İki Türkiye arasında bir tercih yapacağız. Ya içinde yaşadığımız karanlık iyice koyulaşacak ya da yönümüzü karanlıktan aydınlığa çevirme iradesi göstereceğiz. Bunu çocuklarımıza borçluyuz. Önümüzdeki hafta bugün yeniden sandık başına gideceğiz. Bir kez daha sadece kendimiz için değil çocuklarımız için oy kullanacağız. Yanın hemen başında geçtiğim günlerde paylaştığım bir twiti paylaşarak; 14 Mayıs’ta çıkan sonuç üzerine bir değerlendirme yapmak istiyorum. Şöyle yazmıştım; “Düşünüyorum da bu kadar anketi ancak bir “şey” yanıltabilir.” Evet, seçim öncesi sonuç tahmini eden önemli araştırma şirketlerinin neredeyse yüzde 90’nın aynı anda yanılması normal şartlarda mümkün olmaz. Bu ancak “aynı anda” dışardan yapılan bir müdahale ya da manipülasyonlar mümkün olabilir. Ve daha önemlisi de bunun yapılabilir olmasını sağlayan koşulların ortaya çıkarılması ile. 190 binin üzerinde sandığın büyük bir kısmında muhalefetin sandık görevlisi ya da müşahit (“her sandıkta görevlimiz var” söylenmesine rağmen) bulunduramaması mümkündür. Yani sandıklardan içeriden ya da dışardan manipülasyon yapılabilmesi, bunun yapılabilirliğine imkan tanınması ile mümkündür. Ve bu seçimde muhalefet bunu başarmıştır. Bana öyle geliyor ki, sandığa atılan oy ile çıkan oy aynı olmamıştır. Bunun Sayın Süleyman Soylu’nun açıklamasından, iki adayın (Kılıçdaroğlu ve Erdoğan) oyları o gece yüzde 10-13 arasında değişirken Sinan Oğan’ın oyununun sürekli yüzde 5’in üzerinde kalmasında da çıkarmak mümkündür. Bu açıdan 28 Mayıs’ta yapılacak seçimde muhalefete büyük ama çok büyük sorumluluk düşmekte ve bu tür girişimlerindeki karşı hazırlıklı olmalıdır. *** AKP 14 Mayıs’ta yaklaşık yüzde 7 oy kaybetti. Bu oyların Cumhur İttifakı içindeki partilere gittiği söylenebilir. Ancak karşı karşıya olduğumuz gerçek şudur; Türkiye bugün her alanda ciddi bir kriz yaşamaktadır. Ekonomide yaşadığımız kriz, dövizde yaşanan belirsizlik, hayat pahalılığı, işsizlik, düşünce ifade özgürlüğünün, medya özgürlüğünün alanının daralması, siyasetin siyasetçiler tarafından ortadan kaldırılması ile karşı karşıya. Bütün bu gerçekler bize önümüzdeki seçimin de tıpkı 14 Mayıs’ta olduğu gibi -yazarımız Fuat Keyman’ın uzun süredir ifade ettiği gibi- iki Türkiye arasındaki seçim olduğunu gösteriyor. Ya içinde yaşadığımız karanlık iyice koyulaşacak ya da yönümüzü karanlıktan aydınlığa çevirme yönünde irade göstereceğiz. Elbette 14 Mayıs sonuçları bize, muhalefetsin topluma bu gerçeği yeterince anlatamadığını göstermektedir.
Muhalefet eğer ülkenin içinde olduğu gerçekleri topluma yeterince anlatamamışsa bunda devletin/iktidarın ideolojik aygıtı olarak işlev gören medya, eğitim ve diyanetin özel rolü unutulmamalıdır.
*** Peki neden? Geçtiğimiz günlerde bunun nedenlerden birinin medya olduğunu anlatmaya gayret ettim. Yüzde 95’i iktidar kontrolünde olan medya gerek haber kanalları gerekse eğlence kanalları ile gerçek olamayan bir Türkiye sunuyorlar topluma. Gelirimizin arttığı, Türkiye’nin uçtuğu, ekonomik sorunların gerçek olmadığı ve herkesin bizi kıskandığı, bize düşman olduğu bir Türkiye anlatısı sunuyorlar. Açıkça ifade etmemiz gerekiyor ki bunda da başarılılar. Ama bu sadece medya ile olmuyor. Medya yanında Milli Eğitim ve Diyanet İşleri Başkanlığı da, iktidar için özel bir fonksiyon üstleniyor bu süreçte. Milli Eğitim, başta okul yöneticilerinin tercihi olmak üzere ders seçimleri ve müfredattaki değişim ile iktidarın hedeflediği toplum mühendisliğinin önemli bir işlevini yerine getirmektedir. Bu sadece ilköğretim ve lise ile sınırlı değildir. Anaokulundan üniversiteye kadar bu sistem işlemektedir. Eğitim sosyal mobilizasyon aracı olmaktan çıkarılıp bilinçli bir cehaletin yeniden üretildiği bir sitem inşasına dönüşmüştür. Benzer biçimde Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) da medya ve eğitime paralel biçimde her yıl artan bütçesi, artan bütçenin personel alımı ve farklı alanlardaki yatırımları ile iktidarın tekeline aldığın din propagandası üzerinden siyasi propagandayı toplumun tüm kılcal damarlarına inerek yapılmasında hizmet etmektedir. Kuşkusuz bu tartışma başlıkları uzun uzun açılabilir. Ama şu bir gerçek ki, muhalefet eğer ülkenin içinde olduğu gerçekleri topluma yeterince anlatamamışsa bunda devletin/iktidarın ideolojik aygıtı olarak işlev gören medya, eğitim ve diyanetin son yıllarda üstlendiği özel rolü unutulmamalıdır. Her şeye rağmen muhalefet düşen 28 Mayıs seçimin bir cumhurbaşkanı seçimi değil gelecek tercihi olduğunu ve tercihinde aydınlık ile karanlık arasında olduğunu seçmene sahada ikna edici biçimde anlatmak olmalıdır. Elbette, oy kullananların da, kullanmayanların da bunun farkında olmasını sağlamak hepimizin görevi.