Sınır ötesinde başlayan güvenliğin sadece Kürtlere karşı olmasının ülke güvenliğini de tehlikeye attığı da başka bir gerçektir. O yüzden yapılması gereken güvenliği sınır ötesinden başlatmak değil sınır içinde bir barış ortamının sağlanmasıdır.
Siyasi iktidarın mayıs ayından bu yana Suriye’nin kuzeyi için dillendirdiği “bir gece ansızın gelebiliriz” söylemi, şimdilik gerçekleşmedi. Daha doğrusu bölgeye hava harekâtı başladı ama esas hedef olarak ortaya konan kara harekâtı konusunda hala “bir gece ansızın gelebiliriz” noktasındayız.
Başlayan hava harekâtı konusunda, ABD ve Rusya’dan “Türkiye’nin kendini savunma hakkı vardır” açıklaması gelirken; ABD’den yapılan başka açıklamada ise hava saldırılarının ABD askerlerinin hayatlarını tehlikeye attığı yönünde de açıklama geldi. Sadece ABD değil, Rusya’nın da Türkiye’nin bölgedeki varlığından rahatsızlık duyduğu açık.
Bu yüzden olsa gerek kulislere yansıyan bilgiler, kara harekâtının şimdilik beklemede olduğu yönünde.
Bu konuda başka bir gerçek de, olası kara harekatının ülkenin güvenlik kaygısından çok seçime yönelik olma olasılığıdır. Ülkenin ana gündemini ekonomiden güvenliğe çekme amacı taşıyan böyle bir operasyon, ancak ABD ve Rusya’dan alınacak izinle ve sınırları belirlenmiş alanda icra edilebileceği için kısa ve orta vadede sınır güvenliğini sağlama amaçlı değil seçim kazanma odaklı olacaktır.
İktidarın Suriye’nin kuzeyinde SDG/YPG’nin denetiminde olan bölgeye bakışının esasını oluşturan temel dürtü; “korku”. Bu korkunun temeli, Türkiye dışında bağımız bir Kürt bölgesinin, Türkiye’deki Kürtler için cazibe merkezi olacağı. Bu korku temelsiz, kendine güveni olmayan bir ülkenin bakışını yansıtıyor.
ÇÖZÜM SINIR ÖTESİNDE DEĞİL
Peki sınır dışına planlanan olası kara harekâtının amacı ne?
Siyasi iktidar bunun cevabını; “sınır güvenliğini sınır ötesinde sağlamak” olarak açıklıyor.
İlginç olan ise operasyonun, Suriye’nin kuzeyinin tamamının değil ABD ve Rusya’nın denetimi dışında kalan, SDG ve YPG güçlerinin denetiminde olan bölgeyi yani Kürtlerin denetiminde olan bölgeyi hedef alması.
Siyasi iktidarın bunu hedefi açık biçimde içerdeki Kürt sorunu ile doğrudan bağlantılıdır.
Nasıl mı?
Bugün Cumhur İttifakı’nı oluşturan bloğun temel keseni; “anti-Kürt” bakış açısıdır. Yani Kürtleri kamusal alanda etnik kimliği (Kürt üst kimliği) ile değil kültürel kimliği (muhafazakâr Kürt üst kimliği) ile görmek isteyen bir bakışa sahip.
O yüzden, 2015’den bu yana Kürtlere karşı siyaset temelli diyalog politikaları değil güvenlikçi politikalar izleniyor.
TEMELSİZ KORKU
İktidarın Suriye’nin kuzeyinde SDG/YPG’nin denetiminde olan bölgeye bakışının esasını oluşturan temel dürtü; “korku”.
Bu korkunun temeli, Türkiye dışında bağımız bir Kürt bölgesinin, Türkiye’deki Kürtler için cazibe merkezi olacağı. Bu korku temelsiz, kendine güveni olmayan bir ülkenin bakışını yansıtıyor.
Şunu açıkça ifade edelim, Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerini kamusal alanda kabullenmeyen bir siyasi anlayış ve yönetim zihniyetinin sadece içerdeki Kürtlerden değil, ülke dışındaki Kürtlerden de korkması o kadar doğaldır.
Bu yüzden siyasi iktidarın sınır güvenliği anlayışı, sınır içinde değil sınır ötesinde başlıyor. Ama bu güvenlik anlayışının sadece Kürtlere karşı olduğu da bir o kadar açık.
Nitekim sınırımızın güneyi, güneydoğusu ve doğusunda güvenlik neredeyse yok. O yüzden Kürtler dışında her milletten insan elini kolunu sallaya sallaya Türkiye’ye geldi, gelmeye devam ediyor.
GÜVENLİK İÇERDE BAŞLAR
Sınır ötesinde başlayan güvenliğin sadece Kürtlere karşı olmasının ülke güvenliğini de tehlikeye attığı da başka bir gerçektir.
O yüzden yapılması gereken güvenliği sınır ötesinden başlatmak değil sınır içinde bir barış ortamının sağlanmasıdır.
İkinci adım ise Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayacak siyasi gelişimleri desteklemek ve Suriye yönetimi ile diyalog kanallarını açmaktır.
En temelde içerdeki Kürtleri yok sayan, onların hak ve özgürlüklerinden korkan, Kürtlerin sınır ötesindeki varlığından korkan bir anlayışla bu ülkeyi yönetmek mümkün değildir.
Ülke dışında bağımsız bir Kürt bölgesinden duyulan temelsiz korku açıkçası Türkiye’yi küçük düşürüyor. Yakın zaman kadar Türkiye’nin sahip olduğu tüm zenginliklerle çevre ülkeler için model olduğu gerçeğini hatırlarsak; yeniden o günlere dönmek için yapılması gerekenler de ortadadır.
Kuşkusuz başlangıç, mevcut yönetim anlayışının ve yönetim sisteminin değişmesiyle olmak durumundadır.
En temelde içerdeki Kürtleri yok sayan, onların hak ve özgürlüklerinden korkan, Kürtlerin sınır ötesindeki varlığından korkan bir anlayışla bu ülkeyi yönetmek mümkün değildir.
Elbette Türkiye’nin kendi sınırlarını, kendi vatandaşlarını koruma hakkı vardır. Ama bu korunma hakkı, temelsiz bir korkuya da kurban edilmemelidir.
Unutmayalım ki, demokratik bir Türkiye sadece ülke içindeki vatandaşları için değil çevre ülkeler için de bir cazibe merkezi olacaktır.