Bireysel anlamda mübadele bir zorunluluktur. Bu temel “yerleşme” ve “seyahat” konulu insan haklarına aykırı bir durumdur, mübadil olan kimseye tercihi sorulmamıştır. İnsanlar nerede yaşamak istedikleri konusunda karar verememiştir. 1.Dünya Savaşı sonrası, Atatürk önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı ile yeniden bağımsızlığına kavuşan Türkiye’nin hudutları kadar hukukunun da tescil edildiği Lozan Anlaşması’nın ayrılmaz parçası Mübadele Sözleşmesidir. 30 Ocak 1923’te, Türkiye adına İsmet İnönü ve Dr. Rıza Nur, Yunanistan adına E.K.Venizelos ve D.Caclamanos tarafından 19 madde olarak imzalanan sözleşme 1 Mayıs 1923’te yürürlüğe girecek, yürütmeyi sürdürmek üzere oluşturulacak karma komisyonda dört Türk, dört Yunan üyenin yanında Milletler Cemiyeti tarafından görevlendirilecek üç tarafsız üye olacaktı. Sözleşme esasen 1912-1924 yılları arasındaki nüfus hareketlerini ve hakları tanzim etmiş olmasına rağmen zorunlu hallerde, İnönü-Venizelos görüşmesinin yapıldığı 1930 yılına kadar kapsayıcı olmuştur. Genel olarak Balkanlar, Rumeli ve Anadolu’da yaşanan son savaşlarla düşmanca duygular besleyen Türkiye ile Yunanistan’da sivil halka yönelik tehlikeler yeni değildi aslında. 1912-1914 yılları arasındaki Balkan Savaşı’nda Osmanlı Devleti bu coğrafyadaki topraklarının neredeyse tamamını kaybetti. Öncesinde 1878 yılında Bulgarlar İstanbul Yeşilköy’e kadar ilerlemiş, sonra geri çekilmişti. Yunanistan 1821-1829 yılları arasındaki isyan sonucu 1830’da bağımsızlığını kazanmış, ancak isyanın başladığı Tripoliçe’de Müslüman ve Yahudi halka karşı yapılan katliam hiç akıllardan çıkmamıştı. Milliyetçilik rüzgarıyla savrulan Balkan milletleri birbirlerine düşman olmuş, arada kalan siviller sürekli ölüm korkusuyla yaşar hale gelmişti. Zaman içinde ülkeler arasındaki göç hareketinin kaç kişi olduğu tam olarak bilinmiyor, ancak Balkan Savaşları sonucu sadece Yunanistan’dan gelen göçmenlerin sayısının 125 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. 1912’de ayrı ayrı Yunan ve Bulgar ordularının baskısı altında olan Selanik, Hasan Tahsin Paşa tarafından Osmanlı ordusu bir kurşun atmadan Yunanlılara teslim edilmişti. Mustafa Kemal’in hiç kabullenemediği bir olaydır; ailesi ile birlikte İngiltere’ye gidip yerleşen Tahsin Paşa onun gözünde hep bir hain olarak kalmıştır. Girit’te, diğer Yunan adalarında ve Yunanistan’ın diğer kent ve köylerinde durum hiç parlak değildi. Başarısız bağımsız Girit devleti girişiminden sonra Rumların baskı ve tehditleriyle fiilen özerk eyalet haline gelen adada ve Yunanistan’ın başka yerlerinde köyler, çiftlikler basılıyor, buralardaki insanlar göçe zorlanıyordu. 1919’da Osmanlı Devleti’nin Atina büyükelçisi Galib Kemali Bey ilk kez mübadele fikrini ortaya atmış, ama o zaman başka planlar içinde olan Yunanistan tarafından reddedilmişti. Yunanistan’ın planı Anadolu’ya bir askeri sefer yapmak ve buradaki Rum unsurlarla birleşmek suretiyle Küçük Asya’yı da içine alan Megali İdea’yı hayata geçirmekti. Zaman ve Mustafa Kemal önderliğindeki Türkiye halkı buna olanak vermedi, ama sonrasında geçmişte yaşanan felaketleri, katliamları da göz önüne almak suretiyle bir nüfus değişimi yapmak zorunlu hâle gelmişti. İmzalanan Mübadele Sözleşmesi Türkiye topraklarındaki Ortodokslarla, Rumeli’de ve Ege adalarında kalmış Müslümanların karşılıklı olarak değişimini kapsıyordu. Bu sözleşme ile mübadeleye konu olan mübadiller geldikleri ülkenin vatandaşlığını kazanıyor, diğer ülke vatandaşlığı ile ilgili tüm haklarını kaybediyorlardı. Bu şekilde yer değiştiren insanların geri yerleşimi kesin bir şekilde önlenmişti. Mübadiller taşınır mallarını hiçbir vergi veya kısıtlamaya tabi olmaksızın yanlarında götürebiliyorlar, tespit edilen ve değerleme yapılan taşınmazları karşılığında ise gittikleri yerde benzer özelliklerde taşınmazlara sahip olma hakkına sahip oluyorlardı. Taşınmazlarla ilgili çok sorun ve haksızlık yaşandı. Verilen sözlerin hepsi yerine getirilmedi, düzensizlikler ve adaletsizlikler yaşandı. Gelen Müslümanlar giden Ortodoksların yerlerine, yurtlarına, evlerine yerleşti; ancak bu evlerin bir kısmı talan edilmiş, sahiplenilmiş, tabir yerindeyse çökülmüştü! Giden Ortodoks Rumların durumu daha feciydi, çünkü zaten giden ve gelen nüfus arasında ciddi sayısal fark vardı. Muhtelif rakamlar vardır, ancak elimizdeki verilere göre Türkiye’de iskân edilen mübadil sayısı 465 bin civarındadır; bunu yanında 1928 nüfus sayımına göre Yunanistan’daki göçmen sayısı 1 milyon 221 bin’dir. Bunun 1 milyon 104 bin’i Türkiye’den gelen mübadillerdir.
Mübadelede ölçütün Ortodoksluk ve Müslümanlık olarak konması, din farklılığının millet, etnisite, konuşulan dilden ziyade belirleyici olması, Milliyet kıstasının dini aidiyet üstünden tanımlanması sorun oluşturmuştur.
19. ve 20. Yüzyıllarda dünyayı yaşanmaz bir yer haline getiren, iki büyük dünya savaşının yanı sıra pek çok bölgesel savaşı, isyanı, ateşi, barutu, hastalığı, kısaca ölümü beraberinde getiren şartlar, milliyetçilik akımları, emperyalizm yüzyıllardır bir arada yaşamış halkları parçalamış, uzaklaştırmış, düşmanlaştırmıştır. Bu anlamıyla bir zorunluluk olarak karşımızda duran Mübadele Sözleşmesi’ne karşı getirilen eleştirileri de burada belirtmek lazım. Öncelikle bireysel anlamda mübadele bir zorunluluktur. Bu temel “yerleşme” ve “seyahat” konulu insan haklarına aykırı bir durumdur, mübadil olan kimseye tercihi sorulmamıştır. İnsanlar nerede yaşamak istedikleri konusunda karar verememiş, her iki tarafta bazı şahıslar din değiştirmek suretiyle yaşadıkları yerde kalabilmişlerdir. Esasen ölçütün Ortodoksluk ve Müslümanlık olarak konması, din farklılığının millet, etnisite, konuşulan dilden ziyade belirleyici olması, Milliyet kıstasının dini aidiyet üstünden tanımlanması sorun oluşturmuştur. Türkçe konuşan Karamanlı Ortodokslar, yine Karadeniz’de çoğunlukla Türkçe konuşan gruplarla, kendi dillerini konuşan Müslüman Arnavutlar, Pomaklar, Ulahlar, ana dili Yunancanın lehçeleri olan bazı Giritliler ile Patriyotlar Mübadeleye maruz kalmıştır. Bu insanlar sadece evlerinden, yurtlarından değil özgün kültürlerinden de koparılmıştır. Ortodoksluğun esas alınmasından dolayı, az sayıda da olsa Protestan ve Katolik Rumlar sözleşmenin dışında bırakılmıştır. Tüm bunlar bireysel anlamda hukuksal statü farkı yaratmış, gidilen yerin vatan mı sürgün mü olduğu tartışmalarını beraberinde getirmiştir. Gökçeada ve Bozcaada’nın boğazlara giden yol üstündeki stratejik konumları sebebiyle buralarda yaşayan Rumların yanında 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’a yerleşmiş bulunan Rumlar ve 1913 Bükreş Anlaşması’nda çizilen sınırların doğusunda kalan, Batı Trakya’da yaşayan Müslümanlar sözleşmenin dışında bırakıldı. Bu kararlar çok tartışmalıdır. Birbirine coğrafi olarak çok yakın olan Gümülcine ve İskeçe ile Drama ve Kavala’nın, daha önemlisi buralarda yaşayan insanların farklı statüler kazanması adalet duygusunu zedelemiştir. Her ne kadar sözleşmenin hayata geçirilmesi, mübadillerin sağlıklı bir şekilde yerlerine ulaştırılması konuları taraf iki devletin yanı sıra Milletler Cemiyeti’nin sorumluluğuna verilmiş olmasına rağmen, o zamanın mevcut savaş sonrası şartları da göz önüne alındığında düzenli ve sağlıklı yapılmamıştır. Yolda hastalananlar, ölenler olmuştur.
Mübadele ile bu insanların taşınması, iskanı, iş imkanlarının sağlanması yönünde savaş yorgunu iki ülke Türkiye ve Yunanistan’a ek yükler getirmiş, 1929 büyük buhranın da etkileri ile ekonomilerinde sıkıntılar, istihdam sorunları yaratmıştır.
Başta İstanbul, İzmir, Bursa, Balıkesir, Samsun, Manisa, Edirne, Tekirdağ, Kocaeli, Niğde olmak üzere 60 vilayete ailelerin yerleştirilmesi düzenli olamamış, aileler bölünmüştür. Bu insanların bir kısmı vaat edilen yardım ve taşınmazların sahibi olamamıştır.  Gittikleri yerde yerel halktan sempati görmemişler, toplumla entegrasyonları zaman almıştır. Mübadele ile bu insanların taşınması, iskanı, iş imkanlarının sağlanması yönünde savaş yorgunu iki ülke Türkiye ve Yunanistan’a ek yükler getirmiş, 1929 büyük buhranın da etkileri ile ekonomilerinde sıkıntılar, istihdam sorunları yaratmıştır. Özellikle Türkiye’den giden Ortodokslar çoğunlukla tüccar, esnaf, zanaatkardırlar. Bu insanların ekonomi içindeki fonksiyonlarının, ağırlıklarının, ilişkilerinin sekteye uğraması zaten yetişmiş insan sıkıntısı çeken ülkenin beşerî sermayesinin azalmasına sebebiyet vermiştir. Yunanistan tarafında ise Müslümanlar çoğunlukla ve yüzyıllardır çiftçilikle uğraşan, tarım ve hayvancılık yapan kesimdir. Müslümanların gitmesi ülkede global ağır ekonomik sıkıntılarla birlikte kıtlık sorunu oluşturmuştur. Gülcemal (Gul Djemal – Germanic) vapuru ile Selanik’ten İstanbul/Tuzla’ya inen ilk kafile ile gelmek suretiyle, sonrasında tüm yurda yayılan mübadillerin hepsi Mustafa Kemal Atatürk’ü hemşeri olarak benimserler. Onun Cumhuriyetine sahip çıkarlar, bu rejim onların tarihsel ve kültürel dokularıyla uyumludur. Dahası vatan kaybetmenin ne demek olduğunu çok iyi bildikleri için Türkiye Cumhuriyeti’ne sıkı sıkıya sarılmışlar, ilk yıllarda yaşadıkları ekonomik ve toplumsal sıkıntılardan, ötekilik ve dışlanmışlık hislerinden çabuk sıyrılıp Türk toplumunun iyi eğitim gören, kariyer yapan, ekonomiye ve toplum yaşamına destek veren bir kesimini oluşturmuşlardır. İkinci ve üçüncü kuşak mübadiller çok sayıda meslek sahibi, akademisyen, yazar, sanatçı, bilim ve iş insanları yetiştirmiştir. Mübadillerin yeni kuşak torunları atalarının çektiklerini gen hafızalarında taşıyarak, dinamik ve demokrat yapılarıyla Türkiye’nin aydınlık yarınlarına umutla bakmaktadır.