Almanya seçimlerinde ortaya çıkan, doğrulanan temel tez merkez siyasetlerin çöküşüdür. Merkel oy kaybederek iktidar olmuştur, sosyal demokratlar ise hezimet yaşamıştır. Bugün merkez siyaset olarak tanımlanan ana akım siyasetler güç kaybetmekte sağda ve solda daha radikal siyasetler yükselmektedir. Dünya artık merkez siyasetleri ve onların temel hareket noktalarını kaldırmıyor, kabul etmiyor ve başka bir arayışı gündeme alıyor. Çünkü olağanüstü bir dönemden geçiliyor. Kapitalizmin krizi ve bu krize çözüm üretemeyen siyasetler yerlerini daha radikal bir arayışa bırakıyor. Neo-merkantilizm çağında yaşıyoruz. Yani korumacılığın, ulus devletin tekrardan yükseldiği, devletlerin ve toplumların ulus-üstü işbirliklerine kendilerini kapattığı bir süreçten geçiyoruz. Artan işsizlik ve özellikle göçmen sorunun çok ciddi ırkçı bir siyaseti gündeme getirmiştir. Çünkü merkez siyasetler ekonomik ve toplumsal alanda kapitalizmin krizine ve yarattığı tahribata karşı alternatif bir siyaset üretememektedirler. Sosyal demokrasinin sefaleti de tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Radikal bir siyasetten uzlaşmacı siyasete geçen sosyal demokrasi yani sınıf siyasetinden, sınıf çelişkisinden ve sınıflar arası mücadeleden emekten yana tavır alan sosyal demokrasinin sermaye yanlısı bir aksa kayması onun beslendiği, oy aldığı kitlelerden kopuşunu hızlandırmıştır. Bugün neo-liberal saldırıya karşı açık bir çıkışı gündemine almayan, böyle bir örgütlenme yapamayan bir siyasetin geleceği yoktur. Çünkü yaşadığımız çağ bir uzlaşma çağı değildir, bu dünyayı yeniden kurma çağıdır. Yeni bir dünya kurma düşüncesini gündemine almayan bir sol siyasetin varlığı ise sönümlenmeye mahkûmdur. Yunanistan’da PASOK’un yaşadığı da budur. Diğer sosyal demokrat partilerin de… Güncel sorunlarla uğraşan bu sorunların arkasındaki sınıfsal, tarihsel ve toplumsal çelişkilerin ulaştığı derinliği görmeyen siyasetler zamanın ruhuna hitap edemiyor. SPD’nin yaşadığı da budur. Bu çözümleri sosyal demokrasi de ve sol da görmeyen kitleler korumacı-tepkisel siyasetlere yöneliyor, yani aşırı sağa… Göçmen sorunu kapitalizm için bir tehdit değil rahatlama noktasıdır. Sisteme karşı biriken öfke buradan dışa vurmaktadır.  Sol ise bunu anlatamamaktadır. Göçmen sorunu tali bir sorundur. Yani problemin kendisi değildir. Bu çerçevede yükselen ırkçılık ve sağ popülizm bir tür ara fasıl olarak görülmelidir. Ancak bu ara fasılın nasıl ve ne zaman biteceği belirsizdir. Görülmesi gereken bir diğer durum sermaye eksenli ulus-üstü yapılanmaların güç yitirdiği ve heyecanın sönümlendiğidir. İşte bu nokta sol ve sosyal demokratlar için bir çıkış noktasıdır. Ezilenlerin enternasyonalizmini kurmak solun dünyayı kurtarmak için temel çıkış kapısıdır. Sol kendisini bu neo-merkantilist sürece adapte etmek yerine buna karşı bir siyaseti gündemine alması ve kitleleri bu çerçevede seferber etmesi gerekmektedir. Verili, ekonomik, siyasal, diplomatik ilişki ve süreçlere karşı yeni bir siyasetin üretilmesi için neo-liberal saldırganlığa ve onun yol açtığı ırkçılığa ve aşırılığa karşı meydan okunmalıdır. Bu yaklaşım determinist bulunabilir ancak dünya hala temel çelişkiler ve onun üstünde yükseldiği ilişkilerin toplamının siyasetiyle yoluna devam etmektedir. Bu yolu değiştirmek için yeni bir başlangıç yapmak, başa dönüp kendi kurucu değerlerine bakmak sosyal demokrasinin kurtuluşudur.