Toplumların gerçeklikleri, duyarlılıkları, gelenekselleşmiş tepkileri elbette vardır ancak bütün bunların tarih/zaman çizgisinde inşa edildiğini yani mutlak olmadığını bilmek görmek hayati önemdedir. İki nedenle; ilki bunların değişebilir olduğunu görmek açısından, ikincisi de bu tür gerçekliklerin sizin tarafınızdan da inşa edilebilir olduğunu kavramak açısından. Her ikisini de bilmek, görmek ve farkında olmak siyasi özne olmanın ve önüne hedefler koymanın, bunları gerçekleştirebilmenin olmazsa olmazı olduğunu bilmek durumundayız. Bu değerlendirmeyi elbette CHP’nin içine yerleşmiş, tarihsel, sosyolojik bir kabule dönüşmüş ama bunun da ötesinde partinin hareket tarzını belirleme noktasına ulaşmış bir büyük yanlışa karşı itirazı dillendirmek için yazıyoruz. Şöyle ki, Türkiye’nin % 70 sağ % 30 sol olduğu özellikle seçim sonuçlarına bakılarak dile getirilmektedir. Ancak doğru zamanda doğru örgütlenmenin, söylemin ve hareket tarzının bunu ters yüz ettiğini 1970’lerdeki Ecevit örneğinde olduğu gibi görüyoruz. Böyle bir sosyolojik ön kabulü herkes kabul etse de CHP kabul edemez, etmemelidir. İki nedenle; ilki bu ülkeyi kuran, tarihin en zor ekonomik, sosyal, siyasal şartlarında devrimler yapan biri parti olması, ikincisi de zaman içinde kazandığı sol kimlik açısından. Solun iddiası zaten var olan, kabul ettirilmiş sosyolojik ön kabulleri ortadan kaldırmak üzerinedir. Şöyle bir iddia üzerinden kendi sosyolojik kabulünü oluşturmak çok daha mantıklıdır; “Türkiye’de solun potansiyeli % 99’dur” bu ülkede emeğinin hakkını alamayan, geçinemeyen, yoksul, işsiz, ülkenin temel zenginliklerinden yararlanmayan, ötekileştirilen, baskı altında olan, kadınlar, gençler kısacası daha iyi bir hayat isteyen, eşitlik, özgürlük, barış talep eden kesimlerin hepsi solun hedef kitlesidir. Sosyolojik ön kabullerini topluma onaylattıran, sorgulattırmayan her hareket hegemoniktir. Dolayısıyla CHP’nin ve solun bir bütün olarak bu durumu ters yüz etmeleri gerekiyor. Bu hegemonik durumu yapı-bozuma uğratmadan başarı elde etmek mümkün değildir. Başarının da iktidar olmanın da, düzeni değiştirmenin de yolu buradan geçer. Hem dünyada hem de ülkemizde yükselen sağ popülizmin, otoriterliğin karşına ancak meydan okuyan, sosyolojik ön kabulleri ters yüz eden, yeni bir dünya/ülke hayali kurdurtan bir siyasetin başarı şansı olabilir. O nedenle CHP açısından ve de Türkiye açısından hayati olan Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısına bir isim çıkarmak değildir. Öncelikli ve gerekli olan bir siyaset çıkarmaktır. Taktik ve stratejik davranmak gerekebilir yani sağdan aday gösterebilirsiniz ama bu adayın sizin siyasetinize nasıl bir katkısı olacağı, sizin topluma ülkeye vaat ettiklerinize nasıl bir değer katacağı önemlidir. Mesele aday değil adayın hangi konsept, hareket ve siyasal tavır ekseninde gösterildiği ve buna katkısıdır. Eğer meseleyi sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kaybettirmek üzerine kurarsanız kazandığınızı sandığınız anda çok büyük bir yenilgi almışsınızdır. Çünkü Erdoğan sağ/muhafazakar/otoriter siyasetin toplamıdır. Bu sağ/muhafazakar siyaset karşısına güçlü bir devrimci çıkış yaratılmadığında Erdoğan’dan sonra gelecek olan çok daha muhafazakar ve otoriter olacaktır. O nedenle meseleyi Erdoğan’a indirgemeden; tarih/toplum/gelecek süreçlerini inşa eden dinamikleri görmemek ve bununda doğal sonucu olan sürekli yenilmek anlamını taşımaktadır. Solun büyük çaresizliği aday bulmasından değil, siyaset üretmemesindendir. Çünkü üretilen her siyaset kendi liderini, adayını da üretir. CHP başta olmak üzere ülkemizdeki sol/sosyal demokratlar hep sağdaki liderlere karşı bir aday arayışında oldu. Bugün de Erdoğan’a karşı bir arayış var. Ancak tek tek ağaçlara bakmaktan ormanı görememek gibi bir durum var. Bütün bu yenilgilerden ders çıkarılmış olsaydı ‘başarının koşulu kendi siyasetini üretmek, hegemonik kılmak ve sosyolojik ön kabulünü sağ siyasete kabul ettirmekten geçer’ denilirdi. Başka etmenlerin oluşturduğu iklimde yaşayamazsınız. Önce içinde bulunduğunuz koşulları ve iklimi değiştirmek gerekir. O nedenle Erdoğan’ı yenmekten çok daha önemli ve büyük bir işe girmek gerekiyor o da Erdoğan’ı üreten siyasal iklimi değiştirmek. Bunun içinde tek bir seçimi hedeflememelisiniz. Yeni bir inşa sürecine başladığınızı önce kendi örgütünüze, partinize kabul ettirmeniz gerekir. Bundan da önce “Türkiye’nin sağcı bir ülke olduğu” kabulünü bilinçlerden silmeniz gerekmektedir. Tarihin en zor koşullarında devrim yapan bir ülkeye ve bir iradeye haksızlık yapmamak gerekmektedir. Kazanmak için kendi gerçekliğini, bilincini ve itirazını kabul ettirememiş hiçbir hareket/aday sonuç alamaz. Zor zamanlarda devrimci olmak, meydan okumak en doğru yoldur. CHP artık kendi adayına yoğunlaşmalı ve kendi adayının seçileceğine olan inançla bir büyük medyan okumayı gerçekleştirmelidir. CHP güçlü bir meydan okuma/aday ve milletvekili listesi ile seçmenin karşısına çıkmazsa oylarını Meral Akşener ve Selahattin Demirtaş’a kaymasına sebebiyet verecektir. Bir önceki yazıda söylemiştik; seçime giderken nasıl bir atmosfer oluşturulduğu çok büyük önem taşımaktadır. Şu an muhalefetin adayı Meral Akşener olarak giderek kabul görüyor. Bu durumda CHP adayının ikinci tura kalmaması parti açısından çok ciddi bir beka sorunu ortaya çıkaracaktır. Bu nedenle CHP’nin adayı öncelikle partinin oyunu alacak bir politik çizgide olmalıdır. Sonrasında ise diğer siyasetlerden, partilerden oy almasına dönük hiçbir negatif, engelleyici niteliği olmamalıdır. Bu çerçevede çok sayıda aday bulunabilir. Ancak temel mesele yukarıda da söylediğimiz gibi isim değil, siyasettir. Ancak kendi siyasetiyle kitlelerin karşısına çıkan bir adayın şansı olabilir. Gelecek vaat etmeyen bir siyasetin ya da aktörün başarı şansı yoktur.