Yeni dönem siyasetinin mottosu bu! AKP, 16 yıldır başarıyla yürüttüğü algı yönetimi sayesinde seçmeni konsolide edebilmekte; muhtemelen AKP’nin algı yönetimi, rakip partiler üzerinde etkili olmuş olacak ki onlar da, AKP’nin benimsediği yöntemlerle seçmenleri kendi potasında konsolide edebileceği yanılgısına düşmüş görünmektedirler. Kadir Topbaş ve Melih Gökçek olayları, AKP’nin demokrasiye bakışının özetidir; bu öze, AKP’de, “emrin olur” kuralının geçerli olduğunu göstermektedir. AKP’de işler, “başkan” ve “adamları” ilişkisi üzerinden yürümektedir. Hızlı ve sonuç alıcı mı? Evet! Peki insani mi? Kesinlikle hayır! “Başkan”ın tek yetkili olduğu bir ortamda “insana dair” bir şey aramak boşunadır; insanlar da, ihtiyaç gideren herhangi bir nesne gibi araçsallaştırılır. AKP’NİN “İLLÜZYON STRATEJİSİ”! Bu çerçevede yaklaşan yerel seçimler öncesinde iki şeye dikkat çekmek isterim. Bunlardan birincisi iktidarın tavrıdır; iktidar, “denizin bittiğinin” farkında olarak, halkın dikkatini ekonomik krizden başka noktalara çekme çabası içine girmiştir. Bu noktalardan biri, İnönü’nün ABD hayranı olduğu algısını yaratmaktı. Diplomatik nezaket gereği elinde tuttuğu ABD ve Türk bayraklı fotoğrafında, Türk bayrağını karalamak suretiyle İnönü’ye yönelik “ABD hayranı” algısı geri tepti. İktidar, ikinci hamlesini CHP’nin “vasilik” yaptığı İş Bankasındaki hisselerine ilişkin yaptı. Bu kez, “bir siyasi partiyle bir bankanın organik ilişkisinin haksız siyasi rekabete yol açacağı” algısını yaratmayı hedefledi. İnönü’nün ABD taraftarı olduğu algısını yaratmakta zorlanan iktidar, CHP’nin İş Bankası’nda “hissedarlık ilişkisi” varmış gibi bir toplumsal algı yaratmakta epey bir mesafe almış görünüyor. Meksikalıların, yazılarımda sıkça atıfta bulunduğum şöyle bir sözleri var: “Biri size güneşi gösterdiğinde parmağın ucuna bakarsanız yanılırsınız. Parmağın ucunda gerçeği göremezsiniz. Eğer güneşe bakarsanız, yine yanılırsınız. Gözleriniz kamaşır, gerçeği göremezsiniz. Gerçek, parmağın ucuyla güneş arasında uçan güvercindir.” Bu söz, tam da, halkın ya “parmağın ucu”na ya da “göz kamaştırıcı güneş”e bakmasını sağlamak için iktidarın yaratmak istediği algıyı resmetmektedir. CUMHURİYETİ YENİDEN İNŞA ETMEK HALKÇI BELEDİYECİLİK MÜMKÜN MÜ? Elbette mümkün! İşte bu nedenle İş Bankasının hissedarı olmadığı; vasiyet gereği Atatürk’ün hisselerine “vasilik” yapmaktan başka hiçbir fonksiyonunun olmadığını geniş kitlelere anlatmak ve oluşmakta olan olumsuz algının kırılmasını ve gerçeğin halk tarafından bilinmesini sağlamak CHP açısından büyük önem taşımaktadır. Önemlidir; çünkü iktidarın asıl amacı, halkı, “incir çekirdeğini doldurmayacak konularla” illüzyona tabi tutarak, hayat pahalılığı nedeniyle yükselen toplumsal huzursuzluğu en azından yerel seçimlere kadar ertelemektir. Dikkat çekmek istediğim ikinci şey, iktidarın belirlemiş olduğu bu “illüzyonist strateji”ye karşılık, CHP’nin belirleyeceği stratejinin hangi ana eksen üzerine kurulması gerektiğidir. AKP iktidarının 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra “fiilen” uyguladığı Başkanlık Rejimi, 24 Haziran seçimleriyle birlikte “hukuki” bir biçime de kavuşmuştur. Bu hukuki biçim, 1923’de kurulan Cumhuriyet’in tamamlandığına işaret etmektedir. Aradaki fark, realite ile henüz tamamlanmamış toplumsal bilinç arasındaki fark kadardır; malum, toplumsal bilinç dönüşümü, realiteyi takip eder. Demek ki CHP’nin yerel seçim stratejisinin ana eksenlerinden biri, “yeniden Cumhuriyet” olmalıdır. HER DÜZEYDE DEMOKRASİ, HERKESİN BELEDİYESİ! 24 Haziran sonrası iktidarın gerçekleştirdiği uygulamalar, artan terör eylemleri ve hayat pahalılığı, CHP’nin Başkanlık Rejimine karşı yapacağı “yeniden Cumhuriyet” vurgusunu avantajlı hale getirebilir. AKP’nin belediyeler üzerinde yarattığı illüzyon, CHP’yi de etkilemiş olacak ki son birkaç yerel seçimde, başkan adayını belirleme yöntemleri, “başkanın adamları” formülüyle gerçekleşmişti. Basit kuraldır; “başkası gibi davranarak kendiniz olamazsınız!” Ülkede demokrasi istiyorsanız, prensip olarak, partide de demokrasi istemelisiniz. CHP’nin yerel seçim stratejisinin ikinci ana ekseni de, “her düzeyde demokrasi ve herkesin belediyesi” olmalıdır. CHP yönetimi ise “her düzeyde demokrasi” talebine karşılık, “üye yapısındaki sağlıksız durum” dikkat çekmektedir. ÜYE YAPISI SAĞLIKSIZSA!... “Üye yapısındaki sağlıksızlık” makul bir gerekçe olabilir; ancak bu gerekçe, Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra girdiği ilk seçim için anlamlıdır. Sonrasında dördü genel seçim, biri de 2014 yerel seçimleri olmak üzere yapılan beş seçimde de aynı argümana başvurulması, ikna edici değildir. Üye yapısı sağlıksızsa ilk seçimden sonra yapılması gereken parti içine neşter vurmaktı. Dinamizmini yitiren, partiyle illiyet bağı bulunmayanları üyelikten çıkarmak ve dinamik bir parti örgütü kurmak, parti yönetiminin görevidir. Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun, muhtemel seçim işbirlikleri nedeniyle bazı başkanlıkların belirlenme yetkisini elinde tutmak istemesi de anlaşılabilir. Örneğin Ankara adayının “sağın dili”ni bilen biri olması makul karşılanabilir. Ancak “sağın dilini bilen biri” denildiğinde, el altından, dikkatlerin Mansur Yavaş’a çekilmek istendiği de anlaşılmaktadır. Görünen o ki “sağlıksız üye yapısı” ve “sağın dilini bilen aday” gerekçeleri, CHP’nin kendi tabanı üzerinde yürüttüğü bir algı yönetimine dönüşmüş durumdadır. Bu algı, “sol gösterip sağ vurmak” sonucunu doğurur ve başta Ankaralılar olmak üzere CHP seçmeni, “aynı suda iki kez yıkanmak” istemez! Eğer amaç, “günaydın” yerine “hayırlı sabahlar” diyerek halkla “dil birliği” sağlamak ise bu “birlik”, Fethi Yaşar yahut Bülent Kuşoğlu üzerinden neden sağlanmasın? Kaldı ki dil, hakimiyet aracıdır; muarızının diline özenirsen, kültürel hegemonyasına da teslim olursun!