Türkiye’nin de, AKP’nin de iç çelişkileri ve çatışmaları derinleşmektedir. Bir taraftan dünyadaki ekonomi-politik krizler; diğer taraftan bölgesel çatışmalar ve son olarak AKP’nin artık ülkeyi yönetme kabiliyetini kaybetmesi üst üste binmiş bir kriz halini almakta ve bu durum AKP’yi hem ülkede hem de kendi içinde ciddi bir çatışma konumuna itmektedir. Ancak bu durum AKP’nin her şeye ve her sürece egemen olması yönündeki bir çatışma halini süreklileştirmesini getirirken kendisi için bir iç çözülmeyi de üretmektedir. Temel bir tespit olarak partiler ya da siyasal hareketler her zaman rakipleri tarafından elimine edilmez. Kimi zaman kendi iç çelişki ve çatışmalarıyla çözülürler. AKP bu aşamadadır. Partide yenilenme adı altında belediye başkanlarının görevden alınması partinin kendi iç çelişki ve çatışmalarının ulaştığı boyutu göstermektedir. Türkiye’nin en büyük kentinin belediye başkanı istifa ettirilmekte ve AKP bunu bir “değişim” olarak kamuoyuna sunmaktadır. Aynı süreç diğer belediye başkanları için de geçerlidir. Fakat geçen hafta Cumhurbaşkanı-Melih Gökçek görüşmesinde bir istifanın çıkmaması bu sürecin istenildiği gibi rahat yürütülemeyeceğinin göstergesidir. Topbaş’ın istifasını en az hasarla atlatan AKP, Gökçek konusunda aynı başarıyı gösterememiştir. Gökçek konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan kamuoyuna sürekli gösterdiği gücünü gösterememiştir ve bu durum Cumhurbaşkanının aleyhine dönmüştür. AKP’nin içindeki bu kırılma bir değişim olarak okunamaz. Çünkü mesele salt kişilere endeksli bir mesele değildir. Siyaseti süreçler üzerinden değil; kişiler üzerinden okuyan ve buna göre politika üreten siyasi partiler hep kaybetmiştir. AKP bugüne kadar kişilerle değil; siyasal alanda ortaya koyduğu performans, siyaset üretme tekniği ya da “dost-düşman” ikiliğiyle var olageldi. Ama artık bu performansını sürdürecek enerjiye sahip değil. İçeride ve dışarıda üst üste binen krizler AKP’nin tamamen tek bir kişinin iradesine teslim olmasına neden olmuştur. Erdoğan liderliğindeki AKP artık eski gücünde değildir. Çünkü Erdoğan’ın kendisi artık eski gücünü kaybetmiştir. Siyasal, toplumsal meşruiyeti devlet zoruna terk eden bir anlayışın farklı alanlarda güçlü bir değişim başlatması mümkün değildir. Buradaki mesele kendi çocuklarını yeme pahasına da olsa; gündemi elinde tutmak, kendisi dışında hiçbir aktöre yaşam imkanı vermemek ve her türlü gücü, yetkiyi kendinde toplamaktır. Kendisini sürekli kılmanın çabası elbette yeni krizleri de üreten bir momentumdur. Gelinen aşama ve her gün ortaya çıkan yeni durumlar AKP’nin artık kendi ürettiği krizleri daha fazla yönetemediğini ortaya koymaktadır. Muhalefet Ne Yapmalı? AKP’de yaşanan bu büyük yarılmanın muhalefet cephesinde yeterince değerlendirildiğini söylemek, bu kriz halinin topluma detaylı olarak aktarıldığını dile getirmek ve buradan kendi hanesine bir artı yazdırdığını söylemek mümkün görünmemektedir. “Seçimle gelen seçimle gitmeli” sözü etik bir nosyon olsa da reel-politiğe uygun bir tavır değildir. Dolayısıyla tavrın kendisi politik değil; etiktir. Bu da bir siyasetin üretilmesini imkansız kılmaktadır. Zira seçimle nasıl gelindiği, seçimin eşit koşullarda yapılıp yapılmadığı, son Ankara seçimlerinden referanduma kadar ortaya çıkan usulsüzlükleri de kapatmaktadır. Seçildikten sonra her şey meşru hale mi gelmektedir? Şarkıdaki “Aşk her şeyi affeder mi” dizesine referansla seçim de her şeyi tertemiz bir hale mi getirir? Dolayısıyla en başta CHP olmak üzere bütün siyasal ve toplumsal muhalefet belediye başkanlarının istifasını sıradan, olağan ya da etik bir meseleye indirgememelidir. Bu AKP’nin yönetim krizidir. AKP kentleri ve ülkeyi yönetememektedir. Bu durum çıplak bir gözle görülebilecek kadar aşikardır ve bütün yurttaşlar bunu görmektedir. Kentleri yönetmeye en yakın aday olay CHP’nin bu sürece başka bir siyasal iletişim mantığıyla yaklaşması gerekmektedir. Burada belirlenecek doğru politika seçimlere gitmeden seçimleri kazanacak kadar büyük önem taşımaktadır.