BBC’nin Arap Barometer’la ortaklaşa araştırmasına göre Erdoğan Arap dünyasının en popüler lideri. Arapların çoğu demokratik sistemlere şüpheyle yaklaşıyor. Başta ABD’nin işgaliyle demokrasinin silah zoruyla getirildiği Irak’ta Araplar…
Arap dünyasının en kurumsallaşmış ve ciddi araştırma kuruluşlarından biri olan
Arap Barometre, geçtiğimiz günlerde BBC ile ortaklaşa yaptıkları, ilgi çekebilecek bir araştırmanın sonucunu açıkladı. Binlerce insanla gerçekleştirilmiş bu araştırmanın sonuçları R. Tayyip Erdoğan, Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zayed’in Arap dünyasının en popüler liderleri olduğunu gösteriyordu. Araştırmaya katılanların yüzde 55’i Erdoğan ve Türkiye’nin politikalarını destekliyorken onu yüzde 52’yle BAE veliahdı Muhammed bin Zayed ve %46 ile S. Arabistan veliahdı Muhammed bin Selman takip ediyordu.
Araştırmaya göre Arap dünyasının nüfusunun yarısından fazlası demokratik sistemlere şüpheyle yaklaşıyorken Arapların yarısı temel gıda maddelerini satın alma konusunda ciddi sıkıntı yaşıyor, satın alma gücü her geçen gün azalıyor.
Öte yandan araştırmaya katılanların yarısı, Arap isyanlarının üzerinden 11 yıl geçmesinin ardından demokratik sistemlerin ekonomik krizle baş etmede yetersiz kaldığını düşünüyor. Demokrasiye en mesafeli yaklaşan ülke ise yıllar önce ABD’nin işgaliyle demokrasinin silah zoruyla getirildiği Irak. Demokrasiye yönelik hayal kırıklığının büyük ölçüde son yıllarda yaşanan gıda güvenliğiyle yakından alakalı olduğu düşünülüyor. Mısırlıların %68’i, Moritanyalıların yüzde 65’i ve Sudanlıların yüzde 63’ü ihtiyaçlarını karşılayacak kadar gıda satın alamadıklarını ve temel gıda ürünlerini satın alma noktasında büyük sorunlar yaşadıklarını belirtiyorlar. Diğer Arap ülkelerinde gıda ürünlerini satın almada kriz yaşayanların oranı, nüfusun yaklaşık yarısını teşkil ediyor. Araştırmanın Ukrayna savaşı başlamadan önce yapılmış olduğu dikkate alındığında Arapların gıdaya erişim meselesinde çok daha büyük krizlerle karşı karşıya olduğu ve Arap ülkelerinin ciddi bir gıda güvenliği sorunu yaşadığı rahatlıkla söylenebilir.
Bu sonuçlara bakıldığında aslında ölçümlerin Erdoğan, Zayed ve Selman ya da Türkiye, BAE ve S. Arabistan’dan ziyade Arap dünyasının kendi içindeki çıkmazları ve krizleri yansıttığı ve bu açmazlarla ilgili olduğu söylenebilir. Bir diğer açıdan, bölgede İran’ın askeri olarak genişlemesi ve nüfuzunun artması karşısında Sünni dünyanın bir arayış içerisinde olduğunu, temsil krizi yaşadığını ve kendi özlemlerini bu liderlere yansıttığını ya da bu liderler üzerinden hayallerini gerçekleştirmeye çalıştıkları ifade edilebilir. Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan’da yaşananların bu temsil krizini beslediği görülüyor. Tabii güçlü lider imajı, karizmaya ilişkin algı, Filistin konusunda Arap liderleri büyük bir acziyet yaşarken Erdoğan’ın İsrail-Filistin politikaları gitgellerle dolu olsa da İsrail vahşetine ses yükselten nadir liderlerden biri olması da bunda kesinlikle rol oynuyor.
Geçen sene ise durum biraz farklıydı. Yine aynı kuruluşu
Arap Barometer tarafından yapılan ve Financial Times gazetesinde de bir makaleyle değerlendirilen araştırmada Türkiye’nin giderek demokratik değerlerden uzaklaşmasının yanı sıra ekonomik kriz ve fakirleşmenin de etkisiyle Erdoğan’ın popülaritesinde geçtiğimiz senelere göre ciddi bir azalma olsa da yine en önde görünüyordu. Erdoğan’ı ise yine Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zayed takip ediyordu.
Türkiye’yle ilgili Arapça yayın yapan neredeyse tek ciddi kuruluş AA, AKP ve Erdoğan’ın imajını negatif etkileyecek hiçbir habere yer vermiyor. Türkiye’yi ekonomik sıçrama yapıyormuş gibi gösteriyor. TRT Arapça’yı da unutmamak lazım.
Öte yandan araştırmanın göstergeleri, aslında Arap dünyasının olaylara ve kişilere nasıl baktıklarını, duygusallıkla rasyonalite arasında hangisini tercih ettiklerini, istikrarsızlığın ve ekonomik/siyasi krizlerin tercihlerini nasıl etkilediğini gözler önüne serer nitelikte. Son on yılda, özellikle de Arap isyanlarının patlak verdiği dönemlerin ardından dine karşı mesafeli bir tutumun yerini bu süreçte yeniden dine yönelimin ya da dindarlaşmanın aldığı görülüyor. Bu dini ritüellerin yerine getirilmesi meselesi ayrı bir makaleyi hak ediyor ve bunun üzerine akademik verilerle desteklenmiş uzunca bir yazı yazmayı düşünüyorum.
İşin bir de algı tarafı var tabii. Erdoğan yönetiminin ülke içerisinde olduğu gibi Arap dünyasına yönelik propaganda aygıtı için ciddi bir yatırım yaptığı, yerel seçimlerde veri akışı sağlayan neredeyse tek kuruluş olmasına rağmen gece yarısı veri akışını durduran Anadolu Ajansı’nın Türkiye’ye ilişkin Arap dünyasında tamamen yanıltıcı bir yayın yaptığına bizzat tanık olanlardan biriyim. Türkiye ile ilgili Arapça yayın yapan neredeyse tek ciddi kuruluş sayılabilecek AA, burada yaşananlara ilişkin asla gerçekçi bir tablo sunmadığı gibi, AKP ve Erdoğan’ın imajını negatif etkileyecek hiçbir habere de yer vermiyor. Muhalefeti şeytanlaştırırken Erdoğan’ı İslam dünyasının lideri gibi sunma çalışmalarında koçbaşı görevi üsleniyor. Dünyada en fazla enflasyon yaşayan ülke Türkiye iken AA, Arapça sayfasında bu gerçeği gizliyor ve sanki Türkiye büyük bir ekonomik sıçrama yapıyormuş gibi haberler yayınlıyor.
Dezenformasyon yapan kuruluşlar içerisinde TRT Arapça’nın da rolünü unutmamak lazım. Gerçi TRT Arapça bu konuda AA’nın eline su dökemese de yine de AKP yönetimi ve Erdoğan’ın içinde bulunduğu krize gerçek boyutlarıyla yer vermeyerek ekonomik ve siyasi gerçekleri gizliyor. TRT Arapçada geçmişte çalışmış ve kısa bir dönem Haber Müdürlüğü yapmış, yaşananlara ilişkin içerden bilgi sahibi biri olarak TRT’nin de Arap dünyasına ilişkin algı operasyonunda nasıl bir rol oynadığını yakından izliyorum. İşin ilginç yanı büyük paralar harcanmasına ve
ciddi bütçeler harcanmasına rağmen TRT Arapça, Arap dünyasında az çok bir etki yaratmaya ve yüksek reytingler almaya son birkaç sene içerisinde başladı.
Yine Türkiye’de Yeni Şafak, Sabah gibi yıllardır yayın yapan gazetelerin Arapça internet sayfalarının yanı sıra bizzat Arap sermayesi tarafından kurulan ve çoğu Müslüman Kardeşlere yakın Arabi 21, Noon Post, Turk Press, Türkiye el An ve adını sayamayacağımız birçok yayın kuruluşu da asla Erdoğan’a toz kondurmuyor ve eleştirel yorumlara yer vermiyor ya da nadiren yer veriyor...
Bunların yanı sıra yine Müslüman Kardeşlere yakın, Türkiye’de yayın yapan Televizyon kanallarını unutmamak lazım. Son olarak da Türkiye’ye yerleşen Suriyeli mültecilerin kurmuş olduğu Arapça bir takım gazete, dergi ve internet sitelerini de buna eklediğinizde Erdoğan’ın imajını parlatmaya dönük ne kadar büyük bir propaganda mekanizmasıyla karşı karşıya olduğumuzu göreceksiniz. Tabii ki aynı şey Zayed ve Selman için de geçerli. Onlarda kendi imajlarını parlatmak için gerçeklerle uzaktan yakından alakası olmayan haberler yayınlıyor, milyarlarca doları medya sektörüne yatırıyorlar. Tabii BAE ve Suud medyasının yakın zamana kadar Erdoğan aleyhinde bazıları gerçek dışı ve abartılı yayınlar yaptığını, son normalleşme ziyaretlerinden sonra ise durumun değiştiğini söylemeye gerek bile yok.
Velhasılı kelam, Türkiye’deki gerçeklerin Arap dünyasına aktarılmasının önünde devasa engeller var. Bu konunun CHP başta olmak üzere Türkiye muhalefetinin gündeminde olduğunu düşünmüyorum.
Türkiye ve Orta Doğu üzerine analiz yapmak üzere Arap medyasına sık çıkan biri olduğumdan Arapça yayın yapan kuruluşlar genelde muhalif olduğumu ve Erdoğan rejimini eleştirdiğimi bilir ve muhalif bir görüş olarak söyleşi yapmak üzere görüşlerime başvururlar. Son olarak Suriyeli mültecilerin kuruluşunda yer aldığı er Rasif (kaldırım) adlı bir internet sitesi (Matbu olarak yayınlanıp yayınlanmadığını bilmiyorum) Erdoğan’ın mülteci politikasıyla ilgili bana bazı sorular yöneltti. Ben de aynı gün yanıtları yazılı olarak kendilerine gönderdim. Aradan günler geçmesine rağmen baktım söyleşi yayınlanmıyor, normalde konjonktür farklı veyahut gündem yoğun olmadığı taktirde söyleşinin yayını geciktirilmez. Aradan on beş gün geçmesine rağmen söyleşimi yayınlamayınca kendilerini aradım neden yayınlamadıklarını sordum, söyleşiyi yapan sempatik Suriyeli gazeteci, bana yayınlanmasına genel yayın yönetmenin karar vereceğini, kendisinin elinde bir şey olmadığını söyledi. Peki “söyleşiyi yayınlayacak mısınız” dedim, “bilmiyorum” dedi. Ben de onların bu tutumunu eleştirdiğimi, yapılanın gazetecilik ciddiyetiyle bağdaşmadığını, yayınlanmayacaksa bunu açık seçik söylemeleri gerektiğini ifade ettim. Epey bir sıkıştırdıktan sonra bana bir hafta sonra yayın linkini gönderdiler, söyleşi kuşa çevrilmiş, bir makale içerisinde onca söylediklerimden sadece bir satırı yayınlamışlar, Erdoğan hakkındaki eleştirilerimin ise hiç birini yayınlanmamışlar. Benim görüşlerimi biliyorlardı, soruların yanıtı uzundu ve sorulara yanıt vermek ciddi ölçüde zamanımı almıştı. Yapılan emeği hiçe saymaktı. Ben de “yazıklar olsun” mesajı göndererek tepkimi gösterdim.
Bir başka krizi ise el Arabi adlı Katar’a yakın Televizyon kanalında canlı yayında yaşadım. Konu Türkiye’nin politikalarına dairdi ve bu yüzden de doğal olarak Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu ekonomik kriz ve Ankara’nın insan hakları ihlalleriyle ilgiliydi. Analiz yaparken bunları ifade ettiğimde spiker, birkaç defa sözlerimi kesmiş ve Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerinin konuyla ilgisinin olmadığını iddia etmişti. Spikerin müdahaleleri ve sert çıkışları nedeniyle yayını zar zor tamamlamıştık.
Velhasılı kelam, Türkiye’deki gerçeklerin Arap dünyasına aktarılmasının önünde devasa engeller var ve büyük paraların akıtıldığı bu yayınların birçoğu da bizim vergilerimizle yapılıyor. Sosyal medyada Arapça tweetler paylaşarak algı operasyonu yapan troll hesapları hiç saymıyorum bile. Bu arada CHP başta olmak üzere Türkiye muhalefetinin bu konunun gündeminde olduğunu bile düşünmüyorum.
CHP’nin şimdiye kadar Orta Doğu üzerine en ciddi çalışması, TÜSES üzerinden yapılan ve organizasyonunda benim de yer aldığım “Orta Doğu’da Barış Sempozyumu” olmuştu. Bunun dışında CHP son dönemde yine Orta Doğu’ya ilişkin OBİT Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı ile ilgi projesi gündeme geldi. Ancak bunların yetersiz olduğu aşikar, daha alınması gereken çok mesafe var.