AKP’nin partili cumhurbaşkanı konusundaki ısrarı bir taraftan parti yönetimine dokunulmazlık kazandırmak diğer yandan partinin geleceğini belirleme amacı taşımaktadır. Çünkü diğer sağ partilerde iktidar sonrası dağılma sürecini gören AKP, bunu önlemek amacıyla hem sürekli iktidarda kalmak hem de parti yönetimini hep aynı elde tutma çabası içindedir. Bunun başarılıp başarılmayacağı en çok sorulan soru. Buradaki temel mesele AKP’nin iki düzlemde ömrünü tamamlamış olmasıdır. Bir siyasi parti olarak 15 yıl iktidarda kalıp ülkenin temel sorunlarına çözüm üretmemek ve hatta sorunları derinleştirmek halk nazarında kabul görmeyen bir durumdur. Diğer yandan egemen dünya sisteminin yarattığı, örgütlediği siyasal islamın artık miadını doldurmuş olmasıdır. AKP iktidara geldiğinde bütün olumlu süreç ve durumlar onu güçlendirmişti. Bir taraftan siyasal islam ve demokrasi konusunda örnek gösteriliyordu diğer yandan AB ve dünya ile ilişkileri son derece ileri düzeydeydi. Ülkedeki ulusal yapı, zihniyet ve kurumlara karşı geniş bir işbirliği vardı. Öte yandan likidite bolluğu ve ülke tarihinde görülmemiş özelleştirmeler ve rant yaratma süreçleri bir bütün olarak “istikrar” adı altında kullanıma sokuluyordu. Birbirini besleyen ve destekleyen ulusal ve uluslararası süreçler artık söz konusu değil. Dünyada ekonomik ve siyasi tercihler değişiyor. Dünyanın egemen ülkeleri yarattıkları siyasal islamı yok etmeye kararlı gözükmekteler. Trump’ın bu konudaki açıklamaları bu sürecin başladığını gösteriyor. Diğer yandan radikal dinci terör bütün dünya için ağır bir tehdit haline gelmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla dünya sistemi Müslüman ülkelerde daha seküler yapılara ihtiyaç duymaktadır. Bu öncelikle İsrail ve ABD, sonrasında ise yoğun bir göçmen sorunu ile karşılaşan AB için zorunlu bir siyaset haline gelmiş bulunmaktadır. AKP’nin taşıdığı kimlik bugün dünyada artık karşılığı olmayan bir siyasi kimlik haline gelmiş durumdadır. Buradan hareketle AKP kendini koruma, ayakta durma çabası ile kendisine uygun bir sistem inşa etme çabasına girmiştir. Fakat tarihinin en güçsüz dönemini yaşıyor. Eğer bir parti toplumsal rıza ve siyasal meşruiyet üretme mekanizmalarını, kabiliyetini ve inandırıcılığını kaybetmişse ancak ev ancak zora dayalı bir sistemle ayakta kalma çabası içine girer. Bu noktada bir tarihi yanlışı da düzeltmek gerekmektedir. AKP’nin varsaydığı gibi ANAP Özal Cumhurbaşkanı olduğu için yok olmadı ya da DYP Demirelin’in Cumhurbaşkanı olmasıyla tarihten silinmedi. Bu partiler ülkenin ekonomik, siyasal ve sosyal sorunlarına çözüm üretemedikleri için eriyip yok oldular. Benzer bir durum AKP için de geçerlidir. Toplumun ve dış dinamiklerin verdiği onca desteğe rağmen hiçbir sorunu çözmeyip sadece kendisine dönük bir sistem inşa etmek çözüm olmayacaktır ya da kaçınılmaz sonu ortadan kaldırmayacaktır. Dolayısıyla Anayasa değişikliği olarak sunulan ama tamamıyla AKP kurucu kadrolarına ömür boyu dokunulmazlık kazandırma amacı taşıyan bu değişikliği AKP kendi tabanına da MHP tabanına da ve geniş toplum kesimlerine anlatamamaktadır. Bunun için AKP ne olursa olsun referandumda zaferle çıkmak için her yolu deneyecektir. Özellikle HDP’li vekillerin sürekli olarak gözaltına alınması ve tutuklanması HDP kitlesini boykota zorlama amacını taşımaktadır. Çünkü Kürtler 2010 referandumunda olduğu gibi güçlü bir destek vermeyecek ve Kürtlerin oyunu almadan referandumda olumlu sonuç almak mümkün olmayacaktır. Daha öncede söylemiştik AKP tarihinin en kritik seçimini yapmaktadır. Normal koşullarda yani bugünkü tablo bu referandumda HAYIR’ın çıkacağını göstermektedir. Yapılan araştırmalar bunu ortaya koymaktadır. İçeride ve dışarıda AKP’nin işine yarayacak ve toplumun kanaatlerini değiştirecek bir gelişme olmadığı takdirde sonuç hayır çıkacaktır. Bu hayır ile AKP ve Türkiye siyaseti yeni bir atmosfere girecektir. Diğer yandan “evet” çıkması ve sonrasındaki yeni seçim sistemi MHP’yi tümüyle ortadan kaldıracaktır. Bu siyasi denklem şimdilik “hayır”dan yana işlemektedir. Mesele “hayır”ı savunanların yapacağı propagandaya bağlı. Bu süreçte eğer kırıp dökmeden, şiddete başvurmadan, barışçıl ve tamamen yüz yüze iknaya dayalı bir strateji izlenirse çok büyük bir başarı elde edilecektir. Rijit, küçümseyici, aşağılayıcı ifadeler, söylemler kullanmadan tamamen barışçıl ve saygı çerçevesinde yürütülecek bir propaganda başarıyı getirecektir. Elbette “hayır”ı savunanlar referandum sonrasına ilişkin de bir hazırlık yapmalıdır. Eğer “hayır” çıkarsa güçlü bir yurttaş hareketi ülke tarihine damgasını vuracaktır. Eğer “evet” çıkarsa bu yurttaş hareketi demokratik mücadeleye devam edecek ve uzak olmayan bir gelecekte iktidarı kazanacaktır. Mesele bu hareketi demokratik, katılımcı ve eleştirel bir mesafede konumlandırmaktan geçiyor ve bu hareket ülke için çok büyük bir şans olacaktır.