Eğer kişi bir gazeteci veya muhabir” olarak deprem bölgesinde bulunuyorsa orada olup bitenlere dair sadece gerçek olguları” aktarmakla yükümlüdür, şahsi yorumunu verdiği haberin içine asla katamaz ve eğer bunu yaparsa mesleki bir etik ihlalinde bulunmuş olur. Türkiye çok büyük bir afetle karşı karşıya; on binlerce yurttaşımız hayatını yitirdi ve yaralandı. Hepimiz bu acıyı derinden yaşıyoruz ve paylaşıyoruz; elimizden geldiğince yaraların sarılması için mücadele ediyoruz, hiçbirimiz iyi değiliz, iyi olmayacağız, sorumlulardan hesap sorulmadan normalleşmeyeceğiz, endişeliyiz, korkuyoruz ve öfkeliyiz. Ancak her şeye rağmen halkın tüm Türkiye’de ilk andan itibaren ortaya koyduğu birliktelik, müthiş dayanışma duygusu ve birbirine sahip çıkması umutlarımızı yeşertiyor. Depremin ilk gününden itibaren pek çok gazeteci ve medya kuruluşu deprem bölgelerine gittiler; mesleğin ilkelerini gözeten yayınlar da yapıldı ancak genel olarak Türkiye medyası pek çok mesleki etik ihlallerinin altına imza attı ve afet gazeteciliğinde sınıfta kaldı çünkü tüm taraflara karşı gerekli mesleki hassasiyeti ve mesafeyi koruyamadılar. Pek çok gazetecinin de mesleklerini yaparken yine pek çok engelle karşı karşıya kaldığını da ifade etmek gerekiyor. Gazeteciler de insandır; duyguları vardır, çok zor şartlarda görevlerini ifa ediyorlar ama afet zamanlarında gazetecilerin yapacağı en ufak mesleki ihlaller sadece etik bağlamda kalmayabilir ve bir kaosa sebep olarak pek çok depremzedenin hayatına mal olabileceği gibi yardımların nitelikli olarak ulaşmasını da engelleyebilir. Basın meslek ilkeleri konusunda her gazetecinin pusulası olması gereken Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi bir gazetecinin uyması gereken mesleki etik ilkelerini genel olarak şu şekilde aktarır: Gazeteci; basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüstçe kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve oto sansürle mücadele eder. Gazeteci, önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoriteleri ve işverenine olan sorumluluklarından önce gelir. Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal nitelik taşır. Gazeteci, ilettiği haber ve bilginin sorumluluğunu üstlenir. Gazetecinin özgürlüğünün içeriğini ve sınırlarını, öncelikle sorumlulukları ile meslek ilkeleri belirler.(…) Gazeteci; halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüğünü kullanırken kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçekleri çarpıtmadan aktarmak zorundadır. (…) 
Yapılan afet gazeteciliğine bakıldığında ve medyanın hal-i pürmelâli gözetildiğinde zaman zaman sadece tasmalı bir fino köpeği işlevi gördüğü açık.
Gazeteci, kaynağını bilmediği bilgi ve haberleri yayınlamaz; kaynak açık olmadığında, yayınlamaya karar verdiği durumlarda da kamuoyuna gerekli uyarılarda bulunur. (…) Gazeteci; mesleğini, reklamcılıkla, halkla ilişkilerle veya propagandacılıkla karıştıramaz. (…) Haber ile yorum ve görüş ayrımı açık yapılmalı, okurun ve izleyicinin neyin haber, neyin yorum olduğunu kolayca seçebilmesi sağlanmalıdır.(…) Fotoğraflarda ve görüntülerde yansıtılan gerçekliği deforme edecek ekleme, çıkarma, kolaj veya montaj yapılmamalıdır. (…) Cesetleri yakın plan gösteren, kan ve şiddet unsurları içeren fotoğraflara yer verilmemelidir. (…) Gazeteci dijital platformlarda meslek etik kurallarını zedeleyici üslupla, içerik üretip yaymamalıdır. Gazeteci, haber içeriklerini sosyal medya hesapları, web siteleri ile bloglarında paylaşırken çarpıtma, yanıltma, yönlendirme yapmamalı, kişi ya da kurumları, teyit edilmemiş bilgilerle zan altında bırakmamalıdır. (…)  18 yaşından küçük olan mağdurların kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol açacak şekilde yayın yapılmamalı, fotoğraf, görüntü ve çizim kullanılmamalıdır. Çocuğun kişiliğini ve davranışlarını etkileyebilecek durumlarda, gazeteci, bir aile büyüğünün veya çocuktan sorumlu bir başkasının izni olmaksızın çocukla röportaj yapmamalı veya görüntüsünü almaya çalışmamalıdır.” Gazetecilik öğrencilerine lisans birinci sınıftaki Haber Toplama ve Yazma derslerinde öğretilen ilk şey Haber, tarafsız ve nesnel olarak verilir. Bir gazeteci veya muhabir yaptığı habere kendi kişisel yorumunu katamaz” ilkesidir. Burada deprem bölgelerinde “hangi sıfatla” bulunulduğu belirleyici oluyor. Eğer kişi bir “gazeteci veya muhabir” olarak deprem bölgesinde bulunuyorsa orada olup bitenlere dair “sadece gerçek olguları” aktarmakla yükümlüdür, şahsi yorumunu verdiği haberin içine asla katamaz ve eğer bunu yaparsa mesleki bir etik ihlalinde bulunmuş olur. Ama eğer kişi orada “gözlemci bir köşe yazarı” olarak buluyorsa zaten gazeteci/muhabir olmadığı için kendisinden “haber” geçmesi beklenmez ve kişisel yorumunu aktarabilir. Şunu unutmamak gerekir; haber, profesyonelce yazım ve üretim kuralları olan, unsurları olan(6N+1K), dolayımdan geçirilerek tasarlanan bir iletidir. Yani her söylenen, her aktarılan veya her yazılan ileti haber değildir, köşe yazıları haber değildir, röportaj ve söyleşiler haber değildir. Bir “gazeteci/muhabir” ile bir “köşe yazarı” veya “konu uzmanı” arasındaki farkı bilmek önemlidir çünkü her birinin aktardığı bilginin “tanımı” birbirinden çok farklıdır. Klasik demokrasi kuramı içerisinde medyanın en önemli işlevleri arasında halkın bilgi alma hakkına hizmet etmek ve halk adına tüm güç odaklarını bir bekçi köpeği işleviyle izleyerek denetlemek (Watchdog Function) vardır. Ancak yapılan afet gazeteciliğine bakıldığında ve medyanın hal-i pürmelâli gözetildiğinde zaman zaman sadece tasmalı bir fino köpeği işlevi gördüğü açık.  Bir gazeteci depremzedeleri kullanarak çadır metrekaresinin, antresinin ve şartlarının güzellemesini yapamaz, bir gazeteci duygusal olarak bağırıp çağırıp veya ağlayarak anons çekip kitleyi duygusal olarak ajite edemez, bir gazeteci günlerdir enkaz altında bulunan bir depremzedeye bağırarak onun sesini enkaz altından ekrana vermeye çalışamaz, bir gazeteci depreme dair gerçekleri sırf güç odaklarına yaranmak için manipüle edemez, bir gazeteci enkazdan çıkan insanların o haldeyken görüntülerini kendisinden veya yakınlarından izin almadan paylaşamaz, bir gazeteci manipülatif sorularla sürekli depremzedelerin acılarını tekrar tekrar tazeleyemez, bir gazeteci çocukların ve bebeklerin görüntülerini öylece paylaşamaz, bir gazeteci enkaz görüntülerinin fonuna acıklı müzikler yerleştirip acıklı perforelerle yayınlayamaz, bir gazeteci derdini anlatmaya çalışan ve isyan eden depremzedelerin sesini kesemez, mikrofonu onlardan saklayıp sansürleyemez, medya rejileri sansür ve oto sansüre hizmet edemez çünkü gazetecinin aslen sorumlu olduğu ve sesini duyurmakla yükümlü olduğu tek merci halktır ve tek hassasiyeti kamu yararıdır. Louis Althusser, “İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları” isimli eserinde devletin baskıcı ve ideolojik aygıtlarından söz eder. Bu bağlamda medya ve kitle iletişim araçları devletin ideolojik aygıtları olarak tanımlar. Yani Althusser’e göre, medya ve kitle iletişim araçlarının en önemli işlevi hâkim ideolojinin her nevi doktrinini kitlelere kabul ettirmek, onları ikna etmek ve rızalarını üretmektir. Günümüzdeki iktidar ve farklı güç odaklarının medya yapılanmalarıyla girdiği ilişki biçimi ve medyanın siyasi iktidarın mutlak kontrolündeki sahiplik yapısı değerlendirildiğinde, Althusser’in haklı olduğu yadsınamaz bir gerçek. Evrensel teorik ve pratik tanımlamaları olsa da haber kavramı her gazetecinin/habercinin etik ilkelerine, ideolojisine, değer yargılarına, kültürel kodlarına göre değişken olabilir. Öte yandan, haber kavramı her medya kuruluşunun yayın kimliği ve yayın politikasına göre de değişkendir. Bu noktada her medya kuruluşu hedef kitlesine hangi bilgiyi ne ölçüde ve ne amaçla vereceğini belirler. Bu da haber kavramının değişkenliğinin ve içinin boşaltılmasının temel sebeplerinden biridir. Aynı enformasyon farklı medya yapılarında birbirinden çok farklı nitelik ve amaçlarla haber olarak tasarlanıp aktarılabilmektedir. İktidarlar ve her nevi güç odakları kendi menfaatleri doğrultusunda dezenformasyon, misenformasyon, çarpıtma ve manipülasyon yöntemleriyle yalan haber kurgulayıp dolaşıma sokabilirler, kendilerine yandaş kitleler ve bindirilmiş kıtalar da bulabilirler ancak bir şeyi gözden kaçırmamak gerekiyor; yalan ve sansüre uğramış haberlerin nihai faturası önünde sonunda toplumun tüm kesimlerine aynı ağırlıkta negatif olarak kesilecektir. Bu bağlamda okuyucu, dinleyici ve izleyici kitleler de kendi haber alma özgürlükleri için gelen her iletiye ve habere körü körüne inanmak yerine sorgulamaya ve teyit etmeye açık olmalılar. Yaşadığımız ağır afetin de bize gösterdiği üzere; ana akım medyanın devlet mekanizmasıyla sansür ve baskı altında bulunduğu ülkelerde bağımsız yayın kuruşlarının ve serbest gazetecilerin varlığı bilgi alma ve ifade hürriyeti noktasında hayati öneme sahip. Bundan dolayı da eğer kitleler gerçek habere erişmek istiyorlarsa bağımsız medya kuruluşlarının ve gazetecilerin her anlamda arkalarında durup destek vermeliler ve ellerini taşın altında koymalılar.