Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kongre takvimi başladı. Ağustos ayından itibaren gelecek yılın Şubat ayına kadar her iki parti de kadrolarını yenileyerek 2019’da yapılacak yerel, genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine girecek. Dolayısıyla bu sürece parti içi bir süreç olarak değil, ülke siyasetine yön verecek kadroların seçimi olarak bakmakta yarar var. Çünkü bu kongre ve kurultaylardan çıkacak kadrolar partilerini seçime taşıyacak ve ülkenin kaderini belirleyecek. Önce AKP’den başlayalım. AKP’de, CHP’de olduğu gibi demokratik bir yarış olmayacak. Cumhurbaşkanının belirlediği adaylar tek başına seçime girecek ve seçilerek çıkacak. Dolayısıyla parti içi bir yarış söz konusu olmayacak. AKP için bu süreç, bir yandan partinin FETÖ uzantılarından da temizlenmesi için bir fırsat olacak. Ancak asıl mesele Cumhurbaşkanının “metal yorgunluk” olarak tanımladığı bir süreci partinin nasıl aşacağıdır. Demokratik süreçlerin işlemediği bütün yapılar durağanlaşır ve çözülür. Tümüyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın inisiyatifi ve çabası ile yürüyen AKP artık kadrolarından gerekli ve yeterli enerjiyi alamamaktadır. Milli Görüş geleneğinin sadece seçimde değil; her dönem çalışan kadroları artık yok. Bir taraftan Saadet Partisi’nin varlığı diğer yandan AKP’nin giderek devletleşmesi ve bürokratikleşmesi onu taban siyasetinden uzaklaştırmıştır. Dolayısıyla bir kişinin her şeye karar vermesi AKP tabanında siyasetsizleşmeyi üretmekte ve bu durum giderek daha ciddi bir siyasi kriz olarak AKP’yi durağan bir yapının içine hapsetmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bütün bu olumsuzlukları nasıl gidereceği, metal yorgunluk içindeki partisini nasıl 2019 seçimlerine taşıyacağı merak konusu. Çünkü zaman AKP’nin aleyhine işlemektedir. Bir taraftan her türlü yetkiyi, imkanı elinde bulundurmasına rağmen ülkenin hiçbir sorununa kalıcı çözüm üretemeyen; öte yandan parti içinde giderek artan küskünler yaratan AKP’nin işinin çok zor olduğu ve alışılagelmiş algı operasyonları ile bu işin sürdürülemeyeceği açıktır. Bu noktadan sonra AKP’nin yenilenmesi, demokratikleşmesi olası olmadığına göre ülkeyi olağanüstü halle yönettikleri gibi partiyi de öyle yöneteceklerini söylemek sürecin doğal sonucudur. Cumhuriyet Halk Partisi ise kendisi açısından tarihi bir süreci yaşamaktadır. Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasi tarihe geçen büyük Adalet Yürüyüşü, onun parti içinde ve parti dışında çok güçlü bir aktör olarak konumlanmasını sağlamıştır. Ancak Kılıçdaroğlu bu gücünü örgütler üzerinde kullanmayacaktır. Parti örgütü ile yaptığı toplantılarda parti içi demokrasi vurgusu yapan Kılıçdaroğlu bugüne kadar sürdürdüğü demokratik tarzını devam ettirecektir. Ancak temel sorun partinin Adalet Yürüyüşü ile sağladığı başarının parti içi çekişme ve tartışmalarla sönümlenip sönümlenmeyeceğidir. Diğer bir nokta ise Adalet Yürüyüşü’ne katılan farklı kesimden insanların CHP’ye kazandırılıp kazandırılamayacağıdır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun“parti içi kavgaya asla izin vermeyeceğim” açıklaması herkesin malumudur. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nu zorlayacak asıl mesele dışarıdan partisine taşıyacağı yeni isimlerde ortaya çıkacaktır. Zira son kurultayda Genel Merkezin listesi yarı yarıya delinmiş ve Kılıçdaroğlu’nun yanında görmek istediği birçok kişiye delegasyon onay vermemişti. Bu noktada Kemal Kılıçdaroğlu’nun çarşaf liste yerine blok liste yapıp yapmayacağını ilçe ve illerdeki kongre süreçleri belirleyecektir. Bütün bunlardan ayrı olarak CHP için tarihi bir fırsat doğmuştur. Bir taraftan yıpranan AKP, diğer yandan Adalet Yürüyüşü ile güçlenen ve herkesin dikkatini çeken CHP. Eğer CHP bunu doğru okur, güçlü kadroları parti yönetimine taşırsa 2019’daki seçimlerde büyük başarı elde edecektir. Dolayısıyla CHP’nin her kademesinde çok güçlü, donanımlı ve temsiliyeti olan kadroların varlığı partiyi başka bir noktaya taşıyacaktır. CHP’nin bu kurultay süreci siyasal ve toplumsal muhalefeti kucaklarsa sadece parti yönetimine yeni kadrolar seçmeyecek; aynı zamanda ülkeyi yönetecek kadroları da seçmiş olacaktır.