Hayat iyi kötü geçiyor ve biz sinemadan asla anlamayan seyirciler gibi yanlış yorumlayarak izliyoruz onu. Acaba artık siyah beyaz olarak değil de gri olarak bakar mıyız geçmişe? İyisiyle kötüsüyle yaşadım ve iyi ki yaşadım diyebilir miyiz? Nerede o eski güzel günler? Güneşin daha parlak, domatesin daha lezzetli ve herkesin daha huzurlu olduğu o yılları hepimiz ne çok özlüyoruz. Her şey ne güzeldi değil mi? Kimse kötü bir anı hatırlamıyor zaten kimse kimseye kötülük etmiyordu da. Komşuluk, dostluk hele de gerçek aşk o zamanlar yaşanıyordu… mu acaba? Tabii ki madalyonun diğer yüzü çok farklı. Bakın ben yengeç burcu biri olarak nostaljiye aşığım ama kendimizi de kandırmamak lazım. Nostalji dediğimiz şey bir nevi konfor ihtiyacımız çünkü nostalji, hafızada pozitif duygular deposu işlevi görüyor. Gidip 68 kuşağına 70’li yıllar nasıldı? Diye sorsak oturup en az iki gün boyunca överler de överler! Oysaki 70’li yılların sonuna doğru yaşanan 16 Mart Katliamı, kötü ülke yönetimi, kanlı  bir  Mayıs, bitmek bilmeyen ülkücü saldırıları ve Maraş Katliamı…  Bütün bunlar olurken tek hatırladığımız şeyin Türkçe hafif müzik eşliğinde içilen likörlerin ve edilen muhabbetlerin lezzeti olması bana korkunç geliyor. Tıpkı şimdi, hâlâ enkazı toplanmamış bir depremin ardından dışarı çıkıp nerenin kahvesi daha leziz diye konuşmamız gibi. İnsanız ve unutuyoruz. Delirmemek için unutmaya çalışıyoruz. Başaran unutuyor ama başaramayanlara ne oluyor? Hadi bir hikâye düşleyelim. 1977 sabahına uyanmış 20 yaşına henüz basmışız… Böyle bir hikâyeye Pazar kahvaltısına uyanmak yakışır o yüzden kallavi bir sofraya oturuyoruz. Annemiz, babamız e tabii kardeşlerimiz de var. Yeşilçamvari bir edayla güle oynaya kahvaltımızı ediyoruz. Kuzenimiz birkaç ay önce ODTÜ’de çıkan tanışmada öldü ama ülke genelinde TV yayın süresi uzatıldı yani keyfimiz yerinde. Kahvaltımız bitti ama bugün 1 Mayıs! En güzel kıyafetlerimiz giyip tutuyoruz Taksim’in yolunu… Genciz kanımız kaynıyor devrimciyiz tabii! O kadar kalabalık ki alana gireceğiz diye akşam 7’ye kadar bekliyor ve nihayet giriyoruz 500 bin kişinin arasına. Sonra konuşma biterken birden silah sesleri yükseliyor. Herkes oradan oraya koşuşturuyor ama kamyonun biri yolu tıkamış. Binlerce kişiyiz hınca hınç dolmuşuz meydana… Biz kardeşlerimizle kaçmanın bir yolunu buluyoruz ama anne ve babamız yok… O karmaşada ezilip hayatını kaybeden 34 kişiden ikisi bizim anne babamızmış. Ne kadar acı bir olay. Peki biz bundan 30 yıl sonra neyi hatırlıyoruz biliyor musunuz? ABBA, Emel Sayın ve Yeliz’in şarkılarını dinlerken yediğimiz bağ üzümlerinin ne kadar güzel olduğunu, güneşin nasıl ısıttığını ve herkesin ne kadar mutlu olduğunu… Hayat iyi kötü geçiyor ve biz sinemadan asla anlamayan seyirciler gibi yanlış yorumlayarak izliyoruz onu. Acaba artık siyah beyaz olarak değil de gri olarak bakar mıyız geçmişe? İyisiyle kötüsüyle yaşadım ve iyi ki yaşadım diyebilir miyiz? Bence evet. Çünkü bu coğrafya kanla sulanan ağaçların gölgesinde mutluluk şiirleri okunan bir coğrafya. Biz her zaman umut ederiz ve umut ettikçe kökleniriz. Belki geçmiş çoktan geçti ama geleceği koyu griye çevirmemek için hâlâ şansımız var., Kötü olayları toplum bilinci için sık sık hatırlatacağız ama ruhumuz için sadece iyi anıları hatırlayacağız. Sağlıklı bir nostalji hepimize iyi gelecek… Bu yazı vesilesiyle Kanlı Bir Mayıs’ta hayatını kaybeden herkese rahmet diliyorum.