İktidarın bunca imkanına ve silahına rağmen, tüm rıza ve baskı araçlarına rağmen ülkedeki her iki kişiden biri onlardan değil. Sistem içi siyasetse söz konusu, birleşe birleşe kazanmaktan ve karşıdaki yıkılmaz gözüken bloğu parçalamaktan başka yol yok. Önemli bir seçim geçirdik. Muhalefet hedeflediği, istediği sonucu alamadı. Elbette pek çok şeyin muhasebesi yapılacak. Bu sonucun sorumlusunu bulma çalışmaları çoktan başladı. Herkes kendi perspektifine göre birilerini sorumlu ilan ediyor. Hiç kuşkusuz, şimdi çuvaldızı kendimize batırma zamanı. Ne zaman böyle değildi ki? Bu seçim sonucu iktidar dahil hemen her siyasal yapıda yeniden yapılanma sürecini başlatacaktır. Önümüzdeki günler yoğun geçecek ve bu günlerde atılacak adımların geleceğimizde önemli izdüşümleri olacaktır. YENİLDİK: NE SON NE DE BAŞLANGIÇ Bu seçimin çok önemli olduğunu düşünmekle birlikte her şeyin sonu ya da başlangıcı olmayacağını düşünenlerdendim. Mücadelenin bitmeyeceğini ve karşımızda kimi zaman bizi çıkmaza sürükleyecek çok önemli ikilemler olacağının farkında olanlardandım. Cumhurbaşkanlığını kazanabilseydik, önemli mücadele araçlarını elimize geçirmiş olacaktık. Bu açıdan seçim mağlubiyetinin en olumsuz sonuçlarından birisi bu araçlardan yoksun kalmaya devam edecek oluşumuz. Mücadelemizi şimdiye kadar olduğu gibi, tek bir siyasal kliğin iç ettiği tüm kurumlara karşı sürdüreceğiz. Ve belki de bu seçim mağlubiyetinin önemli nedenlerinden birisi de bu gerçeği, yani bir kişinin devletleştiğini ve devletin de bir kişileştiğini yeterince idrak edememek ya da idrak ettiysek bile buna uygun stratejiler geliştirememek oldu. Yenilmiş olduğumuz gerçeğini reddetmek mümkün değil. Yenilgiye kılıflar bularak durumu hafifletmeye de çalışmayacağım. Yalnızca bazı noktalara dikkat çekmek gerekiyor. BAZI SONUÇLAR 1.Rakibimiz Parti-Devletti: Biz bu seçimde, yalnızca Erdoğan’a karşı mücadele etmedik. Bu seçimde, kamunun elinden alınıp kamu aleyhine işletilen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin asırlık kazanımlarını kendine mal eden koca bir devlet aygıtına karşı mücadele ettik. Devletin ne denli güçlü bir aygıt olduğunun farkında olmayanlar fark etmiştir artık sanıyorum. 2.Karşımızdaki Çıkar Gruplarının Gücü: Bu seçimde iktidarın yarattığı ve kendine bağladığı çıkar gruplarına, 418 milyar doların sahiplerine karşı mücadele ettik. Öyle ki onlar, Millet İttifakı’nın, “muhalif” medya kuruluşlarının, “muhalif” araştırma şirketlerinin, think-tanklerin bile içine sinmiş durumdaydı. Bu 418 milyar doların sahipleri, soluklarını ensemizden bir an bile eksik etmedi. 3.Seçimin Uluslararası Destekçileri ve Kazananları: Herkes gözünü Rusya’ya, Azerbaycan’a, Arap monarşilerine dikmiş durumda ama biz bu seçimde Batı’dan Doğu’ya dünyanın tüm kastlaşmış yapılarına karşı savaştık. Avrupa seçim sonucundan sonra derin bir oh çekti hiç kuşkusuz. ABD de Ortadoğu’da uzun süredir yatırım yaptığı politikaları uygulamaya devam edebilecek. Türkiye’deki değişim tüm dünyada kartların yeniden karılmasına neden olacaktı. Şimdilik olmadı. 4.Sosyolojik Sınıra Dayandık: Biz bu seçimde çok uzun sürede damıtılarak bu günlere gelmiş sosyolojik sınırlarla mücadele ettik. Çok boyutlu bu mücadelenin bir yanında, Erdoğan taraftarları ve karşıtları şeklinde inanılmaz derece kutuplaşmış ve paramparça olmuş adına millet diyemediğim adına halk diyemediğim, adına ne diyeceğimi bilemediğim bir kitle var. Diğer yanında ise Erdoğan karşıtları arasındaki inanılmaz heterojen bir kitle var. Millet İttifakı girişiminin en önemli kazanımı ise bu sınırları aşma iradesiydi. Ama çok zorlu ve iç çelişkisi yoğun bir süreçti. Millet İttifakı adayına dışarıdan destek veren diğer aktörler arasındaki açmazlar da bu sosyolojik sınırların diğer katmanını oluşturuyordu. Dolayısıyla biz bu seçimlerde çoğu zaman kendimizle, kendi yakın çevremizle, düşün dünyamızla mücadele ettik.
Karşımızdaki yapı her zamankinden daha büyük bir meşruiyet sorunuyla karşı karşıya. Ekonomik tablo giderek ağırlaşacak. Büyük kentler hâlâ elimizde. Kazandığımız tek bir cepheyi bile terk etmemek gerek.
5.“İyi” Kalarak Mücadele Etmek ve Örgütlü Kötülük: Biz bu seçimde kontrolsüz bir örgütlü kötülükle savaştık. Kötülüğe bulaşmadan kötülüğü yenme girişimiydi aynı zamanda bu mücadele. Kıt kaynaklarla mucizeler yaratma çabasıydı. Cehaletle mücadele ettik. Kendi yankı odalarımızla mücadele ettik. Ve yenildik. Daha yaratıcı, daha özgür, daha korkusuz, daha gözü kara olabilmeliydik. Kaybedecek çok şeyi olanlar bizlerdik. İyisiyle kötüsüyle bu ülkeye borçlu olduğumuz sosyal sermayemiz, içinden çıkamadığımız konfor alanımız, ideallerimiz, umutlarımız… 6.Ve Çuvaldız: Yukarıda sıraladığım “düşmanları” yenilgiyi hafifletmek için değil yeni stratejimizi daha güçlü kılmak için sıraladım. Düşmanın adını net koymak gerek. Elbette muhasebe yapılacak ve bir bilanço çıkacak. Ama şu an “ben demiştim”cilik, “kazanacak aday”cılık, “asla yenemeyeceğiz”cilik ve müzmin umutsuzluk en son ihtiyacımız olan şeyler. Siyasal kadrolardan beklentinin büyük olması ve ana sorumluların da siyasal kadrolar olarak görülmesi normal. Ama herkes sorgulamaya kendisinden başlamadığı sürece değişim gelmeyecektir. Siyasal kadrolar başta olmak üzere herkes kendi konfor alandan dışarı çıkmadıkça sonuç değişmeyecektir. ÖNÜMÜZE BAKALIM Karşımızdaki yapı her zamankinden daha büyük bir meşruiyet sorunuyla karşı karşıya. Ekonomik tablo giderek ağırlaşacak. Büyük kentler hâlâ elimizde. Kazandığımız tek bir cepheyi bile terk etmemek gerek. İktidarın bunca imkanına ve silahına rağmen, tüm rıza ve baskı araçlarına rağmen ülkedeki her iki kişiden biri onlardan değil. Sistem içi siyasetse söz konusu, birleşe birleşe kazanmaktan ve karşıdaki yıkılmaz gözüken bloğu parçalamaktan başka yol yok. Şimdi önümüze bakma zamanı. 10. yılında Gezi ruhunu diri tutmak, cepheyi genişletmek, hatamızdan ders alıp, yola devam etmek gerek.