Bir tespit olarak başlayalım, devletleşen partiler çözülmüştür ve kaybetmiştir. AKP buna tanıklık ettiğimiz ve edeceğimiz örneklerden biri olacaktır. Devletleşmekten kastettiğimiz, sadece otoriterleşmek değildir. Devletleşmek aynı zamanda bütün toplumsal kazanımları yok etmek ve siyasal alanı devlet gücüyle bütün farklılıklara kapatmaktır. AKP giderek bir siyasal hareket olmaktan uzaklaşıp dar bir grubun çıkarları için devletin bütün baskı mekanizmalarını devreye sokarak hareket eden bir yapıya dönüşmüştür. Dolayısıyla onu siyasal alanda tutacak bir fikir; ya da siyasası artık yoktur. Bunun içinde en temel yurttaşlık taleplerini baskılamakta, ayrıştırmakta ve yaftalamaktadır. Bunun sonrasında ise devlet gücüyle sindirmeye başlamaktadır. Siyasal alandan dışlanan görüş, düşünce, yapı ve kesimleri sahiplenmeyi hedef alarak siyaset hayatına giren AKP, geçen süre zarfında eleştirdiği karşıtlarından daha beter bir görüngü kazanarak tümden dışlayıcı bir konuma gelmiştir. Devletin bütün imkanlarını kullanarak; daha doğrusu devleti salt bir güvenlik aygıtına indirgeyerek kendisinden olmayanı, muhalif olanı ve dönüştüremediğini kriminalize eden bir devlet tavrı -siyaset değil- üreten AKP, siyaseti üreten bütün mekanizmaları da devletin tekeline, kendi devletinin tekeline sokmaya çalışmaktadır. Siyasal meşruiyeti sadece oya indirgeyen; ama son referandumda görüldüğü üzere onu bile artık kendi koyduğu kurallara göre biçimlendiren bir tarzın ve yaklaşımın bundan sonra ayakta kalmasının tek koşulu baskıdır. Baskının olduğu bir yerde ise karşımıza çıkan en temel sorun ise adaletsizliktir. İşte Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü Türkiye’de siyasal alanın yeniden demokratik dönüşümü için ciddi bir imkan ve fırsattır. Demokratik dönüşümden kastımız hakkı yenilen herkesin, her görüşün kendini ifade edeceği bir siyasal zeminin yaratılmasıdır. CHP bu noktada kapılarını açmış; bir taraftan yürümekte diğer taraftan adaletsizliğe uğrayan herkesi birlikte davranmaya davet etmektedir. Eğer bu yürüyüş bundan sonra doğru bir biçimde kurgulanır ve 2019’a kadar sürdürülürse başka bir Türkiye imkanı doğacaktır. O nedenle yürüyüş, CHP’nin kendisi açısından ve Türkiye’de siyasal alanın dışına itilen bütün kesimler tarafından çok değerli çabadır. Ankara’dan İstanbul’a kadar atılan her adım kadar bu ülkede adaletsizlik var. Dolayısıyla her adımda adaletsizliğe karşı bir çağrı var. Temel yurttaşlık haklarını yok eden bir sistemi üretme çabasında epeyce yol alan AKP, Adalet Yürüyüşü ile topluma, ülkeye biçilen role karşı bir büyük karşı çıkış sergilemektedir. Buradaki yurttaşlık meselesi önemli; zira insanları bir arada tutan yurttaşlık bilinci ve hukukudur. AKP işte Cumhuriyetin ve demokrasinin bu noktada ürettiği bütün kazanımları kendi çıkarları için rafa kaldırmakta ve kendisine uygun bir sosyolojiyi inşa etme çabasına girmektedir. Dolayısıyla Adalet Yürüyüşü aslında bir yurttaşlık hareketidir. Bu ülkede bir arada yaşamanın tek koşulu bu yurttaşlık hareketinin tekrardan daha güçlü bir biçimde eşit, adil bir yurttaşlık hukukunu tesis etmesinden geçmektedir. O nedenle tarihimizdeki önemli bir sürecin içinden geçmekteyiz. Bu yürüyüşe dahil olursak hepimiz kazanacağız. Yani Gezi’den referandumdaki Hayır’a ve oradan Adalet Yürüyüşüne bir büyük yurttaşlık hareketi bu ülkenin gerçek anlamda birliği, kardeşliği, eşitliği, özgürlüğü için bir temel üzerinden yükselmeye çalışmaktadır. O temel Adalettir.