Öncelikle zihnimizde canlandıralım: Aydın nedir? Bir ayrımın yol hikayesinde değil, tarihin anlam olanağında rol” üstlenendir. Yeterli bir tanım mıdır? Elbette, yeterli bir tanım değildir! Peki?   Şekil 1M.MURAT ERDOĞAN "50 YIL KARİKATÜR:ALMAN KARİKATÜSTLERİN GÖZÜYLE TÜRKLER", SAYFA.43 M. Murat Erdoğan hocamın, büyük bir emekle oluşturmuş olduğu bu kitabı incelerken, göç meselesinde son 20 yılda gelinen nokta, politikada bazı durakların ve sert denilebilecek geçişlerin olduğunu da gösterdi/hissettirdi. Her şey tesadüfi olamazdı. Anlama dair olabilecek, anlamda bir imkan olarak, politikanın neye dair olabileceğinin izlerinin Jean Giono’nun (Ağaç Diken Adam eseri), Sanıyorum bir ağaç politikası geliştirmemizin vakti geldi, her ne kadar politika burada yanlış bir kelime olsa da…” diyerek güzel bir sonla bitirdiği eserinde, köklerden kopmanın aydınlar için de bir mesele olarak durabileceğini, “ağaç” ve “politika” anlamın gerçek izlerinde “Aydınlar ve Politika ya da Aydınlar Politikada” diyerek, “düşüşün” hakikat duygusunu nasıl parçaladığını aktarmakla başlayacağım. Jean Giono, bu yüzden insan emeğinin harika bir ürünü olan doğaya olan saygısını köklerinde kalarak bağlar, tarihe iz bırakarak yol alır, peki bu noktada “ağaç ve kök” nedir? İsterseniz bunu aramakla başlayalım. Aydınlar, anlam olanağında tarihte çeşitli arayışların yüzü olmuştur. Öncelikle zihnimizde canlandıralım: Aydın nedir? Bir ayrımın yol hikayesinde değil, tarihin anlam olanağında “rol” üstlenendir. Yeterli bir tanım mıdır? Elbette, yeterli bir tanım değildir! Peki? İşlerlik kazanmak tarihte, çeşitli amaçlar dahilinde Julian Benda’ya (Aydınların İhaneti) göre, 19. yüzyıldan itibaren değişimler yaşanmaya başlanır. Değişimler, aydınları da etkisi altına alır: ve “Aydınlar, siyasi ihtiras oyununu oynamaya başladılar.” Davranış tutumundaki rol izlerinde, temel bir mesele olarak duruyordu oysaki. Ahlaki tavırdaki bu değişiklikler, ırklar ve siyasi hizipleşmeler arasında gidip gelen “siyasi ahlaksızlık” haliydi. Şaşırmak mı, elbette şaşırmıyoruz. Dönemler değişebilir; ancak tarihin yükümlülüğünde “hafiflik ve ağırlık”, geçiş dönemlerinde hiç olmadığı kadar önem kazanır. Bu, bütün ülkelerin insanlığı için aynı duygularda birleşir: Hakikatte bir imkan aramaktır, adı üstünde Aydın adından türeyen aydınlanmak, daha idealini, her zaman toplumu ve dünya(sı) için iyiyi aramakla meşgul olmaktır. Julian Benda için tarihin bu olanağında, “sabit fikirlilik, sadece arzulanan amacı dert edinme, eyleme geçme eğilimi, doğrudan sonuç alma beklentisi, aşırılık, tartışmayı küçümseme, nefret”…vb aydınların da siyasi ihtiraslarının olduğunun, dürüst insanların bu duygulardan arınık olduğunun en net anlam aralığıydı: Siyasi ahlaksızlık! Sonra tekrar “politikaya” dönüyorlardı: Geçişler, her ne kadar birbirinden bağımsız gibi gözükse de, tarihin en bağnaz dediğimiz dönemlerinde, “pişmanlıklar” yaşanır. Livera Yayınevinden çıkan Temmuz 2022’de çıkan Egon Hostovsky’ın “Sığınak” adlı romanını, paylaşmaya yer bulacak şekilde size aktarmak istedim.  Dedim ya, politikanın anlam olanağını arıyoruz, her zaman arayacağız gibi, öyle görünüyor. Yazar şöyle haykırıyordu Sığınak adlı eserinde: “Öcülü fısıltılar, Parisin yeni fısıltısı olmuştu. Hem yabancı hem de dost ağızlardan kokusu gelen ve binbir kılığa bürünen ihaneti kimse tanıyamıyordu (s.55).” Siyasi ihtiraslar ve siyasi ahlaksızlık, bir dönem anlatısı ile birlikte birleştiğinde, mübalağa sanatının olanakları da “politikanın” neye dair olduğunu da gösterir. Mübalağa (abartı) var mı, yok mu? Bilinmez değil elbette! Ömer Seyfettin’in “Efruz Bey” adlı hikayesinden bahsedeceğim. “Dönemler değişse de (-ecek mi), tiplemeler aynı mı kaldı?” sorusuyla, bir baş kahraman olan, her dönemde bilinçsizce siyasal koşullara ayak uydurduğu adına ne derseniz diyin, “döneklik, araçsalcılık, utanma duygusundan yoksunluk” gibi çeşitli davranış ve duygu biçimlerine dönüşmekte zorlanmayan Efruz Bey, değişik ideolojik akımlara ayak uyduran, siyasal ahlaksız bir tiplemedir. Efruz Bey’in hikayesini okurken, şaşkınlığımı gizleyemedim açıkçası.  İdeolojik akımlar, ülkenin içinde bulunduğu durumlar Efruz Bey’in içinde bulunduğu altı hikaye ile şekillenir. İlginç bir şekilde, kıvrak bir zekaya sahiptir Efruz Bey. Bir yandan Osmanlılık akımını savunuyordu, öte yandan birden bire Türkçülük akımının etkilerinden bahsediyordu. Altı başlıkla, Ömer Seyfettin’in adeta karikatürize ederek mübalağa (abartı) sanatını kullanarak yaratmış olduğu Efruz Bey okuyuculara sayfalarla seslenir:
  • Hürriyete Layık Bir Kahraman: Bu Bölümde, toplumun kuşku içinde kaldığı bir dönemden bahsedilir. II. Abdülhamit’in İstibdat (Baskı) ortamından sonra Genç Osmanlılar Hareketi’nin yeniden yaygınlaştığı, kıvrak zekaya sahip, açıkgöz bir karakterin atak davranarak birden bire şöhrete kavuşmasını canlandırır: “YAŞASIN HÜRRİYET” seslenişleri duyulur.
  • Asilzadeler: Bu Bölümde, soyluluk süsüne girişilir. Efruz Bey’in önerisiyle, memlekette değerli görülen yanı, herkes kendi soyluluk öyküsünü anlatır. Efruz Bey, kendini BUCAĞA atar, Milletperver bir şahsiyet olur!
  • Tam bir Görüş: Kütüphaneye gider, sosyolojiyle ilgisinin olduğunu vurgular. Uzaklarda Ali Bey Köyü görünür.
  • Bilgi Bucağında: Efruz Bey, Türkçülük akımının etkisiyle hareket eder. Şöhretinden herkes bahsetmeye başlar.
  • Açık Hava Mektebi: Darülfünün’da mektep okuduğunu ve diplomasını aldığını gururla anlatır. Sınavları başarıyla geçtiğini anlatır.
  • İnat: Son bölümde, tabiat üzerine bir tartışma başlar. Bütün her şey, gözünden/gözden düşmeye başlar.
Mübalağa sanatının bir tiplemede birleştiği Efruz Bey adlı karakterle okuyucu şaşkına çeviren Ömer Seyfettin, siyasal kıvrak bir zekanın gözden nasıl düştüğünü de gösterir. Okuyucu da haliyle şu soruyu yöneltir: Dönemler mi değişti (-ecek?), tiplemeler aynı mı kaldı? Köklerden kopmak, bugün en güncel mesele olarak karşımıza çıkan “göç olgusunda/hareketliliğinde” ortak bir kaygının nereye doğru evrileceğini de gösteriyor: Tarih Bilinci ve Sorumluluk duygusu! Aydınların köklerinden koptuğunun en gerçekçi halidir. Dönemler mi değişti (-ecek?), tiplemeler aynı mı kaldı soruusu, gerçeğin karikatürize edilmiş haline, gülünç bir gülümsemedir.