Yoksulluk sadece gıda tüketimine indirgenemez; insan yaşamının karın doyurmaktan başka unsurları da var. Yoksulluk” ülkemizin önemli sorunlarından bir olmaya aday. Enflasyon ve kur artışları ile vücut bulan makroiktisadi istikrarsızlığın kamuoyu gündemindeki ağırlığından kendine çok fazla yer bulamasa da, gündelik hayatta karşımıza çıkan olaylarla önemini bizlere hissettirmektedir. Birçok makroiktisadi değişkene ait bilgi çok kısa aralıklarla ortaya çıkıyor. Yoksulluk ölçümleri ise kapsamlı ve bir o kadar da zaman isteyen bir süreç sonunda elde edilen verilere dayanarak yapılabiliyor. Ancak bu faz farkı, kamuoyunun konunun önemine zamanında vakıf olmasını engellemektedir. Bir örnek verirsek, bizler hala sonuçları daha geçtiğimiz günlerde açıklanan 2020 yılına ait gelir yaşam koşullarımız hakkında bilgilere sahibiz. Geçen yıl veya bu yılın verilerinin açığa çıkması için maalesef bir süre daha beklememiz gerekecek. Bu sadece bizde değil, hemen hemen her ülkede böyle. Kullanılan verilerin toplanabilmesi, işlenebilmesi çok fazla zamana ihtiyaç duyuluyor ister istemez. Tek sorun bu mu? Son günlerde Sayın Cumhurbaşkanı’nın yapmış olduğu açıklamalardan tek sorunumuzun bu olmadığını anlamış olduk. “Yoksulluk” kavramının kamuoyundaki anlamı konusunda bir eksikliğin olduğunu, hatta yanlış anlamların yaygın olduğunu gördük. Öyle ya, ülkenin en yetkili makamında bulunan bir kimse (veya kimseler) “yoksulluğun” günümüzde ne anlama geldiğini tam olarak bilmeden bu sorunla mücadele edebilirler mi? Bu yanlış “yoksulluk” algısı sadece Sayın Cumhurbaşkanına özgü bir eksiklik değil. Sanırım toplumumuzun genelinde hâkim bir algı. Tabi bu konuları akademik düzeyde tartışanlar “yoksulluğu” çok daha geniş bir pencereden ele alırlar ve buna bağlı olarak politika önerilerinde bulunurlar. Siyasilerin yoksulluk hakkındaki düşüncelerinden, Sayın Cumhurbaşkanı’nın 25 Mayıs 2022 tarihinde yapmış olduğu açıklamalarla haberdar olduk.  DEİK’in bir toplantısında yaptığı konuşmada Sayın Cumhurbaşkanı, “şimdi birileri çıkıp ‘aç kaldık’ diyor. Ya vicdansızlık yapma; ne aç kaldın. Aç kalan falan yok” diyerek, yoksulluğu “açlıkla” eş değer bir sorun olarak gördüğünü ima etmiştir. Oysa biz kalkınma iktisatçıları açısından “yoksulluk” sadece karnınızı doyuracak gelire sahip oluma veya olmama durumu değil. Örneğin devletin resmi kuruluşu TÜİK’in her yıl yaptığı Gelir Yaşam Koşulları Araştırmasına dayanarak, ülkemizdeki “maddi yoksulluk” düzeyini ölçen birtakım göstergeler hesaplanabilir. Zaten TÜİK’in bizzat kendisi bu hesaplamaları yapmakta ve sonuçları kamuoyu ile paylaşmaktadır. Ortaya çıkacak sonuçlara göre aslında bu yoksullukla nasıl mücadele edilebileceğinin de ipuçlarını elde edilebilmektedir. Maddi yoksulluğun ölçümü amacıyla TÜİK hanehalklarına dokuz soru yöneltmektedir. Bu sorular sırasıyla şunlardır:
  1. Çamaşır makinanız var mı?
  2. Renkli televizyonunuz var mı?
  3. Telefonunuz var mı?
  4. Otomobiliniz var mı?
  5. Ekonomik olarak beklenmedik harcamaları yapabilecek mali durumunuz var mı?
  6. Evinizden uzakta bir hafta tatil masrafı karşılayabilir misiniz?
  7. Kira, konut kredisi ve faiz borçlarını ödeyebilme kapasiteniz var mı?
  8. İki günde bir et, tavuk, balık yiyebilecek maddi gücünüz var mı?
  9. Evinizin ısınma ihtiyacını karşılayabiliyor musunuz?
Aslında tüm bu sorular gelire dayalı bir yoksulluk ölçüsü oluşturmaktan ziyade, yirmi birinci yüzyıldaki bir toplumdaki “refah” düzeyinin ölçmemize imkân sağlayan sorulardır. Bu dokuz sorudan en az dördünü karşılayamayan hanehalkları maddi yoksulluğa maruz kalmış olarak tanımlanır. Buradan çıkarak, günümüz toplumlarında yoksulluğu sadece “açlıkla” tanımlamanın yeterli olmadığını görüyoruz. Aksine hem dünyada, hem de akademik çalışmalarda, giderek artan oranlarda bireylerin belli refah düzeyine erişip erişmediklerine dayanarak yoksulluğun tanımının yapıldığına şahit oluyoruz. Eğer yoksulluk meselesine, bu sorulardaki unsurları katmaz iseniz, o zaman devleti yöneten siyasi irade olarak yoksulluğu ülkede açlık çeken insanlara indirgemiş olursunuz.  Bu doğru olmaz. Ama çok daha kötüsü, gerçek anlamda ülkedeki refah artışını sağlayacak maddi yoksulluk düzeyinin düşmesini sağlayacak politikalardan da bihaber olursunuz. Yoksullukla mücadeleyi sadece “sosyal yardım” yapma düzeyine indirgersiniz. Bu da kaynaklarımızın kötü kullanımına neden olur. Maalesef Sayın Cumhurbaşkanımızın konuya bakış açısı da, ülkede kimsenin yiyecek bulamadığı için açlık çekip çekmediğini sorgulayan bir anlayıştır. Sanırım iktidarın uzun süredir uyguladığı sosyal yardım programlarının etkisine güvenmiş olacak ki, ülkede hiç kimsenin aç kalma olasılığının olmadığını düşünmektedir.  Ama yoksulluğu sadece gıda tüketimine indirgemek doğru olmaz. Bu yapıldığında, yanı sokak röportajlarında olduğu gibi karnı doyan vatandaşların her şeyden memnun olmaları gibi bir duruma indirgenmiş olur mesele. Oysa insan yaşamının karın doyurmaktan başka unsurları da var. İnsanların sahip olacakları gelirlerin bu ihtiyaçların da karşılanabilmesine olanak sağlaması beklenir. Diğer bir deyişle, günümüz dünyasında insanların sadece nefes alıp vermeleri ve yaşamaya devam etmeleri değil, aynı zamanda yaşadıkları hayatın da kaliteli olması istenmektedir. Şimdi bu yazıyı okuyanların kendi kendilerine sormalarını ve cevap vermelerini isteyelim. Acaba yukarıda sayılan dokuz ölçütten hangilerine kendileri için olumlu cevap verebiliyorlar? Sonra da bir düşünmelerini isteyelim, verdiğiniz cevaba göre acaba siz maddi olarak yoksul musunuz, değil misiniz diye.