Siyasi stratejistlerin iddia ettiği gibi siyasette doğru/yanlış yoksa bile hayatta var. Bu çerçevede, doğrulardan yanlış dersler çıkarmak yerine, seçmeni, yeniden, tekrar tekrar düşünmeye davet etmek, en iyi strateji olabilir.
Daha sabaha karşı “yorumlar”, “biz demiştikler”, “neden olmadılar” başlamıştı. Dünyanın kanunlarından biridir: İşler “ters” gidince, hadi umulduğu kadar iyi gitmeyince diyelim, akıl veren çok olur. İşler beklenmedik şekilde iyi gidince de, hikmet, keramet, maharet atfedenler. Aynı sebeple, bugün dalga konusu, Nurettin Nebati’nin gözlerindeki ışıltı değil de, muhaliflerin whatsapp gruplarında dolaşan komplo teorileri. (Buradan komplo teorilerinin dalgayı hak etmediği sonucu çıkmasın.)
İlk turda % 45, ciddi gelgitler yaşamış Altılı Masa için, CHP genel başkanı için, dönüşmeye çalışan bir CHP için, onunla yan yana durmaya cesaret etmiş diğer partiler için, RTE ve rejimi karşısındaki muhalefet için aslında çok kötü bir sonuç değil. Doğru bir stratejiyle Kılıçdaroğlu’nun ikinci turdan çıkması hala mümkün. Öte yandan, meclis aritmetiği ve muhtemel bir RTE zaferinin hukuk için, kadınlar için, gazeteciler için, siyasi nedenlerle zaten yıllardır içeride olan insanlar için, ekonomi için, toplumsal barış için öngörülebilir ağır sonuçları nedeniyle bunu iyi bir sonuç olarak değerlendirmek zorlaşıyor. Sonucun kötü olarak algılanmasında, seçim öncesi ve ne yazık ki seçim gecesi, yüksek tutulduğu anlaşılan beklentiler de büyük rol oynadı.
Ancak “ilk turda bitirme” beklentisinde en büyük rolü oynayan, bu beklentiyi besleyip büyüten asıl etken unutulmuş görünüyor: RTE ve AKP!
Muhalefetteki beklentiyi çok yükselten asıl unsur, iktidarın ve yeni küçük ortaklarının seçim sürecinde, tıpkı son yerel seçimlerde olduğu gibi, “yanlışlıkla bile doğru bir şey yapmamış” olmalarıydı. Kurgu videolarla ve mesnetsiz ithamlarla yürütülen ve taşlarla nihayete erdirilen bir seçim kampanyası, irrasyonel politikalar, irrasyonel politikaların arkasında ısrarla durulması, olgusal hakikatlerin reddi ve yok sayılması olarak özetlenebilecek bir tablo. Bu tablo, akılcı bakan herkese, değişimin yakın, hatta kaçınılmaz olduğunu düşündürür. Bunun için kimse suçlanamaz.
Bugün ise, % 45’lik muhalefet, yine, yeniden toplumu tanımamakla suçlanıyor. Bu bir ezber. Muhalefet bunları aştı. Muhalefete muhalefet edenler aşamadı. İktidarın bizzat kendisinin muhaliflerdeki değişim beklentisine yaptığı katkı, % 49,5 ile bütün önemini kaybetmiş görünüyor. Oysa bu sefer, belki de izaha muhtaç olan % 45 değil. İzaha muhtaç olan % 49,5’un ta kendisi? Belki bu sefer % 45, tam da durduğu yerde, daha da sağlam ve en önemlisi kendine güvenli bir şekilde durmalı. % 49,5 kendini sorgulaması gereken? Belki muhalefet, bundan sonra ne yapılacağı tartışmasını, illa birtakım yanlışlar yapıldığı varsayımı üzerinden yürütmek durumunda değil artık? Belki de muhalefet bu yüzden artık kazanabilir?
Siyasetin asıl amacı ve belirleyicisinin “güç” elde etmek olduğu düşünülürse, belki de bu siyasetten çıkarılacak dersler gerçekten vardır? Belki siyaseten tüm bunlar bir tür siyasetsizliğe, siyasetin iflasına falan değil de, bizim anlamadığımız bir tür siyasete dair olabilir?
Tam da şimdi, çok basit birtakım hatırlatmalar yapmak gerekiyor. Heves kırıklığı ile göz ardı edilen temel şeyler. Yenilgilerden veya zaferlerden birçok ders her zaman çıkarılabilir. Çok iyimser olmak iyi değildir. Teknik donanımsızlık hatadır. Hedefi fazla yüksek tutmak yersiz bir moral bozukluğuna sebep olabilir. Bununla birlikte, bunlar demek değildir ki, %49,5 doğruyu yanlış, iyiyi kötü, kötüyü iyi yapabilir. Bu sonuçtan ne öğrenmemiz gerektiği kadar, ne “öğrenmememiz” gerektiği de önemlidir. Bazen öğrenmememiz, ders çıkarmamamız gerekir. “Biz” olarak kalabilmek, karşı olduğumuza dönüşmemek için.
Siyaset erbabına sormamız gereken bir soru var. Adrese teslim ihalelerin ve bilumum akrabaya yönelik iş ilanlarının; depremde çadır satanların; asgari ücret ekonomisinin; kriminal tiplerle çekilenlerden oluşan fotoğraf albümünün; Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayanların; Adnan Oktar kitaplarını “gayet güzel ve yerinde” bulan bir Erbakan’ın; Erzurum’da kendi kendilerini taşladılar yalanlarının; altın varaklı saray mutfağının kazanmasından “siyasetin” çıkaracağı bir ders var mıdır? Siyaset, tüm bunlardan ne ders çıkarmalı? Soru bu. Siyasetin bunlardan ders çıkarmasını istiyor muyuz?
Siyasetin asıl amacı ve belirleyicisinin “güç” elde etmek olduğu düşünülürse, belki de bu siyasetten çıkarılacak dersler gerçekten vardır? Belki siyaseten tüm bunlar bir tür siyasetsizliğe, siyasetin iflasına falan değil de, bizim anlamadığımız bir tür siyasete dair olabilir? Bütün o quasi-trol/trol ünlülerle, Bahçeli’nin, Soylu’nun, Önder Aksakal’ın ve Hüda Par’ın “kazanmasını” kendi içinde rasyonalize edebilecek bir siyaset, belki yine de siyasete benzer bir şey olabilir.
Gerçekten de, Melih Gökçek’in oğlu kazandı, Gökhan Zan kazanamadı. Tek ölçümüz seçimler ise, deprem felaketinde çaresizlik içinde yardım bekleyen insanların sesi olmak, ölümcül işlevsizlikler ve aksaklıklara dikkat çekmek, mesela, o iş makinalarının orada öylece bekletildiğini göstermek yanlıştı o zaman. Deprem felaketinde çadır satan Kızılay’a (son güne kadar) arka çıkanlar kazandığına göre, depremde çadır satmak, makul ve meşru demek ki. Bütün çalışan ve emeklileri adım adım asgari ücrette eşitleyen yüksek kur yüksek enflasyon ekonomisi kazandığına göre, ekonomi politikaları doğru, TÜİK’de de bir hata yok. Ortak akıl, müzakere ve uzlaşma, “yeni bir şey sunmazken”; birinin aklına uyma, onun peşine takılma, ona sorgusuz sualsiz itaat sonuç getiriyor! Takım tutar gibi parti tutmak sadece bir vaka değil, makbul bir şey belki de? Neden Millet İttifakı’nda takım ruhu yok ki! Zaten politika tercih etmek belli ki “bize göre değil”. O zaman, deprem, asrın felaketi; Cengiz Holding de sahiden bir tür kader. İstanbul Sözleşmesi’ni bırakın, 6284 de kaldırılmalı. “Seçilecek aday” ise, elbette mezhebi aidiyetine göre belirlenmeli çünkü işte buralarda “ona”, “buna”, “şuna”, “elleri gitmiyor”. Hakaret, alenen aşağılama, iftira, yalan ve hatta taşlama da pekâlâ siyasi bir araç o zaman. İyilik, doğruluk dürüstlük, nezaket, kul hakkı, ilim irfan da “değer” değil.
Neyse ki hayat siyasetten ibaret değil. Ahlaki normlar, insani, toplumsal değerler, her şeye rağmen hukuk normları falan da var. Ve normlar güçlüdür. Normlar, ihlallerinden ders çıkarmazlar; onlara uyulmasa da norm olarak kalmaya devam ederler.
“Siyasi realite” bu mu gerçekten? Bu ise, tam olarak gerekleri neler? En önemlisi, bundan sonra ne yapacağız? Hatırlatmaya gerek var gibi duruyor, şayet siyaseti bu siyasetten (veya siyasetsizlikten) çıkaracağımız derslerle şekillendireceksek, biz, biz olmaktan çıkar başka bir şey oluruz. Başkasının siyasetini güderek ondan nasıl farklılaşabiliriz? Siyasi realitenin gereklerini, karşı olduğumuza dönüşmeden, nereye kadar yerine getirebiliriz?
Neyse ki hayat siyasetten ibaret değil. Ahlaki normlar, insani, toplumsal değerler, her şeye rağmen hukuk normları falan da var. Ve normlar güçlüdür. Normlar, ihlallerinden ders çıkarmazlar; onlara uyulmasa da norm olarak kalmaya devam ederler. Normların özelliği hayat olaylarından öğrenmemeleri, ders çıkarmamalarıdır. Normativitenin gücü tam da burada yatar.
Birisi öldürülünce “demek ki insan öldürülebilir” sonucunu çıkarmayız ya hani. Birisi başka birilerini kandırarak menfaat elde etti diye, doğrusu buymuş demeyiz. Sırf “seviliyor” diye, insanın gözünün içine baka baka yalan söyleyenleri örnek almayız. Sırf para, oy, seçim kazandırıyor diye her işi yapmayız, her şeyi söylemeyiz, her şeyi görmezden gelmeyiz. Terbiyesizlik alkışlansa da, dikkat çekse de, terbiyesizliktir işte. Normlar dirençlidir. Değil “siyasete”, birçok şeye göre öyle kolay kolay eğilip bükülmezler. Seçimlerin de siyasetin de eğip bükebileceklerinin bir sınırı vardır. En fazla siyaseti eğip bükebilirler.
Bazen doğru yapsanız da sonuç istediğiniz gibi olmaz. Yapılması gereken yapılmış ama arzu edilen sonuç bazı etkenlerden ötürü gerçekleşmemiş olabilir. Bazen sizin değil, karşınızdakinin değişmesi, dönüşmesi gerektiğini anlaması, buna ikna olması gerekir. Şartların daha da olgunlaşması gerekebilir. Bu doğal sınırları şahsi hayatında tecrübe etmeyen de yoktur. Siyaset, toplumsal planda, tam da bu doğal sınırları aşma, vaziyeti, iyiyi, doğruyu, yanlışı, işin kuralını kaidesini anlatma, gösterme faaliyeti olarak da tanımlanabilir.
Bazen ders çıkarmadan pozisyonunu korumak, siyasetinin arkasında durmak, yanlışa yanlış, doğruya doğru, iyiye iyi, kötüye kötü demek gerekir. Aklı selim, makul, gerçek olan üzerine kurulu bir cephede safları sıklaştırmak gerekir.
Kaldı ki doğrunun, haklının, iyinin arkasında durma uyarısı, çağrısı, hatırlatması illa ki realiteye, hayata, siyasete bağışık, ondan kopuk, ondan ayrı bir tür normatif duruş tanımlamaz. Hukuktan, ekonomiden, bilimden, ahlaktan doğan normlar da, onların yasaları da toplumun içindedir. Onun bir parçasıdır. Ona dairdir. Doğru, haklı, iyi, her zaman ve her halde göreceli olmadığı gibi, doğrudan, somut sonuçlara da tekabül eder. “Kötü” ekonomi politikası eninde sonunda herkese değecek kötü sonuçlar doğurmaktadır ve doğuracaktır. %49,5, yürütülen ekonomi politikasını ne doğru yapma gücündedir, ne de buna yanlış diyenleri haksız çıkarma gücüne.
İktidar gücü, devlet aygıtı ve medya kontrolünün temerküzüne ve kara propagandaya rağmen muhalefet %45 oy aldı. Muhalefet hiç olmadığı kadar %50’ye yakın. Başka türlü olsaydı daha azını alacağı yönünde emare çok da, daha çoğunu alacağını düşünmemizi gerektirecek hiçbir neden yok. Öte yandan, iktidar neyi doğru yaptı sorusunun bir cevabı yok. Bugünlerde sıklıkla, siyasette doğru yanlış değil, neden nasıl vardır deniyor. Doğrudur. Ama bu sadece iktidar için değil muhalefet için de böyle olsa gerekir?
Siyasi stratejistlerin iddia ettiği gibi siyasette doğru/yanlış yoksa bile hayatta var. Bu çerçevede, doğrulardan yanlış dersler çıkarmak yerine, seçmeni, yeniden, tekrar tekrar düşünmeye davet etmek, en iyi strateji olabilir. İnsanlara, neyi seçtiklerini, neye “eyvallah” dediklerini, neyin arkasında durduklarını, tercihlerinin muhtemel sonuçlarını tekrar tekrar göstermek, hatırlatmak ve sorgulatmak yapılacak en iyi iş olur. Bazen ders çıkarmadan pozisyonunu korumak, siyasetinin arkasında durmak, yanlışa yanlış, doğruya doğru, iyiye iyi, kötüye kötü demek gerekir. Aklı selim, makul, gerçek olan üzerine kurulu bir cephede safları sıklaştırmak gerekir. Buna siyaset denir veya denmez. İçinde bulunduğumuz olağanüstü şartlarda, daha somut olarak, karşı karşıya olduğumuz olağanüstü siyaset nedeniyle bunun bir siyasetsizlik ima ettiği asla söylenemez.