Bugün AK Parti’ye dair eleştirisi olmayan çok az bir kesim vardır. AK Parti’nin nereden başladığını, nereye geldiğini görmeyen çok az insan bulunmaktadır. Yani memleketin durumunun iyi olmadığını her partiden yurttaşlar bilmektedir. Dolayısıyla artık muhalefet şunu görmelidir, iktidarın yapıp ettiklerini sanıldığının aksine herkes görüyor ve biliyor. Görüneni ve bilineni anlatmak sadece zaman kaybıdır; ama bundan da öte “senin çözümün nedir” sorusunu ve kuşkusunu haklı çıkarmaktadır. Genel toplamda muhalefet salt söylemsel karşıtlıkla kendini sınırlandırmıştır. Yani bütün muhalefet liderleri, sözcüleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a veya AK Parti sözcülerine cevap vermekle sınırlı bir muhalefet tablosu önümüze koymaktadır. 18 yıldır bunun bir sonuç üretmediğini herkesten önce muhalefet artık bilmek durumundadır. Daha açık bir ifadeyle; ülkede ekonominin, sağlığın, tarımın, eğitimin, adaletin, dış politikanın çöktüğünü AK Partililer dahil herkes görüyor, açık veya örtük bir biçimde kabul ediyor. Yolsuzluğun, liyakatsizliğin, kayırmacılığın, partizanlığın ülkeyi çöküşe sürüklediğini de kamuoyunun çok büyük bir kısmı biliyor, konuşuyor. Mesele şu; halkın bildiğini her gün, yeniden halka anlatmak bir noktadan sonra sözü hükümsüz, muhalefeti çözümsüz bırakıyor. Üstelik 18 yıllık bir muhalefet birikimi ve deneyimi var. Yani 18 yıldır Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, AK Parti’ye yöneltilmemiş bir eleştiri kaldı mı? Demek ki mesele her gün eleştiriyi yeniden üretmek ya da daha ustaca laf sokmak değil, mesele kendi sözünü, çözümünü dolaşıma sokmaktır. Eleştiri, yönelttiğiniz herkesi özne ve aktör haline getirir, onun konumunu sabitler ve aranızda bir hiyerarşi yaratır. Oysa mesele kişi meselesi değildir; mesele sistem meselesi ve onun yapısal sorunlarıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan mevcut sisteme aşkın bir nitelik taşımamaktadır. Bizatihi bu sistemin bir ürünüdür ve sistemin ihtiyaçları doğrultusunda siyaset yapmaktadır. O nedenle eleştiriyi sisteme dönük, üretilen politikalara dönük bir çerçevede üretmek ve çözümü de o minvalde sunmak gerekmektedir. Çözümlerin nasıl sunulacağı çok daha detaylı bir meseledir; ama bu haliyle doğru olmadığını dile getirmek gerekmektedir. Sürekli iktidarın gündemini konuşmak muhalefetin yakınacağı bir durum değildir, ders çıkaracağı bir durumdur. O zaman muhalefet kendi gündemini oluşturacak, bunu örgütleyip dolaşıma sokacaktır. “Bizi iktidarın gündemini konuşmak zorunda bırakıyorlar” sözü zaten iktidar partisinin üstünlüğünü zımni olarak kabul etmektir. Muhalefet bundan yakınmak yerine daha gerçek ve hayati olduğunu düşündüğü sorunu gündemleştirmek durumundadır. Bunu yapamıyorsa; yani kendi gündemini oluşturamıyorsa, sözünü, çözümünü dolaşıma sokamıyorsa, sokakta konuşturamıyorsa nasıl iktidar olacak? Tek belirleyici olmamakla birlikte şu formülasyonu dile getirebiliriz, gündem olamıyorsan iktidar olamazsın. Çünkü senin gündemleştirdiğin sorunlar ve çözümler seni iktidara taşır. Yaşadığın dönemin toplumsal dinamiklerini iyi okumak, siyasal göstergeleri iyi yorumlamak ve buradan hareketle kendi çözümlerini paylaşmak için bundan daha iyi bir ortam bulunabilir mi? Ülkenin her kesiminde yeni arayışlar varken, toplumun geniş kesimleri bir çıkış ararken, ülke her alanda bir çözülmeye sürüklenirken umut vaat etmek yerine, iş, aş ve yeni bir hayat sunmak yerine tek bir kişi eleştirisi üzerine bütün gücünü, sözünü boca etmek sonuç almayı imkansız kılmıyor mu? Ya da bu görülmüyor mu? İktidar sözcülerinin söylediği her söze karşı bir söz söylemek, muhalif basının ürettiği haberlerden yola çıkarak soru önergeleri vermek muhalefet değildir. Muhalefet dönemsel bir konumlanmadır; yani iktidardan önceki aşamadır. O nedenle iktidar olduğunda yapacaklarını anlatmak zorundasın; bir yerde iktidar gibi davranmak durumundasın. Şu ezberden kurtulmak yaşamsaldır; “ülkenin % 70’i sağ-muhafazakar, % 30’u soldur”. Bu ezber zaten bu ülkenin sınıf dinamiklerinin yeterince okunmadığının en açık göstergesidir. Sınıf yapısı oturmamış bir ülkede, sınıf atlama motivasyonunun belirleyici olduğu bir coğrafyada bu sınıflandırma bir yandan kültüreldir, diğer yandan tembelliğe kılıf bulmadır; bundan da öte iktidardan ne denli uzak olduğunun kabulüdür, yani çaresizliktir. Oysa bu denli ezbere bir gerçeklik söz konusu değildir. Sınıfsal kompozisyonların bu kadar hızla değiştiği bir yerde bunun hiçbir karşılığı yoktur. Üstelik tarihin en zor döneminde devrim yapmış bir ülkeden söz ediyoruz… Salt iktidarın hatalarına ve krizlerine bel bağlanarak iktidar olunacağı beklentisinin gerçeklilikle bir ilişkisi bulunmamaktadır. Tezi, fikri, sözü, çözümü olmayanın, buna inanmayanın, bunu cesaretle paylaşmayanın, kendisini her yönüyle iktidara hazırlamayanın halkta bir karşılığı olmaz. İktidar kendi kendine yok olsa dahi toplum kendi içinden yeni bir çözüm üretir. Ama topun ayağına gelmesini bekleyen oyun dışında kalır… Tek başına ne medya ne sosyal medya bir partiyi; ya da ittifakı ne iktidar yapar ne de iktidardan indirir. Gündelik tepkiler ekseninde bir iktidar değişimi mümkün değildir. Yapısal krizlerin yaşandığı bir ülkede yapısal çözümler üretilmediği müddetçe eski iktidar formları hegemonik konumlarını sürekli hale getirirler… Türkiye’de muhalefet kendisini artık iktidar formuna sokmalıdır. Yani muhalefet olmak/kalmak değil; iktidar olmanın heyecanını, coşkusunu ve inancını halkla paylaşmak amaç olmalıdır. Örgütsel bir iletişimin varlığı kaçınılmazdır. Sokaktan medyaya, yerel yönetimlerden sosyal medyaya bütüncül bir iletişim stratejisi zorunludur. Sorunları yaşayanların sözünü/sesini örgütlemeli, onların konuşmasını sağlamalı ve onlarla birlikte yeni bir duygu durumunu yaratmalıdır. Bugünden cumhurbaşkanı adayını tartışmak; ya da ittifakı ilkeler düzeyinde değil sayılar düzeyinde ele almak ciddi bir iletişim hatasıdır. Güçlendirilmiş demokratik parlamenter rejim vaadinin altı bugünden doldurulmadan bir sonuç almak olası değildir. Her düzeyde bu yeni sistemi tartışmak gerekmektedir. Parti örgütleri, sivil toplum örgütleri, sendikalar, aydınlar, gazeteciler bu işin içine katılmalıdır. Yani tartışma büyütülmeli ve kapsayıcı hale getirilmelidir. Bunun ötesinde “aday bu olur; bu olmaz” söylemi sadece adayı yıpratmaz, seçimi kaybettirir. Sonuç olarak bugün artık yeni bir dilin, üslubun, tarzın, ifadenin muhalefete hakim kılınması gereken bir dönemden geçiyoruz ve bu yapıldığı ölçüde iktidar olma şansı çok daha yüksek bir nitelik kazanacaktır. Artık bu halka iktidarı anlatmaktan vazgeçip kendisini anlatan bir muhalefetin başarısı söz konusu olabilir… Ancak bunun için de iletişimin (farklı disiplinlerden beslenen) bir bilim olduğunu; atılan her adımın, söylenen her sözün mutlak biçimde formülasyonunun da zorunlu olduğunu bilmek, görmek ve anlamak gerekmektedir.