Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” adlı muhteşem şiirini hatırlıyor musunuz? Şöyle başlıyor o şiir: “Her yere yetişilir Hiçbir şeye geç kalınmaz ama Çocuğum beni bağışla Ahmet Abi sen de bağışla Boynu bükük duruyorsam eğer İçimden öyle geldiği için değil Ama hiç değil Ah güzel Ahmet abim benim İnsan yaşadığı yere benzer O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer.” Sokakta yürürken, parklarda gezinirken, kahvelerde otururken, metroya binerken hep aklıma gelir bu şiir. CHP KURULTAYI, CHP’NİN ÖTESİNDE ANLAMLAR İÇERİR! En son 36. CHP Kurultayı sırasında aklıma geldi. Kurultay, “köprüden önceki son çıkış” olarak adlandırılan 2019 seçimlerine doğru hızla ilerlediğimiz bir ortamda yapıldığı için her zamankinden daha çok ilgi çekti. Bazı iddialara ve bu iddiaları destekleyen verilere bakılacak olursa seçimin 15 Temmuz 2018’de yapılması ihtimali, CHP Kurultayını daha da önemli hale getirdi. Hep böyle olmuştur ama bu kez çok daha yakıcı bir biçimde hissedildi ki CHP Kurultayı, yalnızca CHP’yi ilgilendiren bir kurultay değildir. Çünkü CHP Kurultayları, Türkiye’deki demokrasi kültürünün bir aynası niteliğindedir. Muharrem İnce’nin adaylığının daha başlangıçta “yeterli imza” meselesi nedeniyle tartışmalı hale getirilmiş olması da, Kemal Kılıçdaroğlu’nun 1130 oyla aday gösterildiği halde 790 oyla yeniden Genel Başkan seçilmesi de bu “kültürün” sevimsiz bir yansımasıdır. Boşuna dememiş şair; “ne kadar benziyoruz Türkiye’ye” diye! Zaten bu nedenledir ki CHP’nin “sağında”, “solunda” ve dahi çok uzağında konuşlanmış bütün politik hareketler, gözünü kulağını CHP Kurultaylarına diker; dikkatini oraya yoğunlaştırır. İktidar partisi AKP’nin ve iktidara “iliştirilmiş” MHP ve Vatan Partisi’nin, kurultayda yaşananlara dair fırsatı kaçırmayıp, kapasiteleri ölçüsünde “müstehzi” ifadeler kullanması da bundandır. “Evet” cephesinin yürüttüğü “tek adam” güzellemesinin seçmen tarafından tartışmasız kabulü için her seferinde parlamenter demokrasi vurgusu yapan CHP’ye giydirmek istedikleri algının pozitif olması beklenemez ama dikkatlerini kurultayda yaşananlara ve alınan kararlara yoğunlaştırdıkları tartışma götürmez. KAFTANCIOĞLU VE KOCASAKAL’IN ORTAK NOKTASI! Bu iki ismin ortak noktası, CHP’dir. Birbirleriyle yan yana olmaları imkansız gibi görünen bu iki isim, CHP çatısı altında bir araya gelmiş; biri il başkanı olurken, diğeri de “olmayacak duaya amin” dercesine genel başkanlığa adaylığını açıklamıştı. Bu kadarla da sınırlı değil; CHP Kurultayı, parlamenter demokrasinin yeniden inşası için kendiliğinden bir biçimde oluşan “hayır platformu”nun doğal bileşeni konumundaki HDP, İYİ PARTİ ve SP’nin de yakından izlediği bir kurultay niteliğindedir. İktidarın, CHP’ye yönelik, “kendi içlerinde bile bir bütünlük oluşturamayan parti” imajı yaratıp, seçmeni kendisine mecbur etme politikasına karşılık, HDP ve İYİ PARTİ’nin ise kendi “kesişim kümesi”ne girebilme potansiyeli taşıyan CHP seçmenine ilişkin hesaplar içinde olduğu açıktır. CHP’nin açık, anlaşılır ve herkesi kucaklayıcı bir politik cazibe merkezi haline gelebilme potansiyeli vardır; zaten bu potansiyel nedeniyledir ki iktidar cephesi tarafından HDP’ye “yakıştırılan” Canan Kaftancıoğlu, İstanbul İl Başkanı olurken, eylem ve söylemleri İYİ PARTİ ile “örtüşen” Ümit Kocasakal, genel başkan adayı olmak istemiştir. CHP, HDP ve İYİ PARTİ seçmenin ilgisini çekebileceği gibi izleyeceği politikalar nedeniyle kendisiyle kurdukları “gönül bağı”nın koparıp, bu iki partiye yönelebilecek bir seçmen kitlesinin üzerine oturmaktadır. CHP’DE DEMOKRASİ NE KADARSA TÜRKİYE’DE DE O KADAR OLUR! Öte yandan CHP Kurultayı, herhangi bir politik angajmanı olmayan entelektüel ve aydınlar için de dikkate değer bir durumdur; çünkü ağır aksak da olsa CHP kurullarında işleyen demokrasi, öyle ya da böyle Türkiye demokrasisinin de “kırmızı çizgisi” niteliğinde olacaktır. Hemen yanı başındakiler için de mutlak karşıtları için de CHP’deki demokrasi, bütün yok etme girişimlerine karşın Türkiye demokrasisinin var olacağının işaretidir. AKP iktidarının ve bu iktidara “iliştirilmiş” MHP ve Vatan Partisi’nin CHP’ye yönelik “canhıraş” saldırılarının nedeni de budur. Bu tabloya bakıldığında CHP’ye yönelik “dostane” eleştirilerin sınırı aştığı, haksızlık noktasına geldiği; hatta Türkiye’de demokrasi ne kadarsa CHP’deki demokrasinin de o kadar olmasında şaşılacak bir şey olmadığı ve demokrasi mücadelesinde sonuç almak için taviz verilmesi gerektiği de söylenebilir. Sözü uzatmadan belirtmek isterim ki demokrasi bir lüks değildir ve asla taviz verilemez. Bir atasözümüz, “yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder” şeklindedir. Ekmeğinizden, uykunuzdan, giyim kuşamınızdan taviz verebilirsiniz ama demokrasiden taviz veremezsiniz. “Olağanüstü koşullar” gerekçe gösterilerek, “masalara yumruk atan lider” güzellemesi yapılarak, demokrasiyi koruyamaz; demokrasi isteyenler için de cazibe merkezi olamazsınız. Dolayısıyla CHP, kendi iç hukukunu uygulamak konusunda ne kadar demokratik davranırsa Türkiye için öngöreceği demokrasi de o kadar karşılık bulur. CHP, ağır aksak da olsa Kurultayda demokrasiyi işletmeyi çalışmış; ancak, CHP içinde tuttukları “köşebaşları”nda AKP’ye öykünenler olduğunu da unutmamak gerekir. Gene de “köprüden önceki son çıkış”ın bulunabileceğine işaret eden gelişmeler olduğunu; sonuç bildirgesinin bu gelişmelerin özeti olduğunu belirtmek isterim. Edip Cansever ile başlamıştık; Onunla bitirelim: “Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi O çocuklar büyüyecek O çocuklar büyüyecek O çocuklar... Bilmezlikten gelme Ahmet Abi Umudu dürt Umutsuzluğu yatıştır.” Ee hadi!