Formel eğitim, size ders verilmesini sağlar; derslerden neler anladığınızı ölçmek için de sınava tabi tutar.

Gerçek hayat ise daha farklıdır: “önce sınav yapar, sonra ders verir”.

Bu nedenle okullarda gösterdiğiniz başarı, her zaman hayatta karşılık bulamayabilir. Çünkü hayat, sizinle ilintili olmasa da pek çok dersi içerir. Başarı, o dersleri alabilenlerin kapısını çalar.

“İyi insan” olmak ise bambaşka bir şeydir.

“Cumhuriyetin bilhassa kimsesizlerin kimsesi” olmasını istiyorsanız yönettiğiniz kurumu buna göre kurguluyor ve komşunuzu aç yatırmıyor iseniz iyi insansınız.

İYİ İNSANDI!

Yönetirken “adil” iseniz, sizden hizmet alanlara karşı ayrımcı değilseniz, çalışma arkadaşlarınıza dokunabiliyorsanız; onların dertleriyle hemhal olabiliyor, çözümü için elinizi taşın altına koyabiliyorsanız gene iyi insansınız demektir.

Bununla birlikte nihayetinde insansınız ve insan, hataları ve sevaplarıyla insandır!

Geçen hafta elim bir kalp krizi sonucu yitirdiğimiz eski Çankaya Belediyesi Başkanı Doğan Taşdelen de böyle bir insandı.

Edip Cansever, bir şiirinde, “insansız anı yoktur” der.

Kendisiyle uzun yıllar birlikte çalışma olanağı bulmuş biri olarak, kendisini bir tek sözcükle tanımlamam gerekirse “insan” derdim.

Belediye başkanlığı yaptığı on yıl boyunca herkesin sevgisini ve gönlünü kazanmıştı. Dokunmadığı bir tek Çankayalı, konuşup dertleşmediği bir tek çalışanı yoktu.

Başkanlığının ikinci dönemine yakından tanıklık etmiş biri olarak, Taşdelen’in, belediyecilik alanında çığır açtığını söyleyebilirim. Örneğin düzenli aralıklarla STK’lere, odalara, yerel ve yöresel derneklere, medyaya ve elbette siyasi çevrelere brifingler verir; onların görüşlerini önemserdi. 1995’ten sonra başta Cumhuriyet olmak üzere entelektüel okur kitlesi yüksek gazetelere belediyecilik anlayışını yazmıştı. En sık kullandığı sözlerinden biri, “Her gizlilikte bir ahlaksızlık vardır” şeklindeydi.

SİYASET ALGI İŞİDİR!

Belediyecilik hizmetleri kusursuzdu; ancak siyasete dair attığı adımların kendi algısına büyük darbeler vurduğunu inkâr edemem.

Herkesin bildiği “malum” adımlarından biri de DSP’den Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı olmasıydı.

Bu konuda pek çok spekülasyon yapıldı; hâlâ da yapılıyor.

Sürecin tanıklarından biri olarak not düşmek isterim.

Gökçek’in kazandığı 1994’de, CHP Ali Dinçer ile SHP ise Korel Göymen ile girmişti. CHP adayı Dinçer, 1994 seçimlerinde 30 bin 082 oy almış ve aldığı bu oyla, 387.152 oy ve yüzde 26.9 orana ulaşan SHP adayı Korel Göymen’in RP adayı Gökçek’e karşı 6471 oy farkıyla kaybetmesine neden olmuştu.

Ali Dinçer’in yol açtığı kaybı da aynı seçimde 111 bin 740 oy alan DSP adayını hatırlamıyoruz ama 1999’da DSP’den aday olup 169 bin 490 oy ve yüzde 10.6 oranına ulaşan ve aldığı oy nedeniyle SHP adayı Murat Karayalçın’ın yaklaşık 29 bin oyla seçimi kaybetmesine neden olan Doğan Taşdelen’i hatırlıyoruz.

Elbette hatırlayalım; unutursak, aynı hataları tekrarlarız çünkü!

Üstelik öyle hatasız bir ömür de bırakmadı geride ama gene de şu soruyu soralım:

Neden birbirine benzer “hataları” işleyen iki kişiden yalnızca birini hatırlıyor ve neden yalnızca onu suçluyoruz?

Çünkü algı, aynaya benzer; nereye tutarsanız orasını gösterir.

‘HATASIZ KUL OLMAZ’!

Taşdelen’le ilgili toplumda oluşan olumsuz algının nedeni, spotların bilinçli olarak onun üzerine yoğunlaştırılmış olmasıdır. Hiç kuşkusuz, Doğan Bey’in kendisine dair bu olumsuz algının oluşmasına kendi katkısı da büyüktür ama “kabahat”in tümünü ona yüklemek ne kadar vicdanidir ve aklınıza “ilk taşı, içinizdeki en günahsız olan atsın” sözü geliyor mu?

Tzu’nun, “Başkalarını bilen kimse bilgili, kendini bilen kimse bilgedir. Başkalarını yönetmek kuvvettir; kendini yönetmek iradedir” şeklinde bir sözü var.

Ünlü sözdür: “Hatasız kul olmaz”; gene de adaylığına ilişkin yaptığı özeleştiride şunları söylemişti:

“Bunu söylerken vicdanım sızlıyor, acı çekiyorum. Ama kimseyi suçlamak istemiyorum, kendimi suçlamak istiyorum. Bizim için de bir trafik kazasıydı, orada en yakınlarımızı kaybettik. O acılar bir türlü silinmiyor.”

Doğan Bey’in enerjisi yüksekti; siyasete ilgisi de öyle!

Üç yıl önce beni aramış, anılarını yazmak istediğini, benim de editörlüğünü yapmamı istediğini söylemişti. O zaman burada yazamayacağım pek çok nedenden ötürü kendisine, “Yayımlatmak içinse yazmayın” demiştim.

Şimdi sonsuzluğa göçtüğüne göre o anıların su yüzüne çıkmasında fayda var.

Ne diyebilirim; yattığı yer incitmesin!

Not: Bu yazı ilk olarak Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanmıştır