Artık savaşların yaptırımlarla “yumuşak güç” kullanarak kazanılmaya çalışıldığı dönemin Rusya’nın Ukrayna işgali ile sonuna mı geldik? Rusya’nın Ukrayna İşgali ilerledikçe akla takılan kritik sorulardan en önemlisi Putin’in bu savaşı nereye kadar ilerleteceği. Rus Devlet Başkanı ülkesinde savaş kelimesini yasaklayıp Ukrayna işgalinin “operasyon” olarak tanımlanmasını zorunlu tutarken, elbette batılı devletlerin bu hamlesine karşı ekonomik yaptırımlarla karşılık vermesini bekliyordu.  Ancak Ukrayna’daki direnişe paralel işgal girişiminin seyri ve Batı tarafından gelen sert ve süratli yaptırımlar Putin’in hesaplarını yeniden gözden geçirmesiyle sonuçlanabilir. Cevabını sadece kendisinin bildiği soru ise yarattığı insani trajediyi, işgal planlarını nereye kadar vardıracağı. Başlattığı savaşla dünyada dengeleri çoktan değiştiren Putin, Ukrayna işgali sürecinde ilerleyen haftalarda yapacağı seçimlerle beraber dünya ekonomisinde de derin izler bırakacak. Keza ikinci haftasını doldurmak üzere olan savaşta şimdiden nükleer tehdit masaya kondu. Rus merkez bankası kısmen felç oldu, AB aniden bir silah tedarikçisi haline geldi ve uluslararası şirketler Rusya'daki faaliyetlerini kitlesel olarak durdurdular. Putin henüz geri adım atmaya yanaşmadı. Ukrayna'daki savaş küresel politik-ekonomik manzarayı kalıcı olarak mı değiştirecek, yoksa büyük dünya savaşları hariç bölgesel jeopolitik krizlerde olduğu gibi dünya yeniden eski düzene mi dönecek?
Başlattığı savaşla dünyada dengeleri çoktan değiştiren Putin, Ukrayna işgali sürecinde ilerleyen haftalarda yapacağı seçimlerle beraber dünya ekonomisinde de derin izler bırakacak.
Bu sorunun kalbinde de tabii ki ekonomik ve finansal globalleşmenin geleceği yatmakta. Küreselleşmenin 1990’lar boyunca iddia edildiği gibi sisteme dahil olanlara özgürlük, ekonomik refah, daha iyi bir demokrasi ve tabii barış getirmediği Ukrayna savaşından çok önce netleşmiş bir durumdu. Serbest ticaret ve açık piyasanın barış ve zenginliği garanti etmediği bilinse de kabaca son 30 yıldır Çin ve Rusya gibi otokrasilerin bu düzene eklemlenme çabalarına da tanık olduk. Peki eğer globalleşme, Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana büyük ekonomilerde jeopolitik istikrarın elde edildiğini varsayarsak, artık savaşların hatları silinmeye yüz tutan bloklar arasında ticaret ve yaptırımlarla “yumuşak güç” kullanarak kazanılmaya çalışıldığı dönemin Rusya’nın Ukrayna işgali ile sonuna mı geldik? Başka ifadeyle, dev ekonomiler arasında kara savaşı ile şekillenen jeopolitik riskler uzun soluklu olacak tersine küreselleşme dönemini mi başlattı? Putin’in Ukrayna konusunda yapacağı tercihler bir ölçüde bu dönüm noktasının belirleyicisi de olacak. Söz konusu tercihleri kabaca üç seçeneğe indirmek mümkün:
  1. Tam gaz ileri: Putin Batı’dan gelen büyük yaptırım paketini ve onu durdurmaya yönelik diğer girişimleri hiç umursamayabilir. Hedefinde Ukrayna’nın tümü var ve daha azına razı değil.  Bu senaryoda direnç gösteren tüm şehirleri yakıp yıkmaktan çekinmeyecektir ve çok sayıda sivilin ölümüne neden olacaktır.  Sonuçta Ukrayna da Belarus gibi Kremlin'in uydu devleti olarak işlev görür. Putin bu şekilde hedefine ulaşırsa Batı ile arasına geniş bir tampon bölge koymayı başaracak: Belarus, Ukrayna ve hatta Moldova, Gürcistan ve Kazakistan'daki destekçileri ile ilhak edilmiş bölgelerdeki Rus askerleri.
  1. Ateşkes ve bölünmüş topraklar: Putin’in masaya sürdüğü ateşkes maddelerini kabul ettirir. Böylece henüz Kırım’ın ilhakını dahi tanımamış Batılı devletler ve Kiev'in tüm Donbas ve Kırım üzerinde Rusya'nın kontrolünü kabul ederler.  Ukrayna’dan kalan parçaların NATO’ya veya AB’ye asla alınmayacağına dair Kremlin’le anlaşma imzalanır. Orta vadede kalan Ukrayna’yı da politik olarak kendisine bağımlı yapmaya çalışır ancak sıcak savaş artık biter.
  1. Putin kendi sonunu hazırlar: Açtığı savaştan geri adım atmazken, Ukrayna’da öldürdüğü sivil sayısı artar, Rus askerleri artan sayılarla ölür, yaptırımların yıkıcı ekonomik etkilerinden şimdilik devam edebildiği petrol satışları bile kurtaramaz. Uluslararası tecrit Rus halkını ve zaten Putin karşıtı olan Rus elitleri hareketlendirir. Putin, oluşacak isyanda rejimi ile birlikte hayatını da kaybeder.
Otokrasiyle yönetilen ülkelerde bu çok meşhur otokratları besleyecek şekilde kurulan katman katman düzenin varlığı uzun zamandır bilinen gerçeklerden.  Bu katmanların arasında ortak bir hedefe kitlenmeksizin çıkar ilişkilerine dayalı şekilde bir arada tutulan ordu, polis, istihbarat örgütü ve finansal aygıtlar bulunuyor. Yapılan hukuksuzluklar ve yolsuzlukların boyutu rejim değiştirmenin otokratın da gidişi ve hapse atılması ile sonuçlanacağından, bu tür liderler genellikle girdikleri yoldan geri dönüş özgürlüğüne de sahip olmuyorlar.  Putin için de bu liderlerden en ünlüsü demek mümkün. Bu gerçek, senaryo analizinde 3. seçeneği devre dışı bırakıyor. Geriye kalan iki seçenek arasında savaşın uzamadan Ukrayna’nın teslim olması ve Avrupa’yı hedeflemekte nerede duracağı bilinmeyen Rus agresyonunun erkenden Batı tarafından tescili ise neredeyse gerçekçi değil. Geriye kalan ve en makul beklenti ise Putin’in ilerlediği yolda buldozer gibi devam etmesi ve tabii dünya ekonomisinin de bu uzun soluklu olabilecek süreçte ağır yara alacak olması. Putin, talepleri ve eylemleriyle kendisini, temelde geri dönüş yolu olmayan bir noktaya tuzağa sokmuş durumda. Geri adımının Rusya’daki muhalifleri açısından zayıflık işareti olacağının ve kendi sonunun başlangıcı olacağının da farkında elbette. Putin’in girdiği yoldan dönüşünün beklenmediği senaryoda dünya ekonomisini neler bekliyor o zaman? Şimdilik yaptırımların Rus doğalgaz ve petrol gelirlerine dokunmamış olması Putin’in savaşı finanse etmesini bir vadeye kadar mümkün kılıyor.  Kendi adımı ile aşırı yükselen enerji fiyatları da paradoksal şekilde bu süreyi uzatıyor. Fakat dünyanın enerji tüketen büyük ölçekli geri kalanı pandemi sonrasında daha yüksek enflasyon şokuna maruz kalırken, ekonomik aktivitenin de yavaşlayacağı riski ile karşı karşıya. Savaş ve karşılıklı yaptırımlar daha uzun süre devam edeceğe benziyor ve bu açıdan en kötünün geride kaldığını söylemek de kolay değil. Nükleer tehdit bir kenara, artan jeopolitik risklerin finansal piyasaları ve ekonomik aktiviteyi aşağı çekeceği bir süreç söz konusu olan. ABD ekonomisinden gelen son veriler büyümenin Rusya-Ukrayna belirsizliklerine rağmen büyümenin devam ettiğini anlatmakta.  Bu da merkez bankası Fed’in jeopolitik riskler yerine yükselen enflasyonla mücadeleye öncelik vereceğini gösteriyor. Avrupa ise daha farklı bir konumda, savaşın merkezinde olmasa da içinde. Avrupa, ticari ilişkiler, Rus petrol ve gazına bağımlılık ve Avrupa finans kurumlarının Rusya'ya riskleri yoluyla Ukrayna savaşının daha da tırmanmasına ABD'den çok daha savunmasız. Avrupa Merkez Bankası’nın Fed gibi jeopolitik riskleri ikincil plana itme lüksü rekor seviyedeki enflasyona rağmen yok. Bu da en hızlı şekilde Euro’nun değer kaybı olarak yansıyacak durumda.  ABD ve Avrupa para politikaları arasındaki ayrışmanın artması EUR/USD üzerinde daha fazla aşağı yönlü baskıya neden olacak. Böylesi belirsizlik zamanlarında yatırımcıların altın, ABD ve Alman tahvilleri gibi güvenli limanlara yönelişi de değişmeyecek.  Tahvil faizleri büyükler için yeniden gerilerken, altın fiyatları ons başına 2000 doların üzerine yönelecek.
Fransa’daki başkanlık seçimlerinde şimdiden Macron’un güç kaybını tersine döndüren Ukrayna işgali Avrupa’da radikalleşme adımlarını zayıflatarak merkez etrafında birleşmeyi motive edecek.
Uzun vadeli etkiler ise daha dramatik. Euro değer kaybetse de, Avrupa’yı bir arada tutan siyasi projenin yansıması olarak kalıcılığını güçlendirecek. Siyasi alanda nisan ayında Fransa’daki başkanlık seçimlerinde şimdiden Macron’un güç kaybını tersine döndüren Ukrayna işgali Avrupa’da radikalleşme adımlarını zayıflatarak merkez etrafında birleşmeyi motive edecek. Buna paralel başta Almanya olmak üzere açıklanan silahlanma paketleri zaten yüksek olan bütçe açıklarının artmasıyla sonuçlanacak. Mali kural büyük olasılıkla savaş nedeniyle esnetilecek. Petrol fiyatı kısa vadede daha da yükselme potansiyeli taşıyor ve üstelik çıktığı yerde de kısa vadeli düzeltmeler hariç uzun süre kalacak gibi görünüyor. Avrupa ülkeleri, Rusya gibi devletlere bağımlılığını mümkün olan en hızlı şekilde azaltmak için yeşil enerjiye geçişi de hızlandıracaklar.  Artan fiyatlar ABD’deki kaya gazı üretimini enerji geçişini daha da hızlandıracaktır (ayrıca, bir kez teşvik edecek, kısa vadede nükleer santraller yeniden önem kazanacak. Savaşın bir sonucu olarak gelişmekte olan piyasalardaki istikrarsızlık önemli ölçüde artabilir. Türkiye örneğinde olduğu gibi artmaya “devam” edebilir.  Örneğin, zaten yüksek enflasyonla ağır darbeler alan Türkiye ekonomisi Rus enerjisine bağımlılığı nedeniyle de yaptırımların ikincil etkilerinden daha büyük darbeler alabilir. Artan enerji fiyatları, kayıp turizm gelirleri,ve olası enerji krizi Türkiye ekonomisinde büyümeyi durgunluğa döndürebilme potansiyeli taşırken, enflasyon sorununun mutlaka daha da azdıracak.
Ukrayna işgali dünya siyasetini ve ekonomisini geri dönülmez şekilde değiştirmekte.  On yıllar boyunca hissedeceğimiz bu değişimin başlangıcına Türkiye ekonomik olarak son 20 yılının en zayıf zamanında yakalandı.
Ukrayna savaşı, globalleşmenin tersine dönme riskini de beraberinde getirmekte.  Pandemi sürecinde kırılan tedarik zincirlerinin ekonomik etkileri başta enflasyon ve ara malı yokluğu olarak halen yaşanan bir süreç.  Mevcut jeopolitik istikrarsızlık bu farkındalığı önemli ölçüde pekiştiriyor. Giderek artan ölçüde, şirketler üretimi kendi ülkelerine ya da daha istikrarlı siyasi yapılara sahip ülkelereçekmeye yönelecekler. Ortaya çıkan ayrışma bir bloğun merkezini ABD yaparken karşı tarafı da Rusya’yı avucunun içine almış Çin haline döndürecek.  Üretim yerlerinin değişmesi, maliyet artıcı etkiler nedeniyle enflasyon üzerinde yapısal yukarı yönlü baskı uygulayacak. Putin’in Ukrayna işgali kararı dünya siyasetini ve ekonomisini geri dönülmez şekilde değiştirmekte.  On yıllar boyunca hissedeceğimiz bu değişimin başlangıcına Türkiye ekonomik olarak son 20 yılının en zayıf zamanında yakalandı. Bu değişimin kavranması ve Türkiye’nin uyum kapasitesinin geliştirilmesi kritik önemde. Ekonomik zayıflıkların, bozulan sosyal dokunun ve gerileyen adaletin tesisini iyice önemli hale getiriyor. Önümüzdeki seçimler Türkiye açısından sırf bu nedenle bile daha fazla önem kazanmış durumda.