Binaenaleyh dünyaya meydan okuyan Türkiye algısını diri tutmak gerekiyor. Araplarla gerilimler artık maslahata yeterince hizmet etmiyor. Yirmi yıllık AKP iktidarında ciddi hiçbir krizin yaşanmadığı Yunanistan bunun için biçilmiş kaftan. Bilindiği gibi AKP, Gezi olaylarından bu yana içerideki oyunu söylemsel düzeyde dış politika, güçlü Türkiye türünden ajitatif bir alan üzerinden kurdu. Türkiye’nin son dönemde bağımsız bir dış politika yürüttüğü algısı AKP’yi konsolide eden en önemli unsur oldu. Hep iktidar partisinin din unsurunu algı siyasetinin merkezine yerleştirmesi ve dini sembolleri kullanması sayesinde rakipsiz olduğu, yirmi yıl süren iktidarının buna bağlı olduğu düşünüldü. İktidarın dini, söyleminin merkezine koyması, belirli ölçülerde tabanı konsolide etme noktasında önemli işlevler görse de asıl unsurun “ABD ve Batı’ya kafa tutan” bağımsız ve güçlü Türkiye algısında yattığı, dolayısıyla dini duygulardan ziyade milli duygulara oynadığı gerçeği biraz ıskalandı. Örneğin Yunanistan’la gerginlik meselesini ele alalım. NATO üyesi iki ülkenin savaşa girmesi şimdiye kadar görülmeyen bir şeyse, şu anki gerginliğin savaşla sonuçlanması ihtimali düşük demektir. Her iki taraf da biraz gerginliğin hiç de zararlı olmayacağı konusunda hemfikir olduğunu, savaş düzeyine ulaşmayacak, sınırlı ve lokal bir gerginliğin her iki tarafın işine geldiğini söyleyebiliriz. Ege’deki gerginliğe ilişkin şöyle bir kurgu bütünüyle imkansız değil kanımca: ABD, İsrail, BAE ve S. Arabistan’la yaşanan gerginlikler de hep Batı’ya kafa tutan güçlü Türkiye algısına hizmet etti. Oysa AKP yönetimi şu an bu tür bir söylemi destekleyecek herhangi bir aparattan yoksun. Zira hepsiyle hem barıştı hem ilişkilerini normalleştirdi. Örneğin İsrail’le yaşanan gerginlikler unutuldu, Türkiye şu an Tel Aviv’e elçi atamaya hazırlanıyor. Hâlbuki ne güzel, halktaki İsrail antipatisini olabildiğince siyasi ranta dönüştürebiliyor, ciddi bir bedel ödemeden İsrail’le rekor düzeyde ticari ilişkilerini sürdürebiliyordu. Aynı konfor aynı verimlilikte sürdürülemeyebilir, ama yerine ikame edilecek başka enstrümanlar mevcut ve bu tarla sürülmekle bitecek gibi de görünmüyor.
Hâlbuki ne güzel, halktaki İsrail antipatisini siyasi ranta dönüştürebiliyor ve İsrail’le rekor düzeyde ticari ilişkilerini de sürdürebiliyordu. Yunanistan’la gerginliği aynı verimlilikte sürdürülemeyebilir ama bu tarla sürülmekle bitmez.
Binaenaleyh mevcut konjonktür, dünyaya meydan okuyan Türkiye algısını diri tutmayı gerekli kılıyor. Araplarla ya da Müslüman ülkelerle yaşanan gerilimler de artık maslahata yeterince hizmet etmiyor. İkame gerilim lazım ama bu ülkenin Türkiye’nin geleneksel düşmanlarından biri olması gerekiyor. Yirmi yıllık AKP iktidarında neredeyse ciddi hiçbir krizin yaşanmadığı Yunanistan bunun için biçilmiş kaftan. Elbette bu, krizin tamamen yapay, uydurma olduğu anlamına gelmiyor. Münhasır ekonomik bölgelerin (MEB) sınırlandırılması, kıta sahanlığının kullanımı, askeri uçuş faaliyetlerinin kontrolü için uçuş bilgi bölgelerinin rolü, adaların askerden arındırılması meselesi, Kardak başta olmak üzere bir dizi adacığın Yunanistan tarafından işgal edilmesinden kaynaklanan sorunlar… Bu sorunlardan sadece bir tanesi bile, kriz çıkarmak isteyenler için bölgesel bir krizi tetiklemeye yeter de artar bile. Bu doğru ama, bunların hiç biri tam da seçim sathı mailine girilmek üzere olduğu bu süreçte, neden şimdi sorusunu sormamıza engel değil.. Erdoğan’ın hamlelerini doğru okumak önemli. AK Parti lideri sadece halka ve oy kazandıracak hamasi söylemlere oynamıyor aynı zamanda kendisini devlet elitleri (ulusalcılar, emekli ve muvazzaf askerler, askeri ve sivil bürokrasi) nezdinde itibarını artıracak, konumunu pekiştirecek her şeyi değerlendiriyor, atılan bütün pasları gole çevirmeye çalışıyor. Zira ekonomi ve siyaset alanında ortaya konan acemilikler ve yanlış tercihler nedeniyle bütün iç ve dış unsurlar, iktidar tahtını iyiden iyiye sallıyor ve AKP liderinin topu taca atma gibi bir lüksü yok. Öte yandan Yunanistan’la gerginlik başka ülkelerle yaşanan krizlere göre daha kritik bir işlev görüyor. AKP tabanının ve Türkiye halkının nefret ettiği İsrail’le yaşanan yakınlaşmayı telafi edecek, Erdoğan’ın hala Batı karşıtı olduğunu kanıtlayacak, bu söylemi inandırıcı kılacak bir yaklaşıma ihtiyaç vardı, Yunanistan ve adalar krizinin AK Parti’nin yana yakıla ihtiyaç duyduğu bir olguya hizmet ettiği ve böyle bir işlevi yerine getirdiği söylenebilir. İşin garip tarafı Erdoğan son dönemlerde Yunanistan’ın söz konusu adacıkları işgal ettiğini söyledi. Peki bu adalar işgal edildiyse bu işgal, 30 yıl önce falan gerçekleşmiş olamaz. Öyleyse bu süreçte bu adacıkların işgallerine nasıl ve neden izin verildi? İşgal edilmesine izin verilerek daha seçime yakın bir süreçte gündemi işgal edecek bir mesele haline gelmesine izin vermek için mi? Yunanistan’la gerginliğin ayrıca ciddi bir ekonomik krizin kamuflesi açısından da oldukça önemli bir rol yerine getiriyor oluşu da gayet açık. İktidarı oldukça zor durumda bırakan pahalılık, işsizlik ve alım gücünün düşmesinde belirginleşen krizi saklamaya en azından geçici de olsa gündemden düşürmeye yarıyor. İktidar, bu sayede “bakın biz iktisaden bedel ödüyoruz ve halk olarak ekonomik sıkıntılar çekiyoruz ama bu boşuna olmuyor, bedelsiz bağımsızlık olmaz” kurgusunu ısıtıp ısıtıp yeniden halkın önüne getiriyor. Biraz daha farklı bir boyuta dikkat çekmek bakımından, Yunanistan krizi İlhan Uzgel Hoca’nın da son yazılarında belirttiği şekilde Türkiye’nin son süreçte, Batı ile ilişkileri restore etme yönünde bir tutum geliştiren ve bu noktada bayağı bir çaba sarf eden yönelimine pek uymuyor. Sırf ABD ve Batılı ülkelerle ilişkilerini tamir etmek için bütün hasımlarıyla barışan Türkiye, bu kez bir kez daha aynı handikapa düşmesine, lobiler vasıtasıyla onca uğraş verdiği ve restorasyonu uğruna milyonlarca dolar harcadığı ilişkileri, Yunanistan yüzünden yeniden riske etmesi tuhaf. ABD ya da Avrupa ülkeleriyle, durum gerektiriyorsa çatışmaktan kaçınılmayacağını bu ülke Kıbrıs harekatından hemen sonra 1975’te, 22 Amerikan üssünü kapattığında gösterdi zaten. Ama yapay gerginlikler üzerinden, tamamen retorik düzlemde bunu sürdürmek inanılmaz bir şey ve bu tutum biteviye devam ediyor. Muhalefet de “yoksa siz Türkiye’nin düşmanlarından yana mısınız?” suçlamasına muhatap olmamak için ya suskunluğunu koruyor ya da bu iktidarın gerilimi artıran söylemlerine destek veriyor. Halbuki hem halkını düşünüp hem de iktidarın oyunlarına gelmemek ve bu eksen çerçevesinde bir politika oluşturmak mümkün.