Fikret Mualla’nın yaşamı ile sanatı arasında resimlerine seçtiği konular bağlamında koşuttur. Ancak bu uyum, Mualla’nın yaşama ve resme karşı takındığı tutumda bozulur. Hayatı hiçbir zaman ciddiye almayan ressam, bu tavrını resimde bozar. Yaşamındaki dağınıklığın, özensizliğin ve perişanlığın aksine, resimlerindeki ve resim yapma düzeninde pek titizdir. Boyamasını bitirir bitirmez fırçalarını ve paletini temizler, kağıtları, gereçleri yerlerine koyar. Yapıtlarını kirletmeden, buruşturmadan saklar. Kalemini mektuplarında düşsel ve gerçek düşmanlarına her türlü nefret, hınç ve küfürlerini hezeyanlar halinde savurmak için kullanan Mualla, kalemini fırçasıyla değiştirdiğinde aklı başında ve huzurlu bir ressama dönüşür. Zaman zaman hüzünlü sahneler çizse de, bakanlara mutluluk veren resimler boyar. Mualla’nın psikozu resimlerinin ne renklerine ne de, biçimlerine yansır. Mualla, verimli olduğu günlerde iki yapıt verebilmekteydi. Bu hızın temel nedeni seyyar bir yaşam sürmek zorunda olmasıydı. Atölyesi yoktu. Kalemlerini, fırçalarını ve boyalarını palto ceplerinde tutar, kırda, barda, otel odasında, akıl hastanesinde çizer, çalışmalarını çabuk bitirmek zorunda kalırdı. Bu nedenle resimlerinin çoğunun boyutları küçüktür ve hemen bitirilip bir kap yemeğe, bir şişe şaraba satılabilmeleri için kolay kuruyan guaş boyayla yapılmışlardır. Mualla, Nurullah Berk’in deyişiyle “grafik” bir ressamdır. Guaşın yanı sıra, suluboya ve pastel de kullanmıştır. Az sayıda yağlıboya çalışması da vardır. Desenlerinde ise kurşun kalemi ve çini mürekkebini tercih ederdi. İçgüdüsel ve hızlı fırça vuruşlarıyla, parlak renkler ve soyut lekeler aracılığıyla canlı ve lirik bir anlatım üretmiştir. Genelde guaş ve suluboya tercih etmesinin maddi kısıtlar dışındaki nedeni, minyatür sanatına duyduğu ilgidir, zira Türk minyatürleri yağlıboyaya değil, guaşa yakındırlar. Mualla’nın minyatüre ilgisi İstanbul’da gelişmiştir. Abidin Dino ile birlikte, buldukları her fırsatta Ayasofya Kütüphanesi’nde uzun uzun minyatürleri seyretmeleri, Mualla’nın arkadaşlarına yazdığı özel mektupların önemli bir kısmını “Nakkaş” diye imzalaması tesadüf değildir. Mualla’nın renk anlayışı kontrastlık ve çarpıcılık üzerine inşa edilmiş düz bir boyama tekniğiyle kendisini gösterir. Resimlerinde tüm renkler parlak, güçlü, zengin, dolgun ve ritimli bir şekilde kullanılır. En çok kullandığı renkler basitliğe kaçmadan ışıldayan kırmızı, mavi ve mordur. Hakim renk olarak turuncu ve eflatunu da kullanmıştır. Mualla yapıtlarında, önce tek renkli bir zemin oluşturur. Suluboya ya da guaş bu zemini tamamıyla örtemediği için, zeminin rengi her yerden fışkırır, boyaların şeffaflığı altından yüzeye çıkar ve resmin hakim rengi olur. Figürlerini bazen fondaki hakim renk içerisinde sadece kontur çizgileriyle belirleyerek arka plana iterken, bazen de sadece el, ayak gibi uzuvları çarpıcı renklerle boyayarak biçimin dışavurumunu sağlar. Mualla çizgi ile boyayı göz alıcı renkler aracılığıyla ayırmıştır. Bu anlamda onun çizgisi renk, rengi de çizgidir. Deseni yumuşak, geometrik çizgileri önemsemeyen, lirik ve dışavurumcu bir yapıdadır. Onda bir uzam, bir ışık yaratma işlevi olan renk, şaşırtıcı isabette tonlara, titreşimlere ve derinliğe sahiptir; sahneye hareket veren güçlü renk karşıtlıklarını sükûnet ve uyum içerisinde kullanmıştır: renk ahengi Mualla’nın güçlü yanıdır. Yalın renklerle perspektifin, yakın-uzak ilişkisini yok ederek, derinliğin kaybolmasını sağlar, resimlerine iki boyutlu bir yapı kazandırır. Mualla ayrıntılarda zaman kaybetmez. Hareket yaratan, önemli kısımları vurgulayan, çoğunlukla canlı ama bazen de mat renklerle geniş resim alanları yaratır. İnsan figürlerini temel bileşenlerine indirger. Onun betimlediği kişiler dış görünüşleri birebir yansıtılan, ruh halleri ortaya çıkarılan figürlerden çok, bir kompozisyonun bütünleyicileri olarak tasarlanırlar. Yapıtlarında coşku, tekniğin; duygu, aklın önündedir. Ancak resimlerinde her şey tam ve düzenli bir anlatım içindedir. Biçim, renk, boyut, ritim, değer ve kompozisyon irrasyonellik içerisinde bir rasyonaliteye sahip gibidir. Bu çelişik niteliklerin aynı anda Mualla resminde var olabilmesinin nedeni, Mualla’nın resimlerine yansıttığı yerlerin ve varlıkların aslına benzer şekillerde yansıtılmasına karşın, ressamın kişiliğinin süzgecinden geçirilerek yeni renklere bürünen, yepyeni boyutlar kazanan uyarlamalara dönüştürülerek temsil edilmeleridir. Mualla yaşadığı anın ressamıdır. İnsanlar fırçasına en hazırlıksız halleriyle yakalanırlar. Kendisi de resimlerini çok düşünmeden, fırçasının ucuna geldiği gibi boyar. Hiçbir şeyi silip, bozup yeniden çizmez. Tüm desenler bir çırpıda çizilmiştir. Her şey bir anda olup biter; o ana sıkışmış insanların anlık varlıklarını resmeder ve resmini sonlandırır. Mualla, mekanların düzenlenmesi ve renklerin kullanımında dışavurumculara ve fovlara, özellikle de Matisse’e yaklaşır. İnsan bedenlerini doğalcılığa aykırı bir şekilde yalınlaştırır. Mualla’yı minyatür geleneğini dışavurumcu tutumla fovizmin sentezi içerisinde konumlandırmayı deneyen bir renkçi ressam olarak nitelendirmek mümkündür.