Türkiye’de siyasal alanın yeniden biçimleneceği, kısa ama etkisi uzun bir döneme girdik. 24 Haziran seçimleri için adaylar ve ittifaklar netleşti. Şimdi mesele hangi adayın, partinin ve ittifakın nasıl bir strateji ile bu süreci götüreceğidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Meral Akşener’in ve Selahattin Demirtaş’ın adaylığı biliniyordu. Tek aday üzerinde mutabakat kurulmadığı için Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu adaylığını açıkladıktan sonra gözler CHP’ye çevrildi. CHP yönetimindeki genel istek sağ-muhafazakar camiadan oy alabilecek bir isme yönelikti. Birçok isim tartışıldı ancak şöyle bir risk ortaya çıktı. Eğer CHP böyle bir adayla çıkarsa kendi seçmenini konsolide edemeyecek ve Meral Akşener ikinci tura kalacaktı. Bu durum ana muhalefet açısından; hem cumhurbaşkanlığının hem de kendi konumunun kaybedilmesi olacak ve sonrasında partide derin bir tartışma ve ayrışma durumu ortaya çıkacaktı. Bu siyasi arka plan ve yapılan anketler Muharrem İnce’nin adaylığının netleşmesini sağladı. İnce’nin adaylığından beklenti CHP seçmenini birleştirmesi, İyYİ Parti'ye giden seçmeni geri getirmesi ve ikinci tura kalmasıdır. Elbette ikinci tur hesapları başka parametreler üzerine yapılacaktır. İnce’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak açıklandığı zaman yaptığı konuşmada Ahmed Arif şiirini okuması, sonrasında Demirtaş’ın serbest bırakılması yönündeki açıklaması ikinci tura kalacağına inandığını ve ikinci turun belirleyicisi olan Kürtlerle bir ortak zemin aradığını göstermektedir. Muharrem İnce’nin adaylığı Türkiye’deki siyaset sosyolojisinin nasıl işlediğini, bir önceki yazıda sözüne ettiğimiz sosyolojik ön kabulleri yıkıp yıkmayacağını gösterecektir. Ancak konuşmalarının geneline bakıldığında ciddi bir tehlike söz konusudur. Eğer Muharrem İnce salt CHP kitlesine, ulusalcı bir söylem ve yaklaşımla propaganda sürecini götürürse bu AKP’nin yaratmak istediği karşıtlığın inşasına neden olacak ve Erdoğan için seçimi kazanmak sorun olmayacaktır. Örneğin İnce’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan hesap soracağına dair söylemlerinin kendi kitlesinin gazını almaktan öte bir anlamı yoktur. Çünkü Erdoğan tek başına bir kişilik değildir, milyonların oy verdiği bir kişi hakkında böylesi bir konumlandırma kendi kitlesinde ona daha fazla sahip çıkmasına neden olacaktır. Öte yandan bu ülkenin dindar, muhafazakar insanları geçmişte yaşadıkları olumsuzluklardan endişe duymaktadırlar. AKP döneminde elde ettikleri kazanımları korumak istemektedirler. Erdoğan’dan hesap soracağız demek aynı zamanda bu kitlenin de kendisine yönelik bir tehdit algısının oluşmasına neden olacaktır. Bu durumda İnce’nin sağ, muhafazakar kitleden oy alması imkansız hale gelecektir. İnce’nin üslubundaki üstenci bakış, bir tür “ülkenin kurucusu biziz” mesajını kitlelere ulaştırmaktadır ki bu da son derece tehlikelidir. Eğer İnce başarılı olmak ve seçilmek istiyorsa Erdoğan’ın anti tezi bir siyaset ve söylem inşa etmelidir. Erdoğan kutuplaştırıyorsa İnce kucaklayıcı olmalıdır, Erdoğan kimlik siyaseti yapıyorsa İnce sınıf/emek siyaseti yapmalıdır, Erdoğan OHAL’i savunuyorsa İnce demokrasiyi, özgürlükleri savunmalıdır. Erdoğan kendisine biat etmeyenlere meydan okuyorsa, İnce düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmalıdır. Bunlar elbette çoğaltılabilir. Muharrem İnce ve elbette Erdoğan karşısındaki diğer adayların ortaklaştığı nokta, 15 yılda AKP’nin yaptığı olumsuzlukları gündeme getirmektir. Bu da son derece yanlış bir tercihtir. Emin olunmalıdır ki AKP’ye oy verenler dahil her şeyi görmekte, bilmektedir. Herkes gerçeğin farkındadır. Ama mesele bunu dillendirmek, sürekli bir biçimde halkın karşısına çıkarmak değildir. Mesele başka bir siyasetin imkanlarını, yaratacağı avantajları anlatabilmektir. Yani sorunu bilen halka sorunu anlatmak değil, çözümü anlatmaktır. Zaten çözümü anlattığınızda halk sorunun ne olduğunu çok daha iyi kavrayacaktır. Muharrem İnce açısından diğer bir dezavantaj Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde tutulmasıdır. CHP içindeki geniş bir kesim Selahattin Demirtaş’a oy verme eğiliminde olacaktır. Aynı şekilde Meral Akşener’in Erdoğan karşısında seçimi kazanacağı algısı hala devam etmektedir. Dolayısıyla bu iklimi tersine çevirecek bir stratejinin varlığı zorunludur. Bunun içinde yeni bir ülke hayalini halkın önüne somut bir biçimde koymak gerekmektedir. Ağır bir atmosferin altındaki geniş kitleler umut etmek istemektedirler. Bu seçimler kitlelerin önüne umudu koyanların kazanacağı bir seçim olacaktır. Dünün hesabıyla, eski ideolojik söylemlerle ve eskiyi çağrıştıracak kodlarla seçimin kazanılması mümkün olamayacaktır.