Hem CHP açısından siyasi etik ihlali hem de Halk TV açısından basın meslek ilkelerinin ihlali söz konusudur. Bir medya kuruluşunu haber bağlamında hiçbir siyasi partiyle protokol yapıp editoryal süreçlerine müdahale ettirerek bağımsızlığını gölgeleyemez. Günlerdir Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Halk TV’yle olan protokolünü tek taraflı iptal etmesi tartışılıyor. Bu protokol Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay denetimine tabii olsa da kamuoyunun olan bitenden pek de haberi olmadığı aşikâr. Daha da vahimi Halk TV’de çalışan bazı gazetecilerin de bu protokolden haberdar olmadıklarını kendi ifadelerinden anlamış olduk. Medya ombudsmanı Faruk Bildirici’nin şahsi internet sitesinde paylaştığı verilere göre, CHP’nin 5 TV kanalı, 3 radyo ve 18 gazete ile de benzer anlaşmaları bulunuyor. Diğer partilerin de medya kuruluşlarıyla böylesi anlaşmaları mutlaka vardır. Taraflar kendi açılarından durumu meşrulaştırmaya ve suçu karşı tarafa yüklemeye çalışıyor olsalar da konu basın meslek ve siyasi ahlak ilkeleri de olmak üzere pek çok yönden tartışılmaya devam ediliyor. Konuya önce mesleki etik bağlamında kabul gören Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi üzerinden bakmak gerekiyor. Bildirge şunları söylüyor: “-Gazeteci, siyasi parti ve profesyonel spor kulüplerinde aktif görevde bulunmamalı, ticari bir kuruluşun danışma veya yönetim kurulunda görev almamalı, kişi ve kurumlardan hediye, maddi çıkar sağlamamalıdır. -Haber ve yorum metinleri veya görüntüleri ile ilan-reklam amaçlı metinlerin ayrımı hiç bir karışıklığa yer bırakmayacak biçimde yapılmalıdır. Ücretle yayımlanan içeriklerde mutlaka “Advertorial” ya da “Bu bir ilandır” ibaresine yer verilmelidir. -Gazeteciler ilan, reklam, tanıtıcı reklam veya sponsorlu metinleri yazmamalı, reklamlarda yüzü ya da sesiyle yer almamalı, sosyal medya hesaplarında, web sitelerinde, bloglarında vs. de reklam, tanıtım, ürün yerleştirme yapmamalıdır. Tanıtım veya reklam yüzü olarak algılanmasına sebep olacak durumlardan kaçınmalıdır. -Gazeteci, çıkar ve nüfuz sağlayacak habercilikten kaçınmalıdır. Mesleğini gölgeleyecek, itibarını sarsacak türden oluşumlar içerisinde yer almamalıdır. -Masraflarını ticari kuruluşların karşıladığı gezilere katılarak karşılığında ürün ve marka tanıtımı içeren yayın yapılmamalıdır. İstisnai durumlarda gidilen ve masrafları karşılanan gezinin haber yapılması halinde de gezinin davet olduğu açıkça belirtilmelidir -Gazeteci ve yayın organı, her ne nedenle ve her ne biçimde olursa olsun, taraf olmaları halinde bu konumlarını kamuoyuna açıkça belirtmelidir. Yayın organı yahut yorumcu, siyasi, ekonomik ve toplumsal tercihlerinin doğrultusunda yayın yapabilir. Bu durumda bu tavır açıkça ortaya konulmalı, ayrıca yorum ile haber olay ayrımı kesin biçimde yapılmalıdır.” İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Genel Gazetecilik Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Murat Özgen hocama konuya dair neler düşündüğünü sorduğumda bana şunları söyledi: “Kısaca belirtmek gerekirse; medyanın partisi, partinin medyası olmaz, olmamalı. Oluyorsa o zaman da objektif olmadığını zaten zımnen de olsa beyan etmiş olur. 1950’lerde Ulus gazetesi CHP’nin, Zafer de DP’nin gazetesiydi. Sonraları MHP’nin olan Hergün gazetesi vardı. Bu tip şeyler görülüyor medya ve siyasi hayatımızda. Zaten ayan beyan açık oluyor taraftar oldukları. Bana göre sorun yok ama artık ‘Biz objektif haber yapıyoruz’ beyanında bulunmamaları icap eder. O takdirde alan veren razı olur ve herkes kendi yoluna gider. Mesele bundan ibarettir. Kısacası ‘Herkes önünden yesin beyler!’ dedik mi, işler düzgün gider. Yoksa hesap karışık hâle gelir.” Protokol meselesinde ortada basın meslek ilkeleri ve siyasi ahlak açısından pek çok etik ihlali var. Gazetecilik, bir denge ve denetleme işidir; halk adına siyasi partiler başta olmak üzere tüm siyasi güç odaklarını denetlemesi beklenen bir kamu görevidir. Gazeteciler siyasi bir partiden protokol üzerinden maddi menfaat elde edemezler. Konuyu Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Süleyman İrvan hocama sorduğumda şu tespitleri yaptı:
Görüldüğü üzere; iktidarın medya ve siyaset içine yerleştirdiği sistematik etik dışı ilişkilere dair eleştirdiğimiz ne varsa muhalefet partilerinin ve medyasının içinde de farklı kisveler altında var.
“Bir partinin bir haber kanalıyla protokol yapması görülmüş şey değil. Bir reklam anlaşması yapılmasını anlayabilirim ama haber konusunda, programlara çıkacak konuklar konusunda yapılacak bir protokol editoryal bağımsızlığa doğrudan müdahaledir. Üstelik anladığım kadarıyla bu protokolden program yapan gazeteciler de haberdar değilmiş. Bu daha da vahim elbette. Belki haberleri olsaydı karşı çıkarlardı. Etik açıdan onaylanabilecek bir habercilik pratiği asla değildir.” Türkiye’de medya sahipliğinin AKP iktidarı tarafından neredeyse tamamen ele geçirildiği bir gerçek. Tüm kamu ve özel sektör kaynakları akın akın “yandaş” medya havuzlarına akıyor ve kendisini “muhalif” veya “alternatif” olarak konumlandıran medya kuruluşlarının bu kaynaklara erişimi neredeyse hiç yok. Öte taraftan Basın İlan Kurumu üzerinden adil bir ilan dağıtımı da söz konusu değil. RTÜK ve yargı eliyle gelen baskılar ve büyük cezalar da cabası. Evet; muhalif ve alternatif medya mecralarının ayakta kalabilmek için kaynak bulmaya ve reklam anlaşmaları yapmaya ihtiyaçları var ancak bu durum para için gazetecilik mesleki etik kurallarını ayaklar altına almayı ve ihlaller yapmayı meşru kılmaz! İktidara bağlı havuz medyası yapıyor diye muhalif ve alternatif medyanın da aynı şeyleri farklı kisveler altında yapmasına meşruiyet katmaz! İletişim Bilimci Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu hocama süren tartışmalara dair neler düşündüğünü sorduğumda şu ifadeleri kaydetti: “Medya-iktidar-siyaset ilişkilerini, medyanın mülkiyet yapısından bağımsız düşünmek yapılan değerlendirmeleri eksik bırakır. Medyanın büyük bir bölümünün iktidarın kontrolünde olduğu ülkelerde muhalif medyanın adeta bir oksijen görevi gördüğüne dair genel bir mutabakat söz konusu ancak gazetecilikteki en önemli uyulması gereken ölçütler, “temas ve mesafeyi dengede” tutmak, müdahaleci olmamaktır, aksi takdirde, kaçınılmaz olarak siyasilerin medyayı “hizaya getirme” girişimlerine bir de patron ve üst yönetim baskıları eklenir. Halk TV ve CHP arasında yaşananlar aslında bu durumun yansıması. Halk TV içinde şeffaflık ilkesinin sağlıklı işlemediği gerçeğiyle karşı karşıyayız. CHP ve Halk TV arasındaki anlaşma CHP tarafından tek taraflı feshedildiği ana kadar, yayıncıların haberleri olmadığını, konuk seçiminde kayırmacılığın olduğunu, davet edilen konukların son anda üst yönetimce belirlenen partili konuklarla değiştirildiğini öğreniyoruz. Bizzat kurumda çalışıp ayrılan yayıncılar bunları da ifade ediyorlar. Tüm bunlar etik ilkeler açısından sorunlu. Burada altının çizilmesi gereken husus; bu şeffaflığın yalnız kurum içinde değil aynı zamanda kanalın kamusal sorumluluğu olduğu kamuoyuna da sergilenmemiş olması, kanal izleyicilerinin, izlediklerinin “reklam” olduğuna dair hiçbir fikirleri olmaması onları kandırmak demek oluyor. Bundan sonra yaşanan karşılıklı tatsız polemikler, işini iyi ve doğru yapan gazetecileri töhmet altında bırakan açıklamalar ve onlara verilen yanıtlar ülkemizde gerek siyasi muhalefetin gerekse de “muhalif” medyanın kendi öz-eleştirisi yapmalarının ne kadar elzem olduğunu ortaya koymakta. Her iki tarafın da kamuoyuna karşı hesap verme yükümlülüğünü yerine getirmesini beklemek her ne kadar naiflik olarak algılansa da, olmazsa olmaz değil mi?” Görüldüğü üzere; iktidarın medya ve siyaset içine yerleştirdiği sistematik etik dışı ilişkilere dair eleştirdiğimiz ne varsa muhalefet partilerinin ve medyasının içinde de farklı kisveler altında var. Daha da vahimi; muhalefeti ve muhalif medya mecralarını eleştirdiğimizde iktidara ve yandaş medyaya referans verip “Önce onlara bakın” demeleridir. İktidarın ve yandaş medyasının yaptıkları mesleki etik ihlalleri aynı şeyleri muhalefet partileri ve muhalif medyanın yapmasını meşru kılmaz!
Türkiye’deki medya sahiplik yapısı ve siyasi güç odaklarıyla ilişkisi ulusal ve uluslararası basın meslek ilkeleri bağlamında reformist bir perspektifle mutlaka düzenlenmeli. Aksi hâlde demokrasiden, siyasi etikten ve basın özgürlüğünden söz edilemez…
Bir gazetecinin veya medya kuruluşunun en önemli mesleki etik kuralları arasında siyasi güç odaklarıyla kurması gereken “mesafe” gelir. Aralarında para ilişkisi bulunan bir durumda nasıl bir mesafe kontrolünden söz edilebilir ki? Öte taraftan, aralarında hangi türden bir protokol olursa olsun; hiçbir siyasi parti bir medya kuruluşuna katılacak yayın konuklarını veya yayınlanacak konuları belirleyemez, editoryal haber sürecine asla müdahale edemez. Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Emeritus Prof.Dr. Haluk Şahin hocama yürüyen tartışmaya dair kanaatlerini sorduğumda kendisinden şu yanıtları aldım: “Şaşılacak bir durum yok, olay günümüzün medya ekolojisine fevkalade uygun bir durumdur.  Haber medyalarının çoğu siyasal iktidara ya da başkalarına bağlı ve bağımlıdır.  İktidarla fücur ilişkisi olanların aralarındaki anlaşma zımnidir, örtülüdür, ama herkes maddelerini bilir.  Karşı cephede ortaya çıkan CHP-Halk TV anlaşmasının tek garip yanı yazıya dökülmüş ve beceriksiz bir şekilde açıklanmış olmasıdır. Artık eski tartışmalar kadük oldu. Türkiye’de siyaset alanında iletişim değil anti-iletişim egemendir.  Profesyonel medya bunun tali suçlusudur.  Ana failler başta iktidar olmak üzere siyasal partiler, halkla ilişkiler ve anket şirketleri, İletişim Başkanlığı, RTÜK. TÜİK, TRT gibi kurumlardır. Yani, doğruları dosdoğru halka anlatmaya değil değil, hormonlamaya ve yamultmaya çalışanlardır.  Ülkemizde bir süredir hakikat bükücülüğü ve algı mühendisliği  iletişim sayılmaktadır.  Haber alanında anti-iletişimin egemenlik alanı iletişimden fazladır. Bu, vahim düğüm palyatif önlemlerle çözülemez. Yeni medya ekolojisi, tüm alana uygulanacak yeni bir etik çerçeveyi zorunlu kılmaktadır.” Özetlemek gerekirse; hem CHP açısından siyasi etik ihlali hem de Halk TV açısından basın meslek ilkelerinin ihlali söz konusudur. Bir medya kuruluşunu haber bağlamında hiçbir siyasi partiyle protokol yapıp editoryal süreçlerine müdahale ettirerek bağımsızlığını gölgeleyemez. Medya, denetleyici bir kamu görevi yaptığında tüm siyasi güç odaklarıyla mesafesini korumakla yükümlüdür. Bir siyasi parti herhangi bir medya kuruluşuyla protokol imzalayamaz, medyanın editoryal hiçbir tasarrufuna karışamaz. Türkiye’deki medya sahiplik yapısı ve siyasi güç odaklarıyla ilişkisi ulusal ve uluslararası basın meslek ilkeleri bağlamında reformist bir perspektifle mutlaka düzenlenmeli. Aksi hâlde demokrasiden, siyasi etikten ve basın özgürlüğünden söz edilemez…