Bu seçimlerde iktisadi tercihler vatandaşın önüne açık bir şekilde konulmalıdır. Bir yanda refah, diğer yanda ise fakirlik, istikrarsızlık ve ekonomik yıkımın var olduğu vatandaşın anlatılmalıdır. 28 Mayısta yapılacak olan seçim öncesinde, ekonominin kötüye gidişinin ülkemiz için gerçek bir beka” sorunu olduğu vurgulanmalıdır. İktidar ısrarla seçmenin dikkatini esas konudan uzaklaştırmaya çalışıyor. 14 Mayıs’ta yapılan seçimlerin birinci turunda bunu başarmış görülüyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turuna giderken de aynı taktiği uygulayıp, seçmenin korkularını körüklemeye çalışıyor. Bu bilinmedik bir durum değildi. Zaten 2015’de tekrar edilen seçimler de bu korkular üzerine kurulmuş ve kazanılmıştı. Türkiye’de iktidarların geleneksel yöntemlerinden birisidir bu korku siyaseti. Korkuyu körükle, endişe ve korku doğuracak söylemlerle vatandaşı kontrol edip, seçmenin yararına olacak politikaları görmelerini engelle. Böylece vatandaşın daha fazla yoksulluğa, suistimale, hukuksuzluğa ve baskıya rıza göstermesini sağla. Maalesef seçmen bu sorunları görüp önemini bilse de bir noktadan sonra korkularının esiri olup görmezden gelebiliyor.  Özellikle Türkiye gibi duygusal doğu toplumlarında, korkular iş gören bir duygu. Ailede, okulda, askerde disiplin, toplumda ise düzen korku ile sağlanıyor. Son zamanlarda buna bir de din korkusu eklendi. Formül çok basit. Ama işliyor. Lakin demokrasi belli aralıklarla vatandaşın önüne seçmen sandıklarını koymak değildir. Belki de ondan daha önemlisi, oylanacak tercihlerin ve fikirlerin özgürce seçmenin karşısına konulabilmesi ve o tercihlerle ilgili bilgi akışının aksamadan seçmene ulaştırılmasıdır. Bu bilgi akımını sağlayacak olanda basındır. En azından ideal olanı budur. Demokratik bir tercihin yapılabilmesinin birincil koşulu ise “basın özgürlüğüdür”. Basının özgür olmadığı, yoğun bir baskı ortamının bulunduğu durumlarda, seçmen tercihlerin doğru oluşması mümkün değildir. Aksine onların tercihleri basın üzerinde baskı kuranların istediği şekilde yönlendirilebilir. Bu yüzden doğru tercihlerde bulunmanın koşulu tercihler arasında doğru ve tam bilgiye sahip olmaktır. Demokratik sistemler bu koşulu sağlayacak düzeni oluşturmaya çalışırlar. Bunlardan biri eksik olduğunda o ülkede demokrasiden bahsedebilmek mümkün değildir. Finansal piyasalarda olduğu gibi, siyasi alanda yapılan yanlış tercihler de “ahlaki tehlikeye” (moral hazard) sorununa yol açar. Bilginin eksikliği veya doğru olmayan bilgi seçmenin yanlış seçim yapmasına neden olur. Böyle bir tercihin yapılması ne kadar demokratiktir tartışılabilir. Malum olduğu üzere, bu tarz bilgi eksikliğinden dolayı yapılan yanlış tercihlerin sonuçları finansal piyasalarda istisnasız “mali kriz” olarak karşımıza çıkar. Bu durum siyasette de benzer kriz risklerini barındırır. Yapılan bu yanlış tercihlerin soncunda ekonomik olarak ülke geri kalmışlığın pençelerinden kurtulamaz. Diğer bir deyişle, son yıllarda yaygın kullanıldığı şekliyle orta gelir tuzağından” çıkamaz. İşte o yüzden, seçmen tercihlerinin doğru bir şekilde oluşumuna olanak sağlayacak özgür fikri zemin oluşturulmalı ve bunun için ülkedeki basın özgürlüğü güçlendirilmeli.  Maalesef bu bir temenni ve ülkemizde gerçek hayatta böyle bir özgürlük ortamı yok ne basın için ne de vatandaş için. AKP’nin sıkça başvurduğu, geçekleri saptırarak oluşturmaya çalıştığı “gerçek ötesi durum” (post-truth) yaratma çabaları bu seçimde de görüldü.  Özellikle seçmene bilgi akışını sağlayacak medyanın iktidarca sıkı kontrolü, olguları ve olayları ters düz edilebilmesine olanak sağladı. İktidarın kamuoyunun görmesini istedikleri gerçek” olarak onların önüne konuldu.  Amaç, doğru olmayan bilgilerle yanlış seçmen davranışlarında bulunulmasını sağlamaktır. Böyle bir düzenin iktidarın şahsi amaçlarına hizmet ederken, ülkenin yararına sonuç üretmesi düşünülemez.
Mevcut iktidarın devamı büyük ölçüde yoksulluk, istikrarsızlık ve adaletsizlik üretme potansiyeline sahipken, iktidarın değişmesi daha demokratik bir Türkiye ile birlikte daha fazla refaha ulaşmanın yolu olacaktır.
Biz iktisatçıların tüm çabası, insanlar karar alırken veya herhangi bir konuda tercihte bulunurken bu kararların doğru alınmasını sağlamaktır. Ancak bu durumda ekonomideki kıt olan kaynaklar en gerekli alanlarda, ülke için en fazla kazancı getirecek şekilde kullanılabilir. Kaynakların siyasi suistimallerden korunabilmesi de ancak böyle sağlanabilir.  Bunun için yönetimde kuvvetler ayrılığı, hesap verilebilirlik, şeffaflık, kararlara katılımcılık gibi ilkelerin yöneticiler tarafından benimsenmesi istenir. Zira toplumsal refahı maksimize edilmesinin de yolu budur. Ülkemizde iş başında bulunan siyasi anlayış gerçekleri çarpıtmakta son derecede maharetli. Elindeki medya gücünden yararlanarak, çarpıttığı gerecekleri geniş kitlelere ulaştırabilmekte ve onların tercihlerini kontrol edebilmektedir. Eğer buna bir direnç gösterilmezse, iktidar kendi dışındaki herkesi kendi oluşturduğu bu gerçekliğin sınırları içine çekip, orada hapsetmektedir. Bu seçimde de kaide değişmedi. Bu seçimlerde iktidar aleyhine işlemesi muhtemel ekonomik sıkıntılar görünmez kılındı.  Ülkenin gerçek sorunlarının ne olduğu konusunda yeni bir algı oluşturulup, seçmenin buna inanması sağlandı.  Toplumun süregelen zaafları dikkate alınarak, bunlar iktidarın kendi amaçları için kullanıldı. Oysa bu seçim, iktidarın en önemli zaafı olan iktisadi alandaki başarısızlıkları ve bunun arkasında yer alan ekonomiyi yönetme şeklinin, seçmenin önüne bir tercih olarak konulması gereken bir seçimdi.  Zira mevcut iktidarın ikinci turu da kazanması halinde, mevcut iktisadi sorunların çok daha kötüye gideceği bir gerçek ve bu kamuoyuna tüm açıklığıyla anlatılmalıdır. Seçimlerin ilk turunda PKK söylemiyle terör korkusunu, camilerin kapatılacağı endişesini ve LGBT bireyler üzerinde cinsel kimlikler üzerinde oluşturduğu bir korkuyu seçmenin önüne koydu iktidar. Bazen akla hayale gelmeyecek ifadeler de kullanarak, cesurca yalan söylemekten ve gerçekleri çarpıtmaktan çekinmeden, toplumun bu korkularını provoke etti.  Ama çok daha önemlisi, bunların tümünü gerçek tercih seçenekleriymiş gibi seçmenin önüne koydu. Muhalefet bu söylemleri çok ciddiye almadığı gibi, bunların seçmen tarafından çok inandırıcı bulunmayacağına güvendi ve kendi söyleminden taviz vermedi. Tüm samimiyetiyle Sayın Kılıçdaroğlu topluma birlik beraberlik mesajları ile birlikte umut vermeye çalıştı. Dahası seçmenin karşısına umudu” bir seçenek olarak koyarken, iktidarın yaratmaya çalıştığı gerçek ötesi dünyayı yıkacak gerekli hamleleri yapamadı. Nitekim, birinci tur sonunda korku” “umuda” galip geldi. Oysa bu seçim, iktidarın en önemli zaafı olan iktisadi alandaki başarısızlıkları ve bunun arkasında yer alan ekonomiyi yönetme şeklinin, seçmenin önüne bir tercih olarak konulması gereken bir seçimdi.  Zira mevcut iktidarın ikinci turu da kazanması halinde, mevcut iktisadi sorunların çok daha kötüye gideceği bir gerçek ve bu kamuoyuna tüm açıklığıyla anlatılmalıdır. Zaten birinci tur sonuçlarının ardından mali piyasaların gösterdiği tepki, bu seçimlerin gerçek mahiyeti hakkında güçlü işaretler vermiştir. Borsanın düşmesi, faizlerdeki artış, ülke kredi riskinin yükselmesi ve döviz kurları üzerinde ortaya çıkan talep baskıları hep bunun göstergeleridir. Bu seçimlerde iktisadi tercihler vatandaşın önüne açık bir şekilde konulmalıdır. Bir yanda refah, diğer yanda ise fakirlik, istikrarsızlık ve ekonomik yıkımın var olduğu vatandaşın anlatılmalıdır. 28 Mayıs’ta yapılacak olan seçim öncesinde, ekonominin kötüye gidişinin ülkemiz için gerçek bir “beka” sorunu olduğu vurgulanmalıdır. Tarihin ve iktisadi şartların bir cilvesi olarak önümüzde yapacağımız seçim “refah” ve “yoksulluk” arasında yapılacak kritik bir seçimdir. Mevcut iktidarın devamı büyük ölçüde yoksulluk, istikrarsızlık ve adaletsizlik üretme potansiyeline sahipken, iktidarın değişmesi daha demokratik bir Türkiye ile birlikte daha fazla refaha ulaşmanın yolu olacaktır.