Hayatını Bağımsız Türkiye mücadelesine adadığı için 31 Ocak 1990’da evinin önünde katledilen Prof. Dr. Muammer Aksoy’un ve hayatı boyunca halkın haber alma hakkını korumak amacıyla editoryal bağımsızlık mücadelesi yürüttüğü için 1 Şubat 1980’de katledilen gazeteci Abdi İpekçi’nin anılarına saygıyla. CHP’nin 36. Olağan Kurultayı, Afrin’e yönelik operasyonun devam ettiği ve Suriye sorununun uluslar arası gündemi meşgul ettiği bir ortamda gerçekleşiyor. Afrin Operasyonunun içe ve dışa yönelik sonuçları olmak üzere iki önemli ayağı var. Bunlardan dışarıya yönelik olanı, AKP iktidarının son on altı yılda diplomatik yöntemlerle elde edemediği sonucu “askeri yöntem”lerle elde etmek amacını taşımaktadır. Malum, Carl von Clausewitz’in ifadesiyle “Savaş politikanın başka araçlarla devamından başka bir şey değildir.” Afrin, “komşularla sıfır sorun” şeklinde özetlenen dış politikanın geldiği noktadır. Bu politika, aynı zamanda, yüzyıllık dış politika diskurundan vazgeçilip, hayali bir “ganimetten pay kapmak” sevdasının sonucudur. Haklarında pek de iyi analizler yapılmayan ÖSO’ya “kuvay-ı milliye” benzetmesi yapılması da, kaynağını buradan almaktadır. Savaşın, “politikanın başka araçlarla sürdürülmesinin” en çarpıcı kanıtları da Ortadoğu’yu bataklık haline getiren emperyalist devletlerin takındıkları tutumlardır. MİHRAÇ URAL, SOÇİ’DE, ÇÜNKÜ… Bunun en çarpıcı örneği, ABD ve Rusya’dır. Bu iki küresel güç, bir yandan yaptıkları “diplomatik açıklamalar” ile Türkiye’nin öfkesini anladıklarına dikkat çekerken; diğer yandan Türkiye’yi zora düşürecek, Türkiye’nin itibarını sarsacak hamleler yapmaktan da geri durmuyorlar. Afrin Operasyonu öncesinde Türkiye ile karşı karşıya gelmemek konusunda titiz davrandığını belirtmek için askerlerini çeken Rusya’nın, Suriye sorununun konuşulacağı Soçi Zirvesi’ne Mihraç Ural’ı davet etmesi, bu minvalde bir hamledir. Keza ABD, bir yandan çoğunluğu PYD’lilerden oluşan Suriye Demokratik Güçlerine yönelik Türkiye’nin “sert tutumu”nu “anladığını” vurgulama ihtiyacı duyarken; öte yandan, Münbiç’te muhataplarının “Askeri Konsey” olduğunu belirtmesi de böyle bir hamledir. Zaten bilinir ki uluslar arası ilişkilerde, devletlerin “dostluğunun sınırı, çıkarların çatıştığı noktada biter.” Üstelik emperyalist devletlerle kurulacak “dostluğun ömrü” de akşamdan sabaha kadardır. Mihraç Ural konusunda herkesin bildiğini Rusya’nın bilmiyor olması beklenemez; buna rağmen, Suriye heyeti içinde yer almasını onaylamış olması, Türkiye’ye, “nerede duracağını bilmelisin” mesajıdır. Benzer mesajı ABD’nin de verdiği görülmektedir. DİKENSİZ GÜL BAHÇESİ! Mesele, yalnızca “dışarısı” olmakla sınırlı değil elbette; bir de “içerisi” var. İktidarın asıl hedefi, yaklaşan 2019 Başkanlık seçimini kazanmak ve o seçime Türkiye’nin ‘dikensiz bir gül bahçesi’ne dönüşmüş haliyle girmesini sağlamaktır. Hal böyle olunca Suriye üzerinden Ortadoğu bataklığına çekilmek istenen iktidara yönelik, “girersin ama çıkamazsın” eleştirileri, iktidarın “içe yönelik” tutumunu, daha da sertleştirmektedir. Dün, yukarıdaki sözü yüksek sesle dillendiren İslamcı Furkan Vakfı’nın Başkanı Alpaslan Kuytul ve “savaş, bir halk sağlığı sorunudur” dedikleri için TTB Merkez Konseyi üyelerine yönelik alınmış gözaltı kararları da bu politikanın sonucudur. İşte bu “sertlik”, Afrin operasyonunu eleştirenlere yönelik takınılan sert tutumun, “pay almak” hırsıyla ilişkili olduğu kadar iç politikayla da yakından ilişkisi olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Oysa sınırlar dışında bakıldığında, birkaç cılız destek dışında yalnız bırakılmış olan iktidarın, “içeride” o kadar da yalnız olmadığı açıktır. MHP’nin “iliştirilmiş politik çizgisi”ni bir yana bırakalım; bu hafta sonu Olağan Kurultayını gerçekleştirecek olan CHP de, izlediği dış politikayla çelişse bile başından beri Afrin Operasyonu konusunda iktidara tam destek vermektedir. CHP’nin kayıtsız koşulsuz Afrin Operasyonuna destek vermesi tartışılabilir; ancak Hiç kuşkunuz olmasın, iktidarın, karşı çıkanlar ve destek verenler arasında en çok rahatsızlık duyduğu politik tutum CHP’nin takındığı tutumdur. KILIÇDAROĞLU CEPHEYE GİTSE… İktidar partisinin toplantısında, askerlik yaşı gelmiş, muhtemelen pek çoğu bedelli için sıra bekleyen gençlerin “Reis bizi Afrin’e götür” sloganı attıklarına; Reisin de, cevaben, “önce başkomutan olarak ben, sonra hep birlikte” dediğine tanık oluyoruz. Emin olun; CHP Genel Başkanı ve ekibi de bu koroyla birlikte askeri kamuflajlarını giyip, Afrin Operasyonuna aktif olarak katılsalar bile iktidarın sürdürmekte ısrar ettiği “algı operasyonu”ndan kurtulması söz konusu olamaz. Çünkü iktidarın asıl amaçlarından biri, CHP’nin “gardını düşürmektir”. Böylece Nisan 2016’da kendiliğinden bir biçimde ortaya çıkan “Hayır Bloku”nu atomize etmiş olacağını hesap etmektedir. İşte bu yüzden Afrin’e yönelik eleştirilerin odağına CHP’yi koymuş, bütün öfkesini CHP’ye yöneltmiş durumdadır. Dış İşleri Bakanı, CHP’li Öztürk Yılmaz için “benim memurumdu”, “bana yalvardı”, “Musul Konsolosluğu baskını sırasında IŞİD’e, ‘ben konsolos değilim’ dedi” şeklinde, bugüne kadar devlet ricalinin başvurmadığı bir dile başvurması da bu nedenledir. Bunun, doğrudan “iç politika” ile ilgili olduğu tartışma götürmez. ZİNCİRİN EN ZAYIF HALKASI!Münbiç’e de girerim” açıklamaları, esas olarak, Afrin’de gerçekleştirdiği operasyonun engelsiz sonuçlanmasına yönelik diplomatik bir söylemdir ve zamanı geldiğinde “Afrin Fatihi” olarak, 2019’da karşısına çıkabilecek muhtemel engelleri aşmak istemektedir. Asıl mesele, hafta sonu Olağan Kurultayını gerçekleştirecek olan CHP’nin içte ve dışta birbiriyle tutarlı bir politik irade oluşturup oluşturamayacağıdır. CHP “zincirinin en zayıf halkası”, iktidarın Suriye politikasını eleştirirken, bu politikanın sonucu olarak ortaya çıkan operasyonlara destek vermesi olarak görünmektedir. Kim bilir; belki de CHP’nin “en güçlü olduğu nokta”, bu “zayıf halka”dır ve belki de bu “zayıf halka” sayesinde 2019’da istenilen sonucu elde edecektir. Malum, tarih, “zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayanların” kazanmaya daha yakın olduğunu yazar. Bakalım Kurultay ne diyecek?