Bugün gündemde olan anayasa değişikliği göstermiştir ki AKP halk için değil kendisi için daha doğrusu sadece lideri için siyaset yapıyor. Eğer bir istikrardan söz edilecekse bu sadece AKP'nin kendi lideri için yaptığı siyasettir. AKP kendi sosyolojisinde, siyasal ve toplumsal tabanından kopmuştur. Bir devlet aygıtının enstrümanına dönüşmüş ve dönüştürülmüştür. Benim buradaki iddiam AKP'nin devleti tümüyle ele geçirdiği veya devleti kendi devleti yaptığı iddiasına yakın durmakla birlikte bunu hala tam olarak başaramadığıdır. MGK, Anayasa Mahkemesi, Genelkurmay, YÖK kısacası eski rejimi ya da devleti ne temsil ediyorsa bugün AKP'nin elindedir. Ancak bu kurumlar değerini yitirmiştir. Bu kurumlar özgül ağırlıklarını kaybetmiştir. Elbette kendi rejimini kurmak adına bu kurumsal yapıyı dönüştürmek zorunluydu ve AKP bunu yaptı. Ancak bir dönüşüm süreci eğer mevcudu yeniden toplumsal meşruiyet düzleminde üretemiyorsa başarılı olamamış demektir. O halde bir dönüşüm sürecinden ziyade bir çöküş süreci yaşanmaktadır. Dolayısıyla değerini kaybetmiş bir kurumsal yapının dönüştürülmüş olması herhangi bir fayda üretmeyecektir ve de üretememektedir. AKP öncesi söz konusu kurumların güven oranıyla bugünkü güven oranı arasındaki fark da bunu göstermektedir. Bir diğer durum ise şudur: AKP söz konusu devletin kurumsal yapısını hep vesayet odağı olarak tanıtmış ve kendilerine yapılan (islamcı ve muhafazakar toplumsal yapıya) haksızlığın bu kurumlar eliyle gerçekleştirildiğini dile getirmiştir. Burada haklılık ya da haksızlıktan öte kurumsal bir gerçeklikten söz etmek daha doğru olur. Bu kurumsal yapı seküler bir anlayış üzerine kurulduğu için ve de toplumu bu yönde dönüştürme çabası taşıdığı için böylesi bir sorunsal çıkmıştır. AKP bunu demokratikleştirme propagandası ile çıkmış ve "vesayete" son vereceğini açıklamıştı. Ancak geçen zaman göstermiştir ki AKP vesayet olarak şikayet ettiği yapıyı dönüştürürken demokratik bir anlayışla değil tam tersine dinsel bir otoriterlik ile yapmıştır. Böyle olduğu içindir ki referandum sürecini dinsel bir vesayet sürecine dönüştürmüştür. Cumhurbaşkanı'na düşünsel olarak katkısının çok büyük olduğu ve AKP için dinsel bir otorite kabul edilen Hayrettin Karaman'ın ‘hayır'ı İslam karşıtı olarak konumlandırması yeni bir referans sitemine ve de bu paralelde yeni bir vesayet sitemine işaret etmektedir. Sürekli vesayetten şikayet eden AKP kendi vesayet sistemini kurma çabasında epeyce bir yol almıştır. Bu referandum AKP'nin dinsel vesayetine vize verip vermeme oylamasına dönüştürülmektedir. AKP'nin temel propaganda söylemi olan vesayete son verme çağrısı ve bu uğurda kazandığı seçimler dile getirdiği gibi vesayeti sonlandırmamış tam tersine dinsel bir vesayeti kurma çabasına dönüşmüştür. Dinsel referanslı tek adam rejimi hiçbir demokratik değer ve tutumun kurumsal bir karşılığının olmasına imkan vermediği gibi bireylerin temel demokratik tercihlerini terör yandaşlığı ve din karşıtlığına hapsetmeye çalışmaktadır. Referandum sonucundan öte ve de öncelikli olarak herkesin ‘evet’ ve ‘hayır’ın demokratik bir tercih olduğu konusunda çalışma yapması, bunu anlatması ve geniş kitlelerde bu farkındalığı yaratması demokratik değerlerin ve sistemin kazanımı olacaktır. Bu yeni söylemsel vesayetin inşaanın ifşası zorunludur. Yoksa mevcut iktidara yönelik her türlü demokratik tutum ve eleştiri kategorik olarak terör ve din dışılığa indirgenir ki bu konuda çok sayıda alametin belirdiği de aşikardır. Bu söylemsel parçalanmaya ve de yol açacağı bölünmelere karşı duyarlılığı yükseltmek temel vazifedir. ‘Evet’ ve ‘hayır’ demokratik bir tercihtir bu tercihi demokratik alan dışına taşımaya çalışmak kabul edilemez.