“Baykal’lı CHP tarihinin başarı olduğunu hiçbir şekilde söylemek mümkün değil. Tersine politik yenilgilerle ve ideolojik yalpalamalarla, gerilemelerle yüklü bir siyasal yaşam. Büyük ve makro siyasetinde ne kadar başarısızsa Baykal, kişisel siyasetinde o ölçüde başarılıydı.” Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı siyaset bilimci Hasan Bülent Kahraman yazdı
I
Yapılı bedeni ve hayatı boyunca övündüğü, güvendiği yakışıklılığı, temiz ve dikkatli giyimiyle kader konuşmalarından birini yapmak için delegelerin oturduğu salondan yaklaşık 10 metre, üç katlı bir bina yüksekliğindeki kürsüde bulunan Baykal’ın yanındaydım, bir vesileyle. Aylardan Temmuz’du. Yıl 1991. İçinde bulunduğumuz salon belki 50 dereceydi. Zerre kadar heyecanı, telaşı yoktu. ‘Hiç heyecanlanmadınız mı’ diye sordum. Hafifçe gülümseyerek delegeleri gösterdi, ‘heyecan onlarda’ dedi. Gerçekten de ona taraf ve karşı olan tüm delegeler delice bir heyecan içindeydi ve Baykal bu gerilimi kullanmak niyetindeydi. Terlemeye başlamıştı. Bir kağıt mendili alnında gezdirmeye başladığında cebimdeki keten mendili uzattım. Gene bir espri yaptı, ‘aşağıda bir lira vereyim, yoksa mendil almak acı getirir’ dedi ama mendili sonuna kadar kullandı, eli alışkanlıkla daha çok kağıt mendillere gitse de.
Belli ki, kürsüde kaldığı süreyi uzatmak, yandaşlarının, tezahüratlarıyla karşıtlarını ezmesini istiyordu. O arada gazeteciler teyplerini yerleştirip yavaş yavaş çekilmeye başladılar. O bir süre de kağıtlarını kurcalayarak oyalandı. Sonra birkaç kere konuşmasına başlamak üzere hitap cümlelerini kurmaya çalışır gibi yaptı ve sanki tezahürattan fırsat bulamıyormuş gibi her defasında sustu. Yine denedi. Yine sustu. Her susuşunda delegeleri seslerini büsbütün artırıyordu. Tüm Türkiye siyasetinin o anda somutlaştığı kürsüyü bir tiyatro sahnesine dönüştürmüş, kendisini tragedya kahramanlarının yerine koymuş, rolünü oynuyordu.
Her defasında olduğu gibi güçle ve şehvetle konuştu. Partisinin büyük hatipler geleneğine bağlıydı. Son örnek Bülent Ecevit’ti. Aralarında önemli farklar vardı. Ecevit büyük yeteneğine rağmen konuşmasını yazardı ve çok daha bütüncül, akıcı bir tarzla metnini aktarırdı. Daha şiirseldi. Baykal yazmazdı. Notlar alırdı. Doğaçlamayı severdi. Konuşma üslubu kelimeleri gülle gibi savurmaya dayanırdı. Ecevit’in bir kez olsun bağırdığını görmedim. Baykal yeri geldiğinde sesini kısacak kadar haykırırdı.
Konuşma onun için bir edimdi. Politika yapmasının
tek aracıydı. Kendisini gerçeklemenin, varlığının en üst düzeyde bilincine varmasının da aracıydı konuşma. O gün de salonu coşturdu ama Erdal İnönü’ye karşı SHP Genel Başkanlığı mücadelesini ikinci kez kaybetti. Öncesinde bir kez yitirmişti. Birkaç ay sonra yeniden kaybedecekti.
Bahsettiğim konuşmasını ‘ben 3’ün 5’inden Tekel emeklisi Hüseyin Hilmi oğlu Deniz Baykal. Bu kurultayda SHP Genel başkanlığına değil Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlığına adaylığımı koyuyorum’ diyerek bağlamıştı. SHP Genel Başkanlığını da TC Başbakanlığını da elde edemedi. Çok yıllar sonra bir koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olacaktı.
1990’lı yılların başındaki Baykal’ın yazgısı bu özetle kalmadı. Ayrıntısına burada girmeyeceğim ama saat saat izlediğim bir süreçle 1992 yılında 9 Eylül günü yapılan kurultayda CHP yeniden açıldı, Baykal, SHP’de elde edemediği genel başkanlığı, kuşkusuz çok daha övünçlü ve mutlu, CHP’de sağlamıştı. Atatürk, İnönü ve Ecevit’in oturduğu koltuğa yerleşiyordu. Erdal İnönü’nün koltuğuna oturmaktan daha onurluydu. Ondan sonra da iniş çıkılarla dolu şekilde 16 yıla çok yakın bir süre yerini korudu. CHP’nin tarihsel olarak en büyük dönüşümlerinde ve atılımlarından birini gerçekleştiren Bülent Ecevit onun tam yarısı kadar ancak 8 yıl bulunmuştu partinin başında.
Baykal, ‘sol’ siyaseti daima gelenek-gelecek gerilimine oturtmuştur. Önce SHP’de başlayan ve çok ciddi aşamalara gelen bu tartışmayı gördüğü için girişte belirttiğim kurultaya İsmail Cem’le birlikte Yeni Sol kavramını önererek geldi ki, o ana kadar bu kavram çok kullanılmış, etrafında gruplar oluşmuştu.
Baykal’lı CHP tarihinin
başarı olduğunu hiçbir şekilde söylemek mümkün değil. Tersine politik yenilgilerle ve ideolojik yalpalamalarla, gerilemelerle yüklü bir siyasal yaşam. Büyük ve makro siyasetinde ne kadar başarısızsa Baykal, kişisel siyasetinde o ölçüde başarılıydı. Bunca uzun liderlik tarihinde, geçmişiyle iftihar eden kurucu parti CHP, 1999 seçiminde, Baykal GB iken, ancak %8.7 oy alarak baraj ve parlamento dışında kaldı. Bir önceki 1995 seçimlerinde de ancak binde yedi oy farkıyla, %10.7 oranında oyla parlamentoya girebilmişti.
SHP’yle birleşmeyi sağlayan ve bu partiyi yutan CHP’nin bu manevrasının arkasında kuşkusuz iki faktörden biri SHP GB’nı Karayalçın’ın yetersizliği ve öngörüsüzlüğü, diğeri Baykal’ın hırsları ve kişisel ikbaline dönük iradesiydi. Tarihsel ölçüde önemli olan bu türden bir olayın sadece bu faktörlerle açıklanması olanaksızdır. Olayı hazırlayan dışsal etkenler mevcuttur ve gerçektir. Bununla birlikte parlamento dışı kaldığı için GB’tan istifa eden Baykal’ın bir buçuk yıl sonra dönüp yeniden aynı koltuğa oturması o dışsal faktörlerin etki gücünü çok azaltıyor. Unutmayalım ki, AKP dışında parlamentoya giren tek parti CHP, 2002 seçimlerinde de ancak %19.3 oy alabilmişti. GB olduğu dönemde yapılan üç seçimden sonra katıldığı son seçim olan 2007’de CHP %20.8’de kalmıştı. 1999 seçimi dışında tüm seçim sonuçlarını ‘zafer’ olarak nitelendiren Baykal 2010’da CHP GB’nı bir daha dönmemek üzere terk edecekti ama politik yaşamını sürdürecekti.
Verdiğim kısa tarihi ve hakkında yukarıda geçerken yaptığım değerlendirmeyi biraz daha somutlaştırırsam, Baykal’ın siyaseti, aşağıda vurgulayacağım nedenlerle, çok büyük ölçüde kendi kişisel başarısı için
araçsallaştırdığını söylemem gerekir. Türkiye’ye çok farklı katkılar sağlayabilecek SHP’yi genel sekreterliği döneminden başlayarak çok dar bir koridora sıkıştırdığı o tarihi inceleyenlerin kayıtlarında mevcuttur. Müthiş bir pragmatizmle Baykal hemen hemen hiç stratejik politika izlememiş daima taktik manevralarla ilerlemiştir. Parti tabanının yarısının her şeye rağmen ona bu derecede bağlı olmasını ise ancak siyasal davranışçılar ek çalışmalarla açıklayabilir. Üstünde çok düşündüğüm ve çalıştığım söz konusu olguyu siyasal modernleşmenin bir parametresi olarak görmek de gerek.
Daha ileri gitmeden burada şunu belirtmek zorundayım. Baykal, ‘sol’ siyaseti daima gelenek-gelecek gerilimine oturtmuştur. Önce SHP’de başlayan ve çok ciddi aşamalara gelen bu tartışmayı gördüğü için girişte belirttiğim kurultaya İsmail Cem’le birlikte
Yeni Sol kavramını önererek geldi ki, o ana kadar bu kavram çok kullanılmış, etrafında gruplar oluşmuştu. Baykal GS iken bu kavramı telaffuz edenler şiddetle karşı çıkıyor ‘yenilikçilik nedir, bugün yeni olan yarın eski olur’ diye çatıyordu. Daha sonra CHP’yi açınca kısa süre bu anlayışı sürdürdü. İsmail Cem harıl harıl sonradan kimsenin hatırlamayacağı programı yazıyordu. Oysa aynı CHP tamamen ‘Atatürk’ün partisi’ düşüncesiyle ve 1930’ların sembolizmiyle başlamıştı. Bir süre sonra, aşağıda ele alacağım, Baykal bunların tümünü reddederek CHP’yi milliyetçi bir parti çizgisine bile isteye oturttu.
Baykal’ın politik hırsları daha 1976 yılında yapılan Kurultayda kendisini belli etmiştir. Henüz 1973’te girdiği siyasette CHP Genel Sekreter Yardımcı olmuş, ardından ‘5’ler Harekatı’ adı verilen bir kalkışmayla görevinden istifa ederek, 1976 kurultayında Ecevit’e karşı cephe alarak kurultaya kaybedeceği bir liste sunmuştur.
II
1960’ların sonunda başlamış bunca uzun bir politik hayatı sadece genel başkanlık tarihiyle sınırlamak zor ve anlamsız. O zaman bu tarihi akılda tutarak o uzun tarihin diğer dönemeçlerine, nirengi noktalarına bakmak gerek.
1960 askeri darbesi öncesinde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyan bu genç için hayatı boyunca peşini kovalayan hayalet, ordunun yönetime el koymasından birkaç gün önce Kızılay’da yapılan gösterilerde Menderes’in yakasına yapışıp ‘hürriyet istiyorum’ demesiydi. Nihayet Meclis kürsüsünden de bir ANAP milletvekili tarafından anlatılan bu öyküye cevap verirken öyküyü reddetmiş, yalanlamış, sözlerini ‘Menderes’in yakasına yapışmadım ama bulduğum yerde sizin yakanıza yapışacağım’ diyerek tamamlamıştı. O yıllarına tanıklık edenlerden bu öykünün doğru olduğunu kimse bugüne değin söylemedi. Ayrıca Baykal’ın o derecede politik bir şahsiyet taşıdığını söyleyen de çıkmadı.
Hayatını adım adım kurgulayan Baykal’ın Hukuk Fakültesi sonrasında siyasetin ve o yıllarda Ankara akademik hayatının odağı olan Siyasal Bilgiler Fakültesinde asistan olması herhalde bir rastlantı değil. Şerif Mardin’in (Mehmet Genç’le birlikte) ilk doktora öğrencilerinden Baykal’ın kendisine bir defasında derse geç kaldığının anımsatılması üstüne arkaya çekilip ağlamaya başladığını da hem Mardin’den hem de o sırada sınıfta bulunan aynı zamanda ev arkadaşlığı yaptığı sonradan profesör olan bir dostundan dinlemiştim. Fakat hiçbirisi onun politizasyonuyla ilgili bir şey anlatmamışlardı.
Politik tutumuna dönük ilk anekdotu bir başka SBF profesörü anlattı. 1960 darbesi sonrasında genç asistanlar yeni anayasa da hazırlandığından evlerde toplanıp güncel siyasal konuları tartışmakta ve ne yapabileceklerini araştırmaktadırlar. Baykal o toplantılara katılmaz. Nihayet ısrarlar üstüne gelir. Anekdotu anlatan çok sakin ve sonradan sol kimliğini çok kanıtlamış arkadaşının ısrarı üstüne herkesi dinledikten sonra konuşur. Arkadaşı, Baykal’ın anlattıklarını dinleyince ‘herhalde AP’den politikaya girecek’ diye düşünür. Çevresindeki herkes böyle düşünmektedir.
Buna mukabil Baykal 1965 seçimleri sonunda ortaya çıkan durumu Siyasal Davranış Kürsüsü doktoru olmak için hazırladığı teziyle (
Siyasal Katılma: Bir Davranış İncelemesi, SBF Yayınları, 1970) ele alır. Tez, AP’nin seçimleri neden kazandığını bir köyü eksen alarak mikro-sosyolojik bir çözümlemeyle irdeler. Doçentlik tezi ise
Türkiye’nin Siyasal Eliti başlığını taşır. Pareto ve Mosca’dan hayli etkilenmiş ama dönemine göre öncü bir tezdir ki, doktora tezi için de aynı iddia öne sürülebilir. Elit teorisini hiç kullanmasa da doçentlik tezi Baykal’ın 1960’ların sonuna doğru CHP siyasetine girmesini sağlar. CHP Planlama Bürosu için hazırladığı rapor ilgi çekecektir. O sırada CHP’nin dönüşümü başlamıştır ve hareketin başında ‘Mülkiye Cuntası’ diye adlandırılacak, Turan Güneş’in ve Haluk Ülman’ın öncüleri olduğu çevre vardır. Baykal bu ekibe katılır.
Dönüşüm hareketi uzun bir sürecin yeni evresidir. 1957’de
İlk Hedefler Beyannamesi’yle başlayan hamle, 1965’te İsmet İnönü’nün CHP’yi ‘ortanın solu’nda bir parti olarak nitelendirmesiyle yeni bir döneme erişmişti. Kavramı benimseyerek tutkuyla savunan genç ama 1961 hükümetinde Çalışma Bakanlığı yapmış Bülent Ecevit o rüzgarla 1966 yılında CHP Genel Sekreterliğine seçiliyordu. Hemen sonrasında 1968’le birlikte dünyada ve Türkiye’de başlayan öğrenci hareketleri CHP’yi gerçek solla yakınlaştırıyordu. Baykal’ın siyasete girişi bu döneme rastlar ve pragmatik bir politikacı olarak bahsedilen kanavayı benimsemesi doğaldır. Dönem ‘toprak işleyenin su kullananın’ sloganını benimseyen CHP’nin dönemidir. Kısa sürede Ecevit’in yakın çevresine girecek 1972’de Ecevit’in CHP GB’nı seçilmesinin ardından 1973’te girilen seçimlerde Baykal da Antalya’dan milletvekili olacaktı. Hemen ertesinde de henüz 35 yaşında bakan. Ama o arada 1971 askeri darbesi sırasında ne yaptığına dair bir bilgimiz yok.
Baykal’ın o yıllarda da adı siyasal önermeleriyle duyulmaz. 1972’de yayınlanan ve Ecevit’in bizzat yönettiği
Özgür İnsan dergisinde bir makalesi yayınlanır. Makalede Baykal siyaseti gerilim olgusu şeklinde tanımlar. Yazı gayet edebi metaforlarla bezenmiştir. İkinci önermesi siyasetin ‘sürekli değişen koalisyonlar kurma’ eylemi olduğudur. ‘Entellektüel’ yazıların ilgi topladığı söylenemez ama Baykal daha sonraki dönemlerde önce Erbakan’ın MSP’si ile kurulmuş koalisyonu Ecevit’e bozduran kişi olarak tanınır. Kıbrıs Harekatı oya dönüştürülecek, CHP iktidara gelecektir. Tez başarısız olur. 1997 sonrasındaki büyük başarısızlığın CHP’sinde ise Baykal, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanıdır ve Başbakan Ecevit’e hiç haber vermeksizin (iddia bizzat Ecevit’indir) Ataş’ı ve İpraş’ı devletleştirir. Bu nedenle uzun süre ‘aşırı solcu’ tanınacaktır.
Baykal’ın politik hırsları daha 1976 yılında yapılan Kurultayda kendisini belli etmiştir. Henüz 1973’te girdiği siyasette CHP Genel Sekreter Yardımcı olmuş, ardından ‘5’ler Harekatı’ adı verilen bir kalkışmayla görevinden istifa ederek, 1976 kurultayında Ecevit’e karşı cephe alarak kurultaya kaybedeceği bir liste sunmuştur. 1979’a gelindiğinde ise çok daha sert bir çıkışta bulunmuş, Ecevit’e karşı aday olan ve hezimete uğrayan Erol Çevikçe’yi desteklemişti. O yıllardan Baykal’a iki şey kaldı: hizipçilik iddiası ve bir türlü kendi adaylığını açıklayamama. Anlaşılan kendi tezi olan gerilim siyasetini sürdürüyordu.