İran’daki depremlere dair yazdıklarım Türkiye’de meydana gelen depremlerle ne kadar da örtüşüyor, değil mi? Ortak ve tanıdık bir insanlık suçu yok mu bu iklimin her depreminin enkazında? İşte boşuna demiyorum depremin enkazında da coğrafya kaderdir diye! Türkiye arka arkaya büyük depremlerle sarsıldı; canımız yanıyor, öfkeliyiz, toparlanamıyoruz, resmî verilere göre can kaybı sayısı elli bine dayandı ama gerçek verilerin kat be kat daha fazla olduğunu hepimiz biliyoruz. Hâlâ bir tek taşın bile kaldırılmadığı enkazlar, doğru dürüst ulaşılamayan ve yardım gitmeyen köyler var. Her gün yeni bir insan hikâyesi içimizi alev alev yakıyor; Defne Hastanesinde yoğun bakımda kaderine terk edilen hastaların nasıl hayatlarını yitirdiğini öğrendik, depremin ilk üç gününde binlerce kişinin hayatta olduğunu ve zamanında yardım ulaşmadığı için acılar içinde yakınlarının çaresizliği içinde göçüp gittiğini öğrendik. Bir zamanlar Türkiye’nin en güvenilir kurumlarından olan Kızılay’ın AKP iktidarı devrinde yıllar içinde nasıl içler acısı bir hâle getirildiğini gördük, neredeyse her gün Kızılay ve başkanı hakkında yeni bir skandal duyuyoruz ve başkaları yerine biz utanıyoruz, tek bir istifa da yok bu vahşi ve zalim düzende. Depremzede halka ücretsiz dağıtılması gereken çadır ve battaniyelerin satıldığını gördük, konservelerin satıldığını gördük, yardım malzemelerinin yağmalanmasını önlemekle görevli olan polis müdürünün koli koli malzemeyi yağmaladığı için tutuklandığını gördük, daha neler neler… Depremin ilk gününden bu yana enkaz başlarından kulağımıza en çok çalınan soru “Nerede bu devlet, neden yardım gelmiyor?” isyanı oldu. Hani ünlü bir söz vardır “Coğrafya kaderdir.” diye; kimileri bu sözün İbn Haldun’a ait olduğunu söylerken kimileri de Ahmet Hamdi Tanpınar’a referans verse de, kime ait olursa olsun, bu söz bu iklimin yalın gerçeğidir. İşte deprem enkazında da coğrafya kaderdir bu iklimde! Ocak ayının son günlerinde İran’ın Batı Azerbaycan ilinin Hoy kenti ve 86 köyünde 6 şiddetinde bir deprem oldu. Bu depremde 2 bin 250 konut tamamen yıkıldı, 11 bin 100 konut yüzde 20 ila yüzde 80 oranında hasar gördü, 77 bin 920 aile olmak üzere 261 bin 378 kişi depremden etkilendi, bölgede 3 deprem ve onlarca artçı sarsıntı meydana geldi. Hoy depreminde en çok tartışan kurumların başında İran Kızılay’ı vardı çünkü zamanında bölgeye müdahale etmemişti ve insanlara yardım ulaştırmamıştı. Yine devletin ilgili kurumları ve ülkenin silahlı kuvvetleri eleştiri odağı hâline geldi. Hoy’dan enkaz başlarından gelen görüntülerde halk kendilerine yardım edilmediğini ve zor durumda olduklarını söyleyerek “Nerede bu devlet, neden halka yardım etmiyorlar, askerler nerede, Kızılay nerede, halk soğuktan dondu, çadır yok!” diye haykırıyorlardı.
İran’da da depremzede halka yine diğer halk kesimleri sahip çıkmıştı; ilk andan itibaren çeşitli sivil toplum örgütleri yardım için bölgeye gitmişti, pek çok sanatçı ve sporcu Hoy için harekete geçmişti. Tüm bu ünlü isimler bir şekilde İran devletinin hışmına uğradılar.
İran devleti de ilk andan itibaren üst perdeden vaatlerle halk için birkaç ay içinde konut yapacaklarını ve devletin depremin ilk saatlerinden itibaren alanda olduğunu söylüyordu ancak gerçekler hiç de böyle değildi ve halk torpille bir yerlere getirilen kifayetsiz ve liyakatsiz yöneticiler yüzünden canından olmuştu. İran’da da depremzede halka yine diğer halk kesimleri sahip çıkmıştı; ilk andan itibaren çeşitli sivil toplum örgütleri yardım için bölgeye gitmişti, pek çok sanatçı ve sporcu Hoy için harekete geçmişti. Tüm bu ünlü isimler bir şekilde İran devletinin hışmına uğradılar, hedef tahtasına konuldular, itibarsızlaştırılmaya çalışıldılar çünkü yaptıklarıyla ve topladıkları yardımlarla devletin zaafını ayan beyan ortaya koymuşlardı. Halk, devletten ziyade bu ünlü isimlere güvenmişti. Hoy’da yıkılan veya ağır hasar alan konutlara bakıldığında ezici çoğunluğunun devlet destekli rant çeteleri, Devrim Muhafızları, çeşitli devlet kurumlarına bağlı yapılar ve devletle çalışan müteahhitler tarafından yapıldığı görülüyor. Konutlar deprem standartlarına uygun yapılmamıştı, denetleme mekanizmaları rüşvet çarkıyla ve ahbap çavuş ilişkileriyle darmadağın edilmişti, Mühendisler ve Mimarlar Odası’nın standartlara uymadığı için onaylamadığı projeler devreye üst düzey yetkililer ve mollalar sokularak hayata geçirilmişti, toplu konut ihaleleri devletin faklı rant klikleriyle irtibatta olan kişi ve kurumlara verilmişti, devletin yoksullar için yaptığı Mehr Meskenleri’nin neredeyse tamamı yıkılmıştı, malzemeden çalınmıştı ve denetlemesi gereken tüm mekanizmalar da bu derin ihmaller zincirinin birer halkasıydı. İran’daki bu durum sadece Hoy depremi için geçerli değil. 5 yıl önce Kirmanşah’ta meydana gelen 7.3 ve 6.4 büyüklüğündeki depremlerde de ağırlıklı olarak devletin yoksul halk için inşa ettiğini iddia ettiği Mehr Meskenleri toplu konutlarının neredeyse tamamı yıkıldı ve bu enkazın altından da devlet destekli rant çeteleri çıktı. Suriye’deki deprem ise bambaşka bir insanlık dramıdır ki herkes enkazının altında kaldı. İran’daki depremlere dair yazdıklarım Türkiye’de meydana gelen depremlerle ne kadar da örtüşüyor, değil mi? Ortak ve tanıdık bir insanlık suçu yok mu bu iklimin her depreminin enkazında? İşte boşuna demiyorum depremin enkazında da coğrafya kaderdir diye! Depremin enkazının etkisi ile bir ülkenin demokrasi seviyesi birbiriyle doğru orantılıdır. Tek adamların, otoriterlerin ve teo-faşist diktatörlerin yönettiği topraklarda, devlet destekli oligarkların inşaat rantına çöktüğü bu iklimde maalesef halkaların kaderi enkaz altında can vermektir. Bu tanıdık insanlık suçu ve cinayetlerin devrinin kapatılması ve müsebbiplerinden hesap sorularak tarihin çöplüğüne gönderilmesinin zamanı çoktan geldi de geçiyor. Yani; kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!