Böylesine birleşe birleşe kazanarak sadece kendi tarihimizde büyük bir sıçrama yapmakla kalmayacağız, birçok gözlemcinin ifade ettiği gibi, dünyanın başka yerlerinde demokrasi özlemi çeken halklara da ilham kaynağı olacağız.  Bir önceki yazıda Alevi bir cumhurbaşkanının şu dönemde Türkiye için neden avantajlı olduğu sorusunun cevabına giriş yapmıştım. Bu yazıda kaldığım yerden devam ediyorum. Cumhuriyet’in özünde iki ilkeye dayandığını ifade etmiştim: 1) Hakimiyetin bir hanedandan cumhura yani halka geçmesi, 2) Devlet ve ülkenin üzerine oturduğu hukuk sisteminin Şeriat’tan pozitif hukuka geçmesi. Devlet sisteminde meydana gelen bu iki köklü değişim toplum anlayışında da köklü bir değişim gerektiriyordu. Yani, T.C. Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan insanların tamamını birbirine bağlayacak ortak toplumsal zemin değişiyordu. Toplum, ortak paydası hanedana sadakat olan bir dini cemaatler (ümmetler) topluluğu olmaktan çıkıp temel referansı T.C. Devleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlılık olan Türk Milleti’ne dönüşecekti. Elbette pratik teoriye nazaran çok daha karmaşık ve problemli gelişti. Ancak pratikte karşımıza çıkan sorunlar, bizleri Cumhuriyet’in yanlış bir tercih olduğu - dolayısıyla saltanat ve Şeriat’la devam edilmeliydi - sonucuna götürecek boyutlarda değil. Aksine, bu sorunları Cumhuriyet’in daha da geliştirilmesi, moda tabirler demokrasi ile taçlandırılması için bir öğrenme vesilesi olarak görmek gerekir. Yüz yıllık bir tecrübeden sonra şimdi hem laik ve demokratik devlet sisteminin olgunlaşması hem de toplumun temelini oluşturacak seküler kolektivitenin inşası açısından yeni bir eşiğe ulaşmış durumdayız. Daha önce ifade ettiğim gibi, Cumhuriyet rejiminin teoride ön gördüğü vatandaşlık bağına dayanan siyasal-toplumsal bir kavram olarak millet inşası pratikte çok başarılı olamadı ve Türk Milleti kavramı büyük oranda etnik ve dini bir içerikle dolduruldu. Yeni millet toplumsal ve dini bakımdan Osmanlı düzenindeki Müslüman Milleti’ne dayandığından, her ne kadar seküler görünse de özünde Sünniliği ana maya olarak benimsedi. Dolayısıyla Alevileri ve Sünni olmayan diğer dini grupları – T.C. vatandaşı oldukları halde – de facto dışarıda bıraktı. Öte yandan, seküler boyutuna baktığımızda, millet kavramının vatandaşlık bağını ikinci plana iterek neredeyse etnik bir kategoriye indirgendiğini ve başta ülkenin ikinci en büyük etnik grubu olan Kürtler olmak üzeri diğer etnik grupların bu kavramın dışında bırakıldığını görüyoruz. Sonuç itibariyle, hakimiyetin halka ait olduğu ve devletin pozitif hukuk düzenine tabi olacağı iddiasıyla doğan Cumhuriyet, bu iddiaların toplumsal karşılığı olacak vatandaşlık bağı üzerinden şekillenmiş bir millet inşa etmekte çok başarılı olamadı. Yeni millet, Osmalı’daki milletin hafiften uyarlanmış bir şeklinden öteye gidemedi, Sünnilik ve Türklük’le sınırlı kaldı. Nitekim bugün Erdoğan, Bahçeli ve diğerleri ‘milletimiz’ derken tam olarak bu toplumsal entiteye işaret ediyorlar. Ancak, 21. Yüzyıl Türkiyesi’nde bu ‘millet’ T.C. vatandaşlarının yarısından azına tekabül ediyor. Dolayısıyla, devletin işleyişini ve ülkenin bütünlüğünü özünde Sünni-Türk demek olan bu kesime dayandırmak toplumsal barışı ve ülke bütünlüğü tehdit ediyor. Gelinen noktada, Türkiye’nin yarınlara başarı ve huzurla yürüyebilmesi için yeni bir toplumsal sözleşme inşa etmek kaçınılmaz. Dini, ideolojik, etnik, kültürel ve toplumsal bakımlardan tam bir mozaik olan Türkiye toplumunun hepsini bir araya getirecek toplumsal sözleşme doğal olarak dini ve etnik referanslara dayanamaz. Geçtiğimiz yüz yıl içinde bunlar fazlasıyla denendi ve başarısız oldu. Şimdi herkesi birleştirecek ve kuşatacak yeni bir zemin inşa etme zamanı. Peki bu zenim ne olabilir? Cevap için fazla uzağa gitmeye, yeni keşiflere hiç gerek yok. Cumhuriyet’in ana fikrine inmek yeterli. Türkiye’nin bütün kesimlerini birleştirecek tek ve en güçlü zemin vatandaşlık bağı üzerinden şekillenen yeni bir millet kavramı olacaktır, tıpkı Amerikan, Alman, Fransız gibi. Aslına bakarsanız, bu anlayışın bir an önce geliştirilmesi ve T.C. vatandaşı olan herkesin kendisini içinde eşit hissedeceği bir milletin inşa edilmesi ülkenin en önemli ve en acil ihtiyacıdır. Aksi takdirde ne toplumsal barış ne devletin verimli işleyişi ne de refah ve huzur mümkün değil. 14 Mayıs seçimleri Cumhuriyet’in kuruluşundan tam yüz yıl sonra bu fırsatı bize altın bir tepsi içinde sunuyor. Millet İttifakı’nın bileşenleri Türkiye’nin hemen hemen bütün toplumsal kesimlerini temsil ediyor. Seçimden sonra beklenmedik bir kavgayla ayrışmazlar ve kendilerinden beklenen tarihsel misyonu gerçekleştirebilirlerse, ülkeye din ve etnisite sınırlarını aşarak bir arada olmanın mümkün olabileceğini gösterecekler ve adil bir hukuk sistemi içinde vatandaşlık üzerinden birleşmenin temelini atacaklardır. Esasen, Millet İttifakı’nın seçim kampanyası bu yeni kaynaşmanın sinyallerini fazlasıyla veriyor. Yine, bu ittifakın birleştirici odağı olan kişinin Sünni-Türk olmaması birçok açıdan önemli fırsatlar sunuyor. Sadece ikisini belirteyim: 1) Böyle bir kişinin müesses nizama mutlak egemen olması imkansızdır. O yüzden devlet yönetiminde uzlaşmaya ve paylaşıma her daim mecbur kalacaktır ki bu demokratik mekanizmaların gelişmesi için çok önemli ve gerekli. 2) Kılıçdaroğlu’nun kimliği ve konumu ‘Sünni-Türk Milleti’nin dışında kalan kesimlerin yeni toplumsal sözleşmenin paydaşı olabilmesini kolaylaştıracak, yıllardır süregelen mağduriyetlerin oluşturduğu küskünlük ve uzaklaşma hissini bertaraf ederek ülkenin neredeyse tüm kesimlerini buluşturabilecek bir iklimi doğuracaktır. Dilerim Türkiye bu fırsatı kaçırmaz. Böylesine birleşe birleşe kazanarak sadece kendi tarihimizde büyük bir sıçrama yapmakla kalmayacağız, birçok gözlemcinin ifade ettiği gibi, dünyanın başka yerlerinde demokrasi özlemi çeken halklara da ilham kaynağı olacağız.