Bu son seçimde iktidarın yaptığı seçim harcamalarıyla, farklı bölgelerdeki vatandaş nezdinde ekonomik “gidişat” konusunda “çoklu gerçeklik” yaratabilmiştir. Bununla ekonominin gerçek durumu ile vatandaş algısı arasındaki bağ başarılı bir şekilde kopartılmıştır. Başlığa bakarak, sakın aldanmayın. Siyasi tüm söylemlerin aksine ülkenin homojen olmadığına, iktisadi ve toplumsal yapı bakımından bölgesel farklılıkların önemine dikkat çekmek istedim. Hatta en son seçimlerin ardından “kader birliği” bakımından, ülkenin geleceğine yönelik birbirine taban tabana zıt bakış açısının varlığına işaret etmek için “İki Türkiye” başlığını yazdım. Benim gerçekte gördüğüm ise bu farklılıkların sayısının “ikiyi” aştığıdır. Yanlış anlaşılmasın; “birimizin derdi, hepimizin derdidir” gibi hamasi sözler sarf etmeyeceğim. Ama bu seçimlerde gördük ki, toplumun en az iki kesiminin kendi kaderini diğerinden farklı gördüğü çok açık.  Sadece bundan rahatsızlığımı dile getirmektir niyetim. Sanırım bu seçim sürecinde yaşanılanlar, farklı kesimlerdeki insanlarımız arasında ciddi bir kopuşa neden oldu. Bunun ekonomide etkileri olur mu bilemiyorum. Daha çok bundan sonra nasıl bir siyasi söylemin ülkemizde hâkim olacağıyla ilgili bunun cevabı. Ülkemizdeki tüm kesimleri kesen ortak değerler ve ortak çıkarlar giderek azalmakta. Bir kesim dünya ekonomisine entegre olmaya ve bugünün ekonomik gereklerine uygun bir dünyada yaşamayı isterken, diğer bir kesim de bununla taban tabana zıt bir dünya arayışında. İhtiyaç duyduklarının büyük ölçüde devlet tarafından karşılanmasının arayışındalar. Seçimler ise, bu arayışlarının bir aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Görünen o ki, ülkemizde bütünlük göstermekten uzak, çoklu bir yapı var.  Siyasi ve sosyolojik olduğu kadar, iktisadi olarak da parçalı bir yapı bu. Böyle bir yapının varlığı, bugünkü iktisadi gelişmelerin farklı bölgelerdeki seçmenlere yansımasını farklılaştırmaktadır. Onlar için bütünün algısından farklı bir gerçeklik algısı oluşmaktadır. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Biz sıklıkla faiz politikasının yanlışlığından bahsediyoruz ya. Ama para politikasının kimin için doğru politika, kimin için ise yanlış olabileceği üzerinde pek durmuyoruz. Tüm ülkeyi homojen kabul edip, herkesin bu politikalardan aynı şekilde etkileneceğini baştan kabul ediyoruz. Şimdi anlıyoruz ki, herhangi politika belli dönem zarfından herkesi iktisat teorisinin işaret ettiği şekilde etkilememektedir. Ama bu etkiyi, farklı kesimler belli bir faz farkıyla görebilecektir. Kimisi iktisadi gelişmelerin kötüye gidişini, diğerine göre daha geç, kimisi de daha erken görebilecektir. Bu da onların, o an gelene kadar beklentilerinin sabit kalmasını sağlayacaktır. Yeter ki, iktidar elindeki imkanlarla iktisadi gerçeklere yönelik gelişmelerin bu kesimlere yansımasını öteleyebilsin. Biz iktisatçılar ekonomi hakkında yorum yaparken, tüm ülkede “pazar bütünlüğünün” olduğunu varsayarız. Yani ülkeyi tek ve homojen bir piyasa olarak düşünürüz. Açıkça bunu söylemezler ama üstü kapalı da olsa, böyle bir durumun geçerli olduğu kabul edilir.
Bu boyutta sosyal transfere dayalı gelirin varlığı, piyasa dinamikleri ile fert gelirleri arasındaki etkileşimi zayıflatmaktadır.  O yüzden piyasa dinamiklerinin ülke genelinde vatandaşın algıları üzerinde standart bir etki yaratması pek olası görülmüyor.
Buna göre, pazar dinamikleri bakımından ülke sathında herhangi bir farklılığın yaşanmayacağını, ekonomi politikasındaki bir değişikliğin piyasa dinamikleri üzerinden tüm bölgelere aynı şekilde yansıdığı düşünülür. Çok daha önemlisi, iktisadi kalkınmışlık ve piyasanın kurumsallaşma düzeyi bakımından ülkenin her yerinin aynı düzeyde olduğu de facto olarak kabul edilmiş olur. Oysa gerçekte ülkenin her yerinden piyasa mekanizmasının kurumları aynı düzeyde gelişmiş değil. En önemlisi birçok yerde piyasa vatandaşın gelirlerini belirlemede etkili bile değil. TÜİK’in 2022 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları araştırma sonuçlarına göre, ülkemizdeki toplam gelirin yüzde 46,2’i ücret gelirleridir ve bunun bir bölümünü kamuda istihdamla elde edilen gelirler oluşturmaktadır. Yüzde 21’i müteşebbis gelirleri ki, bu gelirler büyük ölçüde piyasa dinamiklerinin etkisi altında belirlenen gelirlerdir. Ülkede geçerli makroiktisadi çevreden çok fazla etkilenirler. Ekonomi politikasındaki herhangi bir değişimin veya gelişmenin bölgelere sirayet etmesi ilk önce bu gelirler üzerinden sağlanır. Ancak toplam gelirin yüzde 20 gibi yüksek bir oranı ise sosyal transferlerden oluşmaktadır. Bu boyutta sosyal transfere dayalı gelirin varlığı, piyasa dinamikleri ile fert gelirleri arasındaki etkileşimi zayıflatmaktadır.  O yüzden piyasa dinamiklerinin ülke genelinde vatandaşın algıları üzerinde standart bir etki yaratması pek olası görülmüyor. Neredeyse her bölgede standart bir şekilde gelirlerin büyük bölümü devlete bağımlıdır. Böyle gelir elde edenler açısından ekonominin kötüye gitmesi, devletin onlara yaptığı ödemelerinde sıkıntıya düşmesi ve/veya bu gelirlerin satın alma güçlerindeki düşme şeklinde anlaşılacaktır. Kanaatimce bu sosyal transfer gelirleri, ekonomideki piyasa bütünleşmesini ortadan kaldıran ve piyasa dinamiklerinin ülke sathında her yerde aynı şekilde hissedilebilmesini engelleyen önemli bir etmendir.  Bölgelerdeki insanlar büyük ölçüde devletin maliye politikasına bağımlı olarak, kendi bölgelerindeki özgün koşullara göre ekonomik hayata entegre olabilmektedirler. Onları birleştiren piyasa kurumu değil, devletin ta kendisidir.  Bunun sonucu olarak herkes, her kesim ve her bölge birbirinden kopuk olarak kendi ekonomik gerçekliğini yaşayabilmektedir.
Muhalefetin ekonominin durumu hakkında söylenenler vatandaşta istenilen etkiyi yaratamamış, vatandaş kendisinin içinde bulunduğu anlık gerçekliğe göre siyasi tercih de bulunmuştur.
Bölgeler arasındaki bu farklılıkları ortadan kaldıramayan iktidarlar ise, kesimlerin ve piyasa bütünleşmesinin sağlanmasını öteleyerek, herkese kendi koşullarına göre farklı gerçeklikler içinde yaşamasına olanak sağlamaktadır. Türkiye 1980’lerin başından beri piyasayı kurumsallaştırmaya gayret sarf ediyor. Ancak piyasa dinamiklerinin tüm ülke sathında belirleyici unsur olması bir türlü sağlanamıyor. Devletin ekonomiye ve toplumsal dinamiklere müdahaleleri biçim değiştirse de bir türlü ortadan kalkmıyor. Piyasaya rağmen, vatandaşına gelir yaratma yollarında çaresiz kaldığı için, siyaset piyasaya doğrudan müdahalelerle vatandaşına gelir yaratmaya çalışıyor. Kamu doğrudan istihdam sağlama yoluyla insanlara gelir temin etmek yerine, onlara sosyal transferler yaparak belli bir refahı temin ediyor. Bu da piyasa kurumunun ülke sathında kurumsallaşmasını yavaşlatırken, bazı durumlarda asimetrik piyasalaşmaya yol açıyor. Ülke genelinde piyasa dinamikleri bölgelerdeki belli kesimlere yeni gelir imkanları sunuyor ama vatandaşların tümü bunlardan yararlanamıyor. Dolayısıyla doğrudan siyasi iktidarın sağlayacağı gelirlere bağımlı kalıyorlar. Bu da bugün ülkemizde yaygın olarak gördüğümüz gelir dağılımı adaletsizliğine neden oluyor. Bu son seçimde iktidarın yaptığı seçim harcamalarıyla, farklı bölgelerdeki vatandaş nezdinde ekonomik “gidişat” konusunda “çoklu gerçeklik” yaratabilmiştir. Bununla ekonominin gerçek durumu ile vatandaş algısı arasındaki bağ başarılı bir şekilde kopartılmıştır. Bu yüzden muhalefetin ekonominin durumu hakkında söylenenler vatandaşta istenilen etkiyi yaratamamış, vatandaş kendisinin içinde bulunduğu anlık gerçekliğe göre siyasi tercih de bulunmuştur.