça fazla olmuş olması oradaki herkesin Kürt olduğunu göstermiyor. Bazı gazeteciler konuşurken “Kürtler şöyle kabul etti, Kürtler böyle dedi” gibi konuşuyorlar. Sanki orada başka kimse yok, sadece Kürtler var gibi konuşuluyor ki bu doğru değil. Ayrıca Kürtler de monolitik bir yapı değil; doğal olarak kendi içlerinde birden çok politik görüşü paylaşıyorlar. Sanki hepsi HDP’ye oy vermek mecburiyetindeymiş gibi veya HDP’ye oy vermiyorsa da AKP’ye oy vermeliymiş gibi varsayılıyor. Neden doğru bir dille, doğru bir siyasetle İyi Parti’ye oy vermesinler? Örneğin CHP bu tip önyargıları son birkaç senede kırmayı başardı ve bölgede artık daha etkin. “Diyarbakır’a gelemezsiniz” diyenler Türkiye’nin bir bütün olduğunu ve Kürtlerin de bu ülkenin bir parçası olarak bizimle kader birliği içinde olduklarını unutuyorlar herhalde. Niçin Kürtler iki parti arasında seçim yapmaya mahkûm olsunlar, köleniz mi bu adamlar sizin? Kaldı ki dünyanın hiçbir yerinde ezici bir çoğunluğu ayrılmak isteyen bir halkı tutmanız mümkün olmaz. Bu, Kürtlerin iradesinin hâlâ ve hâlâ Ankara’da olduğunu göstermeye yeterli bir kanıttır. Meral Akşener’in konuşmasına gelirsek, milliyetçiliğin geleneksel çizgisi dışında olmadığını söylemek gerekiyor. “İyi Parti’yi bu vatanın has evlatları Türkler kurdu, Kürtler kurdu, Zazalar kurdu” sözleri partinin, cumhuriyeti kuran kadronun Kürtlere bakış açısından farklı bir düzlemde olmadığını gösteriyor. Bununla beraber, 1915, 1922, 1923 vurguları hep bu “ülkeyi birlikte kurduk” anlayışının tekrarı. Akşener bu sözleriyle, artık Türk-Kürt ayrımını bir kenara bırakıp, bu otoriter rejimin yerine, hukuka ve adalete dayanan yeni parlamenter rejimin tesisi için ortak hareket etme çağrısı yapıyor. Fakat burada şöyle bir noktayı hatırlamak gerekiyor. Kürtlerin kurucu unsur olmakla ilgili bir sorunları zaten yok. Mesele birçok Kürt’ün de ifade ettiği gibi “Kürtlüğün reddi” sebebiyle başlamıştı yani bunu daha anlaşılır şekilde ifade edersek, kültürel hakların baskılanmasına itirazları var. LOZAN’DA VERİLEN SÖZ Aslında Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması’nda Kürtleri de içeren bazı maddelere imza atmış ve kabul etmiştir.  Bu bağlamda, III. Kısım 34. Maddede onlara “Türkçe’den başka dil konuşan gruplar” kapsamında bazı haklar tanımıştır. Bu maddeyi hiç değiştirmeden aynen aktarıyorum: Madde 34: Herhangi bir Türk yurttaşının gerek özel ya da ticaret ilişkilerinde, gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır konulmayacaktır. Resmi dilin varlığı kuşkusuz olmakla birlikte, Türkçeden başka dil ile konuşan Türk yurttaşlarına yargıçlar önünde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için gerekli kolaylıklar gösterilecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin yıllardır tartışıp durduğu Kürt meselesinde ana eksen buradan dahi görülebilmektedir. Ben şahsen Akşener’in de İyi Parti kurmaylarının da meselenin özünü iyi anladıklarını düşünüyorum. Nitekim Akşener “cumhuriyeti sözde değil özde sahiplenmek”ten bahsetti. Zaten imza atmış olduğumuz bu sayılan hakların tanınmasıyla tüm vatandaşların ülkeyi ve cumhuriyeti gönülden benimseyecekleri ortadadır. AKP TRAVMASI Öte yandan, Akşener’in konuşmasındaki “silahlara veda ve kan dökmeye tövbe etmek” sözleri de çok yankı buldu.  Bu sözler üzerine, Zafer Partisi lideri Prof. Dr. Ümit Özdağ geçtiğimiz Pazartesi “Biz terörle müzakere değil mücadele ederiz. Zafer Partisi’nin PKK ile yapacağı tek görüşme PKK’nın kayıtsız şartsız teslim görüşmeleridir. Tercih sizin, 2. Açılım süreci mi Zafer mi?” diye bir twit attı. Aslında Özdağ’ın eleştirisi genel manada bakıldığında haklı görülebilir. Ancak neden İyi Parti’nin barış demesini ikinci açılım süreci olarak adlandırdığını anlamak güç. Böyle bir söylemleri mi var? Kaldı ki açılım demek PKK ile uzlaşmak anlamına gelmiyor. Bazı kişiler “PKK sosyolojik bir olgudur, bir kuzen PKK’da, diğeri HDP’de olabiliyor” argümanıyla PKK’ya bir meşruiyet kazandırmaya çalışıyor. PKK’nın bölgede sosyolojik bir oluşum olması onun hukuktan ârî olduğu anlamına gelmiyor. Bir yakınımız birini öldürse, kuzenimiz olduğu için bu cinayet sayılmaz mı diyoruz? Hukukun gereği yapılmıyor mu? Aynı şey PKK için de geçerlidir. PKK bugün AB’nin bile terör örgütü listesinde. Bu durumda hâlâ PKK’yı sosyolojik bir olgu olması hasebiyle kabul edebilmek mümkün değil. Bir şeyin bir sürecin sonucu olması başka bir şey, Türk-Kürt birlikteliğine zarar vermesi durumunda onunla mücadele edilmesi gerektiği başka bir olgu.  İyi Parti’nin söylemlerinden bu ayrımın yapıldığı açıkça anlaşılıyor. Neye dayanarak Akşener’in PKK ile masaya oturacağı ileri sürülebiliyor? Ayrıca Kürtlerle uzlaşmanın bir tek yöntemi mi var? İllâ AKP gibi davranmak mecburiyetinde mi İyi Parti? Dünya tarihinde ayrılıkçı terör hareketleriyle ilk mücadele eden Türkiye değil. Bugün İspanya canlı bir örnek, onun da yolunu seçmemiz mümkün. Mutlaka AKP’nin başarısız politikalarına öykünmek zorunda değiller. Türkiye’de bir grup milliyetçi AKP travması geçiriyor, Altılı Masa ne zaman Kürt sorunu dese, “İşte tıpkı 2002 AKP’si gibi olacaklar” diye bağırıyorlar. Kardeşim belki mevzu aynı ama başka şekilde çözecek insanlar? Niye şans vermiyorsunuz? Herkes AKP’leşmek mecburiyetinde mi? İyi Parti’nin mâkul seçenekler sunmayacağını, mutlaka tıpkı AKP’nin yolundan gideceğini nereden çıkarıyorsunuz? İnsanlar ortaya bir politika koymadan, niyet okuyarak muhalefet yapmanın hiçbir anlamı yok. Zaten aklı başında kimsenin Lozan’da geçen kültürel haklar konusunda bir itirazı yok. Bunlar zaten halledildi. Ancak ayrılmak, özerklik, Kürtçe’nin ikinci resmi dil olması, Abdullah Öcalan’ın ev hapsine çıkarılması gibi başka isteklerin kabul edilmesi söz konusu değil. Daha bir hafta önce partinin sözcüsü Prof. Dr. Kürşad Zorlu’nun Aytunç Erkin’e verdiği röportajda çok açık bir ifadesi vardı: “Bizim anayasaya ilişkin kırmızı çizgilerimiz var. Mesela ilk 4 madde ve onun ruhunun korunması. Bu konu tartışmaya kapalıdır bizim için.”  Bütün bu sözlerin üzerine, bu konuda hala “2002 AKP’si gibi olacaklar” veya “AKP’nin Kürt açılımının benzerini yapacaklar” gibi iddiaları dile getirmek eleştiri değil, mesnetsizce dümdüz karalamadır.  
Akşener’in barış sözlerini PKK ile masaya oturmak diye karalayan Türk milliyetçilerine sormak istiyorum. Ne yapalım istiyorsunuz, sonsuza dek savaşalım mı? Halkın büyük bir bölümünün çatışma yönünde desteği ve isteği olmadığı halde bir 50 sene daha incir çekirdeğini doldurmayan konular yüzünden birbirimizi mi öldürelim?
GÖRÜNMEYEN PARTİ HDP Tam bu noktada HDP konusu da oldukça önemli. İyi Parti’nin HDP’yi uzun süre görmezden gelebilmesi mantığa aykırı. Bu şekilde davranarak uzlaşmaz bir görüntü veren Zafer Partisi’ne benzemek tehlikesi söz konusu. Bu da İyi Parti’ye sempatik bakabilecek Kürtleri uzak tutabilir. Örneği Zafer Partisi’nden verdiğim için onun üzerinden devam edeyim. Özdağ, “HDP’yi ben parti olarak kabul etmiyorum” diyor. Etseniz n’olur, etmeseniz n’olur? Etmeyince yok olmuyor kimse. HDP bir parti olmanın şartlarını haiz değildi de neden bunca senedir var madem?  Niye hiç itiraz edilmedi? İyi Parti’nin de bu tuzağa düşmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hoşumuza gitse de gitmese de Kürtlerin bir bölümü ve hatta içindeki sol bileşenler sebebiyle sol cenahtan bir kısım HDP’yi kendi partisi olarak görüyor ve benimsiyor. Bu yüzden yok sayarak siyaset üretmek mümkün değil. Bu demek değil ki alalım HDP’nin içindeki en radikal, en ırkçı grupları bunlarla sorunları çözmeye çalışalım. Bu ikisinin farklı olduğunu seçmenin de anlaması güç değil. Bu yüzden İyi Parti’nin bu ikisini birbirinden ayrıştırarak, HDP’ye Zafer Partisi ölçüsünde hoşgörüsüz davranmaması daha doğru olabilir. Ortada bir hakikat var. Kürtler var, Kürtlerin bir bölümünün iradesi var, HDP var. Ama kimse İyi Parti’ye “Ayrılıkçılar ve ırkçılığın en kesif renklerine boyanmış müptezellerle gidin masaya oturun” demiyor, aklı başında hiç kimse böyle bir beklenti içinde de olmaz. Dolayısıyla İyi Parti’nin HDP ile makul bir mesafede anlaşabilecekleri konularda muhalefet birliği yapması topluma anlatılabilir bir durum. İyi Parti cumhuriyeti benimseyen Kürtlerin de partisi olabilir demek gerekiyor. Burada HDP’nin de atması gereken adımlar olduğunu düşünüyorum. Eğer bir Türkiye partisi olma isteği hala sürüyorsa, “Kürdistan Kürtlerindir” kafasındaki radikal isimleri susturmaları gerekir. Bu insanların tamamen tasfiye edilmesi parti içi dinamikler sebebiyle istenmiyor olabilir ama en azından gereksiz açıklamalar yapmamaları telkin edilebilir. Bu da İyi Parti ile bir noktada uzlaşmanın ihtimalini arttırabilir. Çünkü genellikle sanki hiçbir konuda taviz vermeyen taraf Türk milliyetçileriymiş gibi gösteriliyor ama aynı derecede sert görüşler HDP’deki Kürt milliyetçilerinde de mevcut. Dolayısıyla “bizi eleştirirler” korkusundan uzak kalarak, İyi Parti’nin HDP ile iletişim kurması olumlu olacaktır. Çünkü zaten bahsettiğim fanatik gruplar hiçbir mesnet olmadan Akşener’i eleştirmeye devam edecekler. Bu grupları çok fazla ciddiye almanın bir mantığı da yok. Zaten toplumun genelinde insanlar Akşener’in de belirttiği gibi kanın durmasını ve ortak bir yaşam kurulmasını istiyor. Şimdi tam da bu noktada, ben bir Türk olarak Akşener’in barış sözlerini PKK ile masaya oturmak diye karalayan Türk milliyetçilerine sormak istiyorum. Ne yapalım istiyorsunuz, sonsuza dek savaşalım mı? Halkın büyük bir bölümünün çatışma yönünde desteği ve isteği olmadığı halde bir 50 sene daha incir çekirdeğini doldurmayan konular yüzünden birbirimizi mi öldürelim? Bu ülkeye barışı yine bu ülkenin evlatları getirebilir. Bu bağlamda vatanını seven Türklerin ve Kürtlerin her iki milletin ırkçılarına sırtlarını dönerek ortak bir gelecek kuracaklarına inanıyorum. Bunun yolu da Türk milliyetçilerinin içinden yükselen makul bir sesle söz konusu olabilir. Umuyorum ki bu ses Akşener’den gelecek.