Her ne kadar bir gece ansızın gidileceği söylense de Suriye'ye yeni bir harekatın yapılmayacağı artık belli oldu. Aksi takdirde Moskova'da iki Savunma Bakanı bir araya gelmezdi.Peki bu değişiklik işe yarar mı? Oldukça zor. Öncelikle, iktidar Türkiye'nin dış politikasını dış ilişkilere dönüştürürken iki önemli değişiklik yaptı. İlki bu alanı tamamen iç politika maksadıyla araçsallaştırmasıydı. İkincisi de diplomasi ve sorunların barışçı yollardan çözümü ilkesi, yani yumuşak güç kullanımı yerine, sert güç üzerinden yürütülen bir dış ilişkiler uygulamasına geçilmesiydi. Bu iki değişiklik Türkiye'nin başarılı bir dış politika uygulaması yerine inanılırlığı ve güvenilirliği giderek aşınan, öngörülebilirliği sorgulanan bir dış ilişkiler düzeni yarattı. Bugün yürütülen açılım çabalarının seçim odaklı olduğunu bilmeyen yok. Dolayısıyla, dış ilişkilerdeki muhataplar da bu çabalara hızlı ve çabuk tepki vermek yerine "hele bir bekleyelim de bakalım seçimler ne gösterecek" düşüncesinden kendilerini kurtaramıyorlar. Rusya ne kadar teşvik ederse etsin, Ankara ne kadar hevesli görünürse görünsün, Suriye ile diyaloğun nefes kesici bir süratle gerçekleşmesi zor görünüyor. Arap basını ocak ayında yapılacağı söylenen Türkiye-Suriye Dışişleri Bakanları görüşmesinin tarihinin henüz belirlenmediğini yazıyor. Kaldı ki, Suriye ile bir açılım sürecine direnç göstereceği şimdiden belli olan, başta iktidarın desteklediği Suriye muhalefeti olmak üzere, birçok unsur mevcut. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun ABD'ye 18 Ocak'ta gerçekleştirmesi öngörülen ziyareti de bu belirsiz durumun bir başka boyutu. İkinci olarak, Türkiye toplumu artık iktidarın dış ilişkileri iç politika için araçsallaştırmasından bıktı. Bu konu seçim gündemini etkileme potansiyelini iyice kaybetti. Türkiye'de gündem "seçim mi geçim mi?" diye şekilleniyor. İbre "geçim"e kaydıkça seçimin işlevini belirlemek de seçmen için daha kolaylaşıyor. Peki çözüm ne? Aslında Suriye ile diyalog çoktan başlatılmalıydı. Bu konuda geç kalındı ve açılım çabalarının seçim odaklı olduğu gizlenemeyecek bir hal aldı. Dolayısıyla, inandırıcılığı ve samimiyeti şüphe uyandırıyor. Yine de bugünden başlatılan böyle bir girişimin, eğer gerçekleşirse, seçim sonrası dönemde yeni hükümetin işini kolaylaştıracağını kabul etmek gerekir. Türkiye'de iktidar değişikliği, inandırıcılık ve güvenilirlik sorununu da ortadan kaldıracaktır. İkincisi, Ankara ile Şam arasındaki diyaloğun Moskova'dan geçmesinin ne kadar işlevsel olduğu sorgulanmalı. Arabuluculuk birbirleriyle çatışan iki aktör arasında işlevsellik kazanır. Türkiye ile Suriye birbirleriyle çatışma içinde bulunan iki komşu değil ki! Üstelik, hem ikili meselelerini konuşabilmelerine ve çözüme kavuşturabilmelerine zemin hazırlayacak "Adana mutabakatı" gibi mekanizmaları mevcut, hem 2011 öncesi neredeyse ortak hükümet toplantıları yapacak kadar ileriye gitmiş bir arka planları var. İktidarın Şam yönetimini değiştirmeyi arzuladığı, muhalefeti de bu amaçla desteklediği Suriye tarafında bilinse de diyalog başlatılması bu hatanın itirafına, hatta anlaşılabilir ve şerefli bir çıkışa yardımcı olabilecek bir özrün ifadesine dahi yardımcı olabilir. Türkiye ile Suriye bir arabulucuya ihtiyaç duymasa da Moskova Türkiye'nin 2015'te düşürdüğü Rus uçağı ile ilgili sıkıntıyı 2016'da nasıl şerefli bir çıkışla giderdiği konusundaki tecrübesini Ankara ile Şam diyaloğunun başlatılmasında kolaylaştırıcı bir araç olarak kullanabilir. Diplomaside çare tükenmez. Önemli olan, çareyi yaratmak ve diplomasiyi bilmek, bilerek kullanmaktır. İktidar seçim öncesi kendi kendini sıkıştırdığı köşeden çıkmak için fırsat arıyor. Maalesef yanlış yerde arıyor. Seçmen ise, "dış politika" konularını seçim sonuçlarında etkili olabilecek önemli bir koz olarak görmüyor, aksine iktidar değişikliğinden sonra rayına oturacak, onurlu, omurgalı bir devlet politikasına dönüşmesini bekliyor.
Dış politika seçim kazandırır mı?
Ünal Çeviköz
İktidar seçim öncesi kendi kendini sıkıştırdığı köşeden çıkmak için fırsat arıyor. Maalesef yanlış yerde arıyor. Seçmen ise, "dış politika" konularını seçim sonuçlarında etkili olabilecek önemli bir koz olarak görmüyor.
2023'ün ilk on gününü geride bıraktığımız şu sıralarda en çok merak edilen konu şüphesiz bu yıl ülkemizde yapılacak olan seçimler. Neredeyse her konu dönüp dolaşıp seçimlere bağlanıyor. Yurt dışından bakıldığında Türkiye ile olan ilişkilerini gözden geçiren ülkeler "hele şu seçimlerin sonucunu bir görelim bakalım..." diye düşünüp beklemeye geçiyorlar. Yurt içinden baktığımızda da farklı bir tabloyla karşılaşmıyoruz. Atılan her adımın, verilen her sözün, vaadin, sunulan her paketin sonuç olarak seçim odaklı olduğu konusunda kimse kuşku duymuyor.
Seçim odaklı dış ilişkiler...
İktidarın dış ilişkilerinde de durum aynı. Bir bakıyorsunuz, 2022 yılından önce sorunlu ve mesafeli olunan birçok ülke ile birdenbire kol kola girilmiş, dostluk ziyaretleri, karşılıklı mesajlaşmalar, açılım sinyalleri dış ilişkilere hâkim oluvermiş. Kimi ülkelere karşı kullanılan ithamlar unutulmuş, yerini sıcak görüntüler almış. İlginç olan, son on yıldır ilişkilerin iyi gitmediği her ülke ile 2022 yılının başından beri böyle ani dönüşümler yaşanıyor olması. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır, İsrail...Son olarak da Suriye...
Moskova'da Türkiye Savunma Bakanı'nın Rus ve Suriyeli muhataplarıyla bir toplantı yapması ile Rusya'nın Türkiye'den doğal gaz alacağını 2024'e ertelemesinin aynı zamana denk gelmesi ise gözden kaçmıyor.
Suriye bu yeni seçim stratejisinin neresinde?
Yeni yılın ilk günlerinden beri iktidarın dış ilişkiler gündeminin en dikkat çeken konusu Suriye. "Esad ile Erdoğan görüşecek" söylemi uzunca bir süredir dolaştırılıyor. Önce Esad'ın görüşme için ileri sürdüğü ön şartlar kamuoyuna yansıdı. Ardından Esad'ın görüşmeyi istemediği söylentileri yayıldı.
Derken Moskova'da Savunma Bakanları görüşünce işlerin beklenmedik şekilde olumlu bir sürece doğru evrilmeye başladığı düşüncesi hâkim oldu. Hatta, yüksek düzeyde yapılan açıklamalarla Savunma Bakanları toplantısını Dışişleri Bakanları arasındaki bir görüşmenin izleyeceği, ardından da en üst düzeyde görüşmelere doğru ilerleneceği ileri sürüldü. Bu gelişmelerin bir dış politika stratejisi çerçevesinde gerçekleşmediği, Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı düzeyinde "dış ilişkiler"e bakışta farklılıklar olduğu da iyice belli oldu.
Cumhurbaşkanı daha kısa bir süre öncesine kadar "bir gece ansızın gelebiliriz" nağmelerinden dem vuruyordu. Savunma Bakanı'nın Moskova'da yaptığı görüşmeden sonra Rusya ve Suriye basını Suriye'deki TSK unsurlarının "tamamen" çekileceği konusunda mutabakata varıldığını ileri sürdüler. Savunma Bakanlığı bu iddiaları yalanlamadı. Dışişleri Bakanı ise, Moskova görüşmesinden sonra yılın son günlerinde Türkiye'nin desteklediği Suriye muhalefet unsurlarında gözlemlenen huzursuzluğu ortadan kaldırmak için bu gruplarla bir görüşme gerçekleştirdi.
İktidar seçim kampanyasında gündeme gelecek konuların en önemlilerinden birinin ülkemizde geçici koruma altındaki Suriyeliler olduğunun bilincinde. Bu sorunu hızlıca çözmek mümkün olmasa da en azından çözüm yolunda bir adım atıldığı izleniminin yaratılması büyük önem taşıyor.
Öte yandan, her ne kadar bir gece ansızın gidileceği söylense de Suriye'ye yeni bir harekatın yapılmayacağı artık belli oldu. Aksi takdirde Moskova'da iki Savunma Bakanı bir araya gelmezdi. Geldikten sonra harekât yapılması ise Moskova toplantısını ve Rusya'nın çabalarını yok farz etmek olacaktır. Dolayısıyla, iktidar sert güce dayalı dış ilişkiler stratejisini seçim odaklı bir bakış üzerinden diyalog ve çözüm hedefli bir anlayışla değiştirmeye çalışıyor. Geçici koruma altındaki Suriyeliler konusunu da Şam ile konuşmadan çözmek mümkün olmadığına göre, bu değişiklik kaçınılmaz hâle geliyor.
İnanılırlık ve güvenilirlik sorunu...
Yorumlar