AK Parti, iktidarın bir avuç monşerin ve vesayetçinin elinde olduğunu söyleyerek, milletin iktidarını tesis edeceğini vaat etti. Gerçekte millet iktidarı falan kurulmayacaktı. Benim E-Tipi popülizm dediğim bir modeli hayata geçirdi. Amerikan Halkçı Partisi, Nazi hareketi ve Narodnikler. İdeolojik olarak yan yana koymamızın olanaksız olduğu bu tarihi kırılımlar, metodolojik olarak ortak bir noktada buluşmuşlardı. Ne idi o? Popülizm… Popülizm, iktidarın “monşerler ve senyörler” elinde olduğu ve halka verilmesi gerektiği fikrine dayanır. Popülist hareketler, tarihin çeşitli evrelerinde gerçekten samimi halk iktidarları kurabilmişse dahi, sağın bu hazineyi keşfetmesi akabinde fevkalade tehlikeli bir yönteme dönüşmüştür. Halkın temel çıkarlarına karşıt konumlanan sermaye partileri; popülizme müracaat ederek büyük iktidar hareketlerine dönüştüler. Başarısız bir darbe girişimi sonrası Nazilerin sandık yoluyla iktidara gelişi ve iktidarları boyunca kullandıkları söylemler bunun en büyük delilidir. Evet, sağ ve aşırı sağ “halkı iktidara taşıma” vaadini sahiplendi. Peki ya sonrası? Halk, “popülist hareketin” iktidara gelmesinin akabinde; üretim araçlarında iktidar olamadığını gördüğünde ne olacaktı? Yani, iktidara gelmek için fevkalade işe yarayan popülizm, iktidarda kalmak için ne tür bir mutasyona uğratılmalıydı? Bunun cevabını yaklaşık 20 yıldır yaşıyoruz. Evet, popülist bir hareket olarak doğan AK Parti, iktidara gelene kadar geçen süreçte, sürekli olarak iktidarın bir avuç monşerin ve vesayetçinin elinde olduğunu, “milletin” iktidarını tesis edeceğini söyledi. İktidara gelir gelmez, hazine ile maliye arasındaki avans hesabı kaldırarak; emeğin siyasetsizleşmesine yol açtı. Öncelikli hedef, siyasetsizleştirme olmalıydı. Çünkü, gerçekte millet iktidarı falan kurulamayacaktı. Çünkü millet iktidarı demek; milletin sadece yönetimde değil; üretim araçları ve bütçe tercihlerinde de söz sahibi olmasıydı. Bu yapılamazdı. Keza AK Parti için iktidara geliş ile birlikte; başta neoliberal politikalarla, devamında politikasızlaştırılmış bir kabile ekonomi yönetimiyle yol alınacak, keseler doldurulacaktı. O halde Erdoğan bir şey yapmalıydı. Yaptı. Benim E-Tipi popülizm dediğim bir yeni popülist modeli hayata geçirdi. Millet iktidarda olduğuna inanmalı, ancak temel çelişkilerle alakalı beklentiye giremeyecek kadar yüksek dozda bir halüsinasyon rejimi yaratılmalıydı. Bunun için evvela bir yeni kimlik yaratılmalıydı. Bu başarıldı. Erdoğan öncelikle bir yeni millet tarifi yaptı. Ve her fırsatta, bu tarifle bütünleşmeyen kitleleri hain olarak kodladı. Halkın çoğunluğunun kapsandığı bu yeni millet tarifi açısından; Bu çok zor süreçte, karşısına çıkan her fırsatı değerlendirdi. Cumhuriyet mitingleri ile; vesayetin kendisini yani milleti tehdit ettiğini söyledi. Söylemi tuttu. Muhtıralar yine bir tehditti. Gezi direnişi, milleti tehtidin en görünür haliydi O’na göre.
Cumhuriyet mitingleri ile vesayetin kendisini yani milleti tehdit ettiğini söyledi. Söylemi tuttu. Muhtıralar yine bir tehditti. Gezi direnişi, milleti tehtidin en görünür haliydi O’na göre.
20 yıl boyunca, sürekli badireler ikliminde; “milletin tehdit altında olduğunu” söyledi. Kendisi için “milletin adamı” manşetleri atıldı. Her yeni hamlesinde yarattığı kimliği besledi, büyüttü ve polarizasyonu maksimum seviyeye çıkarttı. Popülizmin en radikal haliyle otoriterliğe hizmet eder bir versiyonu olarak E-Tipi popülizm, kalıcı ve tehlikelidir. Hatta, muhaliflerinin davranışlarını dahi değiştirici bir güce sahiptir. E-Tipi popülizm; millete hiç bir şey vermeden millet adına daimi olarak iktidarda kalmanın formülüdür. Bu büyülü formül, çoğu kez muhaliflerin ilgisini çeker. Zaruri olmayan, gönüllü bir etkileşimle muhalifler; bu yolu benimseyebilirler. Şunu çok açık ve net ifade etmek gerekir; Erdoğan bir şahıs değil, bir siyaset modeli ve rejimdir. Erdoğan’a ihtilaf etmek; yani muhalif olmak demek; onun siyaset biçimine, yönetişim modeline ve yarattığı rejime karşıt konumlanmak demektir. Yani, Erdoğan’ı Erdoğan gibi davranarak yenemezsiniz. Kazansanız dahi, kazanan artık Erdoğan’dır. E-Tipi popülizm karşısında doğru olan; siyasetsizleştirilmiş alanları siyasallaştıracak, bir kimlik inşasına dayalı kutuplaşma iklimini dağıtmayı hedefleyecek, ilkeler odaklı bir yeni hükümet kurmaktır. Kişi kültünden çıkarak, ilkeler ve geniş tabanlı mutabakat hedefleyen bir “siyasallaşma” sürecine ihtiyaç vardır. Bu tür yüksek dozajlı badirelerde; popülist yıkıcının karşısında tüm siyasetin etik ilkeler etrafında birleşmesi gerekir. Keza, bunun başarılabilmesi müthiş bir başlangıç olacaktır. Türkiye bunu başarmış, 6’lı masa kurulmuştur. Şimdi, E-Tipi popülizmin zehirlediği tüm alanların dezenfeksiyonu gerekir. Bunun için, yaratılmış yapay kimliğin filtrelemesiyle hadiseleri okuyan geniş kitlelerin; yaşanan gerçekliği idraki için siyasetin temel çelişkilere odaklanması şarttır. Bugün için 6’lı masa bu işi de fevkalade yapmakta; ekonomik açmazı halkın önüne koymaktadır. Ve nihai olarak, E-Tipi popülizmin daimi şeytanı olacak ana muhalefet partisinin aslında anlatıldığı gibi olmadığının görünürleşmesi gerekir. Tam bu noktada; Kılıçdaroğlu’nun dahice hamlesiyle; tam da şeytanlaştırılan partiyle özdeş adayların büyük şehirleri kazanması, yönetim sürecinde; anlatıldığı gibi olmadığının görülmesi büyüyü bozmuştur. Kemal Kılıçdaroğlu dev bir canavar ile mücadele etmektedir. Asırlar boyunca yeryüzünde acı ve zulme sebep olmuş, bedene girdiğinde kolayca bedeni terk etmeyen bir illet ile mücadele etmektedir. E-Tipi popülizm ile mücadele, bir günde başarılabilecek bir iş değildir. Popülistin yarattığı kimlik ekseninde oluşan kutuplaşma çok derin; mahalleler arası oy geçirgenliği olması gerekenin çok çok altındadır. Ve türlü şekillerde bu kimlik badireler atlatmıştır. Popülistin “sürekli olarak haklı çıktığı” mesajı, o kimlikle kendisini tarif eden herkesçe kanıksanmıştır. PEKİ NASIL BAŞARILI OLUNABİLİR? Yani yüksek kredili bir popülist aktör karşısında, zamana yayılan ve mevzi kazanmaya dönük bir uzun vadeli strateji ile başarılı olunabilir. Kalıcı bir iyileşme ve paradigma değişikliği, ancak böyle mümkündür. Yoksa, bu sistemi kalıcılaştıracak bir çerçevede; E-Tipi popülist ile aynı yöntemleri kullanarak iktidar partisini değiştirmek mümkün olsa dahi, bunun bir paradigma değişikliğine yol açmayacağı açıktır. Kalıcı iyileşme; normalleşme ile mümkündür. Bu uzun ve badireli mücadelesi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun doktriner ve sabırlı karakteriyle mümkün olabilirdi. Adın adım, mevzi kazana kazana ilerleyen; ve nihayetinde 6.’lı masayı kuracak zemine kavuşan bir “siyasallaşma” süreci içindeyiz. Şimdi, bu masayı hükümete taşıyıp; bu dönemin yarattığı tüm tahrifatları onaracak bir normalleşme hükümeti kurulmalıdır. Medyanın, yargının, para politikalarının normalleştiği; devletin ve milletin normalleştiği bir süreç. Bir geçiş süreci. Toplamda sadece 1 dönemde gerçekleşebilecek bir “normalleşme geçişi.” Şimdi buna bir “yeni normal” diyelim. Bu nasıl tesis edilebilir? Bunu sadece 6’lı masa yapabilir. Ve sürecin hakemi (Cumhurbaşkanı), Kemal Kılıçdaroğlu olmalı, bu yüksek deneyim gerektiren adeta mikronluk bir cerrahi işlem misali bilgi gerektiren süreç, denkler arası bir hükümet formülüyle aşılabilmelidir. Son olarak şu hususu belirtmek isterim; E-Tipi muhalefet, sadece kendi mahallesini siyasetsizleştirmez. Aynı zamanda öncelikli hedefi; muhaliflerinin mahallesini dahi siyasetsizleştirmektir. İktidarını kalıcılaştırmak için muhaliflerinin tercihlerini değiştirir. Çok sık tanık olduğum bir cümle; “Erdoğan’ın karşısına öyle birini çıkartın ki, masaya vuracak kodumu oturtacak cevval biri olsun.” Hayırdır, yağlı güreş mi tutacaklar? Eğer muhalefet mahallesinde aday tartışılırken; “güzel Kur’an okuyor, karizmatik, kodumu oturtur” gibi klişeler kullanılıyorsa; Erdoğan’ın kültürel hegemonyasına teslim olunmuş demektir. Oysa, Erdoğan sistemiyle ihtilaflı tavır nedir? Öyle bir hükümet kurulmalı ki; “anayasa normalleşmeli, para politikaları bağımsızlaşmalı, yargı tamamen bağımsız hale gelmeli, dış politikada normalleşme sağlanmalı, eğitim ve sağlıkta ciddi atılımlar yapılmalı, gençler için yatırım yapılmalı, Türkiye planlı bir tarımsal kalkınmaya geçmeli, Türkiye yüksek katma değerli teknoloji üretimini desteklemeli” gibi talepler sıralanmalıdır. Muhalefetin; “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” şeklindeki feveranı, esasen Erdoğan’ın zaman zaman yakındığı “kültürel hegemonyanın tesis edilemediği” iddiasının gerçekle bağdaşmadığını gösterir. Evet, Erdoğan gitmeli! Şahsıyla, sistemiyle, siyaset biçimiyle, yarattığı yapay kimliklerle, ayrıştırıcı diliyle, devleti yönetme şekliyle, ve hayatımıza kattığı tüm kötü hadiseleriyle gitmeli. DEVAM EDECEK