Bu rejime karşı bir değil iki kez galibiyet kazanmış; İstanbul’da -ben daha doğmamışken- başlayan o hikâyenin artık sonunun gelmekte olduğunu bütün Türkiye’ye göstermiş bir lideri, Ekrem İmamoğlu’nu oyunun dışına atmak istedikleri herkesin malumu. Türkiye’nin geleceğine yön verme iddiasını ortaya koyan bütün liderlere, Altılı Masa’da tarihi bir sorumluluğu sırtlananlara yazıyorum bu mektubu… Ülkesine binlerce kilometre uzakta yaşayan ama Türkiye’nin iyiliği için bunca mesafeden uykusu kaçan bir Türk genci olarak yazıyorum… Tıpkı önceki jenerasyonlarda olduğu gibi, genç yaşta ülkesine dair hayal kırıklıkları, kalp ağrıları ve derinleşen yaralar biriktiren bir ‘Z jenerasyonu’ üyesi olarak yazıyorum… Hani o ulaşmak için kırk takla attığınız ‘gençler’den biri olarak… Dertleşmek için değil; derdimize çare olmanızı tüm vicdanımla istediğim için yazıyorum. Dün, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak getirmeyi amaçlayan o utanç kararı verildikten sonra Saraçhane’yi ziyaret eden binlerce insan oldu. İçlerinde parti liderleri, potansiyel cumhurbaşkanı adayları, belediye başkanları vardı. Ama hiçbiri, Saraçhane’nin “en büyük” konuğu değildi. O onur, 101 yaşındaki Profesör Doktor Nermin Abadan Unat’a aitti. Bir asrı aşmış o hayat bilgesi, kameralara bakıp “milletin reyiyle seçilmiş belediye reisinin hakkını reyin sahibi korur” diyordu. Televizyonun başında Unat’ın Türkiye’de yaşadığı yüzyılı düşündüm. Yaşadığı acıları, tanık olduğu sürprizleri, içinde bulunduğu ilerleme öyküsünü… Tarihin iyiyle kötü arasında ne kadar gelgit yapsa da günün sonunda bir yolunu bulup hep daha iyiye yol aldığı o izleği… Öyle ki, dünyanın hemen hiçbir yerinde kadınların ne oy verebildiği ne de herhangi bir kamu pozisyonuna aday olabildiği bir zamana doğmuştu. On yıllar süren savaşlar sonunda bitkin, yaralı ve bitap bir İmparatorluğun çöküşüne tanık oldu bebekliği. Karanlık günlerde büyüdü. Ama ardından yükselen o sarışın, mavi gözlü devle birlikte doğduğu coğrafya için yeni bir çağ başladı; Cumhuriyet, Türkiye’ye yeniden özgüven kazandırdı. Unat, o dönemde bir araya gelip yeni bir kalkınma hamlesini mümkün kılan; ülkenin her köşesinde iş üreten, kendini Batı dünyasının içinde yeniden tanımlayan bir ülkenin vatandaşı oldu. Artık seçmendi; egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu öğreniyor, “söz milletin” diyenlerin demokrasi çağrısını duyuyordu. Demokrasiye geçmek için hiçbir sebebi olmayan bir lider, tam da o dönemde kendi koltuğuna mal olacak geçişi tamamlıyor; Milli Şef’likten, muhalefet sandalyesine düşüşünü “hayatımın en büyük yenilgisi, aynı zamanda en büyük zaferidir” diye tanımlıyordu. Savaşları, ambargoları, darbeleri yaşadı Unat. Hiçbir zaman her şey güllük gülistanlık olmadı. Burası Türkiye’ydi neticede. Ama darbelerin gönderdiklerini milli irade geri getirdi; hak, adalet ve demokrasi talep eden halk her zaman hak, adalet ve demokrasi için geri dönmeyi becerdi. Türkiye’de askeri rejimlerin kısa sürede kendi kendini defetmesi biraz da bu yüzdendi. 90’ları da gördü Unat. Kendi ülkesinde, alt sınıf vatandaş olarak görülenlerin kimi zaman muhafazakârlar, kimi zaman Kürtler, kimi zaman sekülerler olduğunu yaşadı. Eline çekiç verilenin, güçsüz bulduğunu çiviye dönüştürdüğüne tanık oldu. Mağdurların kurduğu mağrurluk rejiminde “rey”ini de kullandı; “reyin sahibi” olarak “belediye reisi seçilene” sahip de çıktı. O asırda çok acı, kahır ve kalp kırıklığı yaşadı Unat. Ama, aynı zamanda, Türkiye’nin bir anka kuşu gibi kendini hep yeniden doğurabildiğine tanık oldu. İlerlemenin ve yeni başlangıçların öyküsünü yaşadı Türkiye’de. Saraçhane’nin en büyük konuğuydu o. Ben, Unat’ın hayat tecrübesinin sadece 5’te 1’ine sahip bir Türk genci olarak; hayatı boyunca bir rejimin ceberrutlaşma hikayesine doğrudan maruz kalmış, hayat tarzı saldırıya uğramış, kendini ülkesindeyken “evinde” hissedememeye başlamış bir genç olarak; Unat’ın Türkiye’de geçirdiği yüzyılı Altılı Masa’da oturan sizlerin bugün gözlerinizin önünden geçirmenizi istiyorum sadece. Ve kendinize şu soruları sormanızı: Eğer ben, Unat kadar uzun yaşar da Türkiye’de geçirdiğim asra dönüp bakarsam, ne göreceğim? Türkiye, benim hayatımda ne anlama gelecek? Ve siz, o masada oturanlar, bu anlamı belirlemek için gerekeni yapacak mısınız? Yoksa Türkiye Cumhuriyeti’nin pişmanlıklar rejimine bir yeni yarım kalmış hikâye mi eklenecek? Son 24 saatte yaşadıklarımızın bir siyaset mühendisliği projesi olduğu açıkça belli. Bu rejime karşı bir değil iki kez galibiyet kazanmış; İstanbul’da -ben daha doğmamışken- başlayan o hikâyenin artık sonunun gelmekte olduğunu bütün Türkiye’ye göstermiş bir lideri, Ekrem İmamoğlu’nu oyunun dışına atmak istedikleri herkesin malumu. Eğri oturup doğru konuşalım… Aylardır o Masa’nın altından birbirinizin paçalarından çekiştiriyor, sanki Türkiye’nin önünde normal bir seçim varmış gibi koalisyon pazarlıklarıyla, aday dayatmacılıkla uğraşıyorsunuz. Halktan uzakta, kapalı kapılar ardında siyaset yapıyorsunuz. Halk ile ve halk için yepyeni bir sayfayı açma sorumluluğunu yüklenecek o kişiyi, halkı duyamadığınız bir odada belirleyeceğinizi söylüyorsunuz. Hata ediyorsunuz. Önümüzdeki seçim sadece bir avuç parti ve aday arasında yapılacak, olağan bir seçim olmayacak. Türkiye’nin karakterine; ülkemizin önümüzdeki yüzyılında neye benzeyeceğine dair iki ayrı hayali oylayacağız. Ceberut, içine kapalı, herkesle kavga eden bir Türkiye mi; herkesin yaralarını sardığı, bireyin özgürlüklerine saygı duyan, sözü millete vermiş bir ülke mi? Bir tercih yapacağız. Ve aslında biz bu tercihi İstanbul’da yaptık. Hem de iki kere yaptık. Dün iradesi zapturapt altına alınan halkın iradesi, tam da bu tercihin idaresidir. Artık yeni bir sayfa açmak için oy kullanmış İstanbulluyu, geçmişe döndürmek için alınmış bir karardır. Artık pazarlıkların, paçadan çekiştirmeciliğin, dedikodu siyasetinin zamanı doldu. Bu karar, umarım hepiniz için önümüzdeki seçimin sıradan bir seçim olmadığının anımsatıcısı, sırtlandığınızın sorumluluğun hatırlatıcısı olmuştur. Ve umarım bugün; halkın hak, adalet ve demokrasi talebini karşılar, siyasi varlığı hak, adalet ve demokrasi talebini temsil eden İmamoğlu’nu halkın adayı olarak Saraçhane’den Türkiye’ye uğurlarsınız. Eğer bunu yapmazsanız, o şarkı bu defa yarım kalabilir… Oysa bizim, tıpkı Sezen Aksu’nun şarkısındaki gibi, şarkılar söylememiz lazım avaz avaz. O Türkiye Hayali’nde bir araya gelmemiz lazım. Not: Unat’ın hayat öyküsü üzerinden gelecek yüzyılı sorgulama fikri, Barack Obama’nın 2008 seçimlerini kazandıktan sonra yaptığı konuşmadan esinlenilmiştir.