Ağır aksak da olsa işlemekte olan Cumhuriyet rejiminden Başkanlık sistemine geçişin kapısını aralayan 24 Haziran geride kaldı ve artık 31 Mart 2019’da yapılacak olan yerel seçimlere doğru hızla yol alıyoruz. AKP ve kendisine iliştirilmiş olan MHP, yeni devletin inşası için geceli gündüzlü çalışırken muhalefet, 24 Haziran’ın yarattığı travmanın etkisini atlatabilmiş değil. Kolay değil; 16 Nisan Referandumu sırasında başta Ankara ve İstanbul olmak üzere yakaladıkları başarının yerini, 24 Haziran seçim sonuçlarıyla birlikte kaygı ve endişe almış durumda. 24 Haziran öncesindeki süreçte “özgül ağırlığı” üzerinden dikkate alınan Saadet Partisi, derin bir sessizliğe bürünmüşken, Millet İttifakının bir diğer önemli bileşeni İyi Parti’de ise adeta bir odaktan planlandığı ve belirli bir periyoda bağlandığı izlenimini veren istifalar peş peşe geliyor. YEREL SEÇİMLER, “VARLIK-YOKLUK” MÜCADELESİNE DÖNÜŞEBİLİR! AKP’nin ve AKP’den çok daha fazlasını yapmak için canhıraş bir çaba göstermeyi marifet sayan Devlet Bahçeli’nin MHP’sinin hedefindeki CHP ise 24 Haziran öncesinde gösterdiği stratejik oyun kurma becerisini ve moral üstünlüğünü kaybetmiş görünüyor. Seçim gününün ve gecesinin kötü yönetilmesiyle başlayan; sonrasında parti içi iktidar kavgalarının bıktırıcı boyutlara taşınması nedeniyle CHP üye ve seçmeninde yaygın bir kanaate dönüşen “sandığa gitmeme” eğilimi, yerel seçimlerde yaşanması muhtemel zorlukları daha da katmerleştireceğe benziyor. AKP ve ona ilişmişliği mevcut milliyetçiliğinin alameti farikası kabul eden MHP, Başkanlık rejiminin kurulması için başta büyükşehirler olmak üzere yerel seçimleri kazanmanın önemli olduğunu görüyor ve stratejisini bu önemin üzerine inşa edeceği anlaşılıyor. İktidarın, 24 Haziran sonuçlarıyla birlikte kapısı aralanan Başkanlık rejimini tahkim etmek için bir dönüm noktası olarak gördüğü yerel seçimler, CHP için de “varlık-yokluk” ikilemine yol açacak ölçüde bir önem taşıyor. Nedeni çok açık! DEVLET, YENİ BİR BİÇİME BÜRÜNÜYOR! Toplumsal bilinç dönüşümü henüz subuta ermemiş olsa da 95. Yıldönümünü idrak ettiğimiz Cumhuriyet, artık eski vasfını yitirmek; kuruluş sürecini tamamlamakta olan Başkanlık rejimi ile yeni bir evreye girmek üzeredir. Hukuksal yapı tamamlandığında CHP’nin kurucusu olmakla övündüğü Cumhuriyet geride kalmış olacaktır. Yerel seçimler, söz konusu hukuksal yapının meşrulaşmasını sağlaması yahut söz konusu meşruluğun tartışılırlığının sürmesi açısından son derece önemlidir. CHP’nin muhalefeti yeniden bir araya getirebilecek motivasyonu sağlayıp elindeki büyükşehirleri koruyup, İstanbul’u ve Ankara’yı alması yahut mevcutlardan bazılarıyla birlikte İstanbul ve Ankara’yı açık ara kaybetmesi farklı sonuçlara yol açabilir. Ancak görünen o ki CHP, henüz, 24 Haziran’da ne olduğunu idrak edebilmiş olmadığı gibi yaklaşan yerel seçimlerin de bundan önceki herhangi bir yerel seçimden farklı bir içerik ve niteliğe sahip olduğunu fark edebilmiş durumda değildir. YEREL SEÇİMLERDE ÇOĞULCU PARLAMENTER SİSTEMİ SAVUNMAK! Kulis bilgilerine bakılırsa CHP, hala Ankara için “sağdan oy alabilecek aday” arayışı içinde olduğu anlaşılmaktadır. Tarihin imbiğinden geçerek günümüze ulaşan bir kuralı hatırlatalım; “aynı suda iki kez yıkanılmaz”! 2014’de Mansur Yavaş’ın adaylığı, o günün koşulları içinde kabul edilebilir bir ihtimaldi; ancak görüldü ki sonuç alıcı değilmiş! MHP’nin dahi el altından destek verdiği Yavaş, seçimi, öncelikle Beypazarı’nda kaybetmişti; bu niteliklere haiz yeni bir “sağdan oy alabilecek aday” vak’ası, Ankara’da hezimete davetiye çıkartır. İki nedenden ötürü! Birincisi, “daha sağcı” bir aday varken, seçmenin “dümeni bizden yana kırmış sağcı”yı tercih etmesi, gelenekselleşmiş toplumsal reflekslere ve akla aykırıdır. İkincisi ve daha da önemlisi, yerel seçimler, dikkat çektiğimiz gibi yalnızca bir yerel seçim değil; Başkanlık rejiminin meşrulaşmasının yahut meşruluğunun tartışmaya devam edilmesinin bir aracı niteliğindedir ve Başkan adayı, yönetmek üzere çıkmış olduğu halka, bir arkadaşımın ifade ettiği üzere “ideolojik duruş” göstermek sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Çünkü yerel seçimler, 24 Haziran’da kapısı sonu kadar açılan Başkanlık sisteminin bir çeşit referandumu niteliğindedir. KENTİ YÖNETMEK İSTENİLEN YÖNTEMLE ADAY BELİRLEMEK! Evet, elbette, her bir aday, yönetmek için talip olduğu kentin gündelik hayatını nasıl kolaylaştıracağını; o kenti nasıl cazip ve yaşanılır hale getireceğini programlaştıracak ama bu yerel seçimler, hangi adayın “projeleri”nin diğerinden daha “faydalı” olacağı bir seçim olmayacağı açıktır. Bu demektir ki yerel seçimler, CHP için aynı zamanda her düzeyde demokrasinin ve katılımcı yönetimin önemine vurgu yapan ve dolayısıyla “ideolojik duruş” gösterebileceği bir seçim olmalıdır. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere metropolleri kazanmanın yolu, kentin daha çok demokratik yol ve yöntemlerle yönetileceğinin dile getirilmesinden geçer. Bir kenti demokratik yol ve yöntemlerle yönetmeye talip olmak, yönetecek kişinin belirlenme yönteminin de demokratik bir biçimde belirleneceğini ilan etmek demektir. Belirlenecek yöntem, CHP üye ve seçmeninde giderek yaygınlaşan “bıkkınlık ve sandığa gitmeme” eğilimini ortadan kaldıracağı gibi bu eğilimi daha da artırabilir. Öte yandan belirlenecek yöntem, aynı zamanda, CHP’nin “şapkamızı koysak kazanırız” rahatlığıyla aday belirlediği Çankaya, Kadıköy, Karşıyaka gibi merkezlerde 24 Haziran’da yaşadığı büyük oy kayıplarını yeniden toparlayıp atağa geçmesini sağlayacağı gibi CHP’nin solunda kümelenmiş ÖDP, İşçi Partisi ve HDP’yi de kapsaması muhtemel işbirliği nedeniyle travmatik kayıplara da yol açabilir. Demek ki mesele, eleştirdiğinizden daha “sert” davranıp, seçmene ve partililere “o halde gidin, AKP’ye oy verin” diye sitem etmek değil;  asıl mesele, seçmenin ve partililerini ruh halini analiz edip, bugüne kadar başvurulan önseçim yahut merkezi yoklama yöntemlerinin dışında da yöntemler olabileceğini hesap ederek, geleceğe hazırlanmaktır.