Baygın yatan ceylanı kim ayıltacak?
Politikyol
Yazdığı öyle bir destandı ki İnönü, Nazım’ın yazdığı bu destanla “Anadolu Savaşı'nı bir kez daha kazandığını” söylemişti…
“Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.
Ceylanı kurtardım avcının elinden
ama daha baygın yatar ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından
ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadı.”
Bu dizelerin şairi, Nazım Hikmet, bundan 58 yıl önce aramızdan ayrılmıştı.
İşgalin karşısında, Kuvayı Milliye’den yana ve Kurtuluş Savaşı’nın ateşli destekçisidir.
Bağımsızlık türküsünü ondan daha güzel yazan olmadı.
ANADOLU SAVAŞINI YENİDEN KAZANMAK…
O gidince sözcükler “kuru bir dal” gibi öylece kalakaldılar; çünkü o sıradan sözcüklere sihirli anlamlar katmasını bilen usta bir şairdi.
Aşağıdaki dizeler, İstanbul’un işgal olduğu bir zaman aralığında yazılmış; Nazım, o dizeyleriyle bir yurtseverin işgalci emperyalistlere ve onların işbirlikçilerine karşı “vatan savunması”nın nasıl yapılacağını göstermişti:
“Ah bu senin yumruğun! Ah bu kirlenmiş yumruk…
Bu bütün hakikati hileyle yenmiş yumruk
Bizim dik alnımızın üstünde yükselemez”
Nazım, sahici bir yurtseverdi.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının “yedi düvele karşı” verdiği Kurtuluş Savaşını muazzam bir biçimde destanlaştırmıştı:
Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmamak için.”
Yazdığı öyle bir destandı ki İnönü, Nazım’ın yazdığı bu destanla “Anadolu Savaşı'nı bir kez daha kazandığını” söylemişti…
Nazım’ın kişisel tarihi, herkesin bildiği bir öyküdür; o öykü, “haklı ile haksız”ı birbirinden ayıran, vicdanını her daim adaletin ince terazisiyle ölçtüren bir ömrün üzerine kuruludur.
Nazım için denilebilir ki dünyanın en ücra köşesinde yalnız ve kimsesiz kalanın yanında ve yakınında, işgalci haydutların her daim karşısında; Anadolu’nun orta yerinden ama aynı zamanda sonuna kadar evrensel biridir.
BU MEMLEKET BİZİM!
Türkeş’in dahi başvurmak zorunda kaldığı şu dörtlüğü başka kim yazabilir?
“Dört nala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.”
Öyledir; bu memleket bizimdir!
“Beygirinkinden biraz uzun, karganınkinden biraz kısa” ömrünü, insanlığın kurtuluşu için harcamış biridir Nazım; elbette övgüye değer bir şair, ödünsüz bir yurtsever ve iyi bir insandı.
Bana sorarsanız, bir insanın değeri, yaşadığı hayatın hakkını verip vermediğiyle ölçülür.
Biraz zahmetli, bir o kadar da meşakkatli oldu ama Nazım, kendisine bahşedilen hayatın hakkını vererek yaşadı.
Pek çok kuşak onun şiirleriyle büyüdü; mücadele azmini bileyledi. Kahramanlarımızla övünmek hakkımızdır. Ancak mücadele sürüyor. Nazım’ın “yarım kalmış” görünen görevleri kim yerine getirecek? Kim ayıltacak “baygın yatan ceylan”ı?
Pek çok kuşak, onun şiirleriyle büyüdü; mücadele azmini onun dizeleriyle bileyledi. Kahramanlarımızla övünmek de hakkımızdır. Ancak, mücadele sürüyor ve geçmişimizle övünmekle yetinmek, olsa olsa avunmamıza vesile olur ve bu durum, “kendi öz yurdumuzda bizi yalnızlaştırmak”tan başka işe yaramaz.
Çünkü bir coğrafyayı memlekete dönüştüren, onun uğruna ölümü göze almamıza yol açan, hapishanelerinde yatarken gıkını çıkarmayı ayıp sayan, dünya kendisine dar edilse de sol memenin altındaki cevahirin kendince çarpmasını sağlayan şey, o coğrafyayı herkes için yaşanabilir bir yurt haline getirmekten geçer.
Nazım’ın girişe aktardığım şiirinde “yarım kalmış” görünen görevleri kim yerine getirecek?
Kim ayıltacak, “baygın yatan ceylanı”?
Kim dolduracak “kuyudan çekilen suyu bardaklara”?
Elbette biz!
TOPRAKTA KARINCA…
Peki biz kimiz?
Nazım, bizi, “toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çok…; korkak, cesur, câhil, hakim ve çocuk… “ olarak tanımlıyor.
Biz, tarlada çiftçi, atölyede çırak, sanayide kalfa, üniversitede öğrenci, kamuda memur, sokakta süpürgeci, akademide entelektüel, parlamentoda siyasetçi, işyerinde sendikacı, mahallede, STK temsilcisi olarak, yeni bir geleceği birlikte inşa edebiliriz.
İktidar ve ona ilişmiş “yancı ortak” dışında kalan hepimiz görüyoruz ki “Türkiye gemisi”, alabora olma riskiyle karşı karşıya. Bu riski ortadan kaldırarak, o gemiyi güvenilir bir biçimde limana yanaştıracak bir kaptana ve o “kaptan” ile birlikte hareket edecek güçlü bir ekibe ihtiyacımız var.
Cumhuriyet’in yüzüncü yılında yapılacak olan seçimler, işte bu anlamı taşıyor ve el ele verirsek, Türkiye ikinci yüzyılına da güvenle girmiş olacak.
Türkiye’nin demokratik, bağımsız, laik ve sosyal bir hukuk devleti haline gelebilmesi için el ele vermek, yürüttükleri mücadeleyle tarihimizde iz bırakan herkese ödenmesi gereken boyun borcumuzdur.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Sivas’ta dershane bulunan binada yangın: Bir öğretmen öldü
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı
Liderlik hayali kuran Türkiye, puansız Karadağ'a takıldı