Soğuk Savaş’ta SSCB, nükleer güç açısından dengeyi sağlasa da hiçbir zaman ABD'nin ekonomik gücüne sahip olamamıştı. "Yeni Soğuk Savaş"ta ise Çin, hem askeri hem de ekonomik alanda ABD’den çok daha güçlü bir ülke olma yolunda ilerliyor. Foreign Affairs dergisi Kasım-Aralık 2021 sayısını yeni bir soğuk savaş mı başlıyor teması üzerine hazırladı. ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan ve 1991’de son bulan Soğuk Savaş üzerinden tam 30 yıl geçti.  Yeni bir soğuk savaş senaryosunda Türkiye’nin dış politikası nasıl şekillenmeli sorusu ise büyük önem arz ediyor. Önceki Soğuk Savaş’ta Türkiye savaşın taraflarından birisine sınır komşusu olduğu için çok büyük jeopolitik öneme sahipti. Fakat yeni senaryoda büyük jeopolitik önemini kaybetmiş görünüyor. ABD ve Çin arasında başlamış ya da başlayacak olan bu soğuk savaş ortamında Türkiye’nin pozisyonunun ne olduğu bu yazının ana teması. KISACA SOĞUK SAVAŞ Soğuk savaş kelimesi aslında sıcak savaşın olmadığı durumlara deniyor. ABD ve Sovyetler arasındaki savaşa soğuk savaş denmesinin sebebi iki ülke arasında sıcak veya birebir çatışmanın yer almaması durumuydu. Bu iki ülke Küba krizi esnasında büyük bir nükleer savaşın eşiğine ya da belli ‘proxy’ savaşları üzerinden karşı karşıya gelmiş olsalar da birbirlerine direkt bir sıcak savaş açmadılar. İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş her iki tarafın da ittifaklarını kurup NATO ve Varşova Paktı’nı oluşturmasıyla başladı aslında. Yaklaşık 40 sene boyunca çatışmanın eşiğine geldiler. Yumuşama dönemleri de oldu ve 1991’de Sovyetlerin dağılmasıyla beraber Soğuk Savaş sona erdi. Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistem içindeki en büyük güç olan ABD yakın zamana kadar bu hegemonyasını sürdürmüş olsa da sistem içindeki diğer devletler tarafından dengelenmeye başladı. Uluslararası ilişkilerdeki realist teorinin genel olarak tahmini de bu yöndeydi. Uluslararası siyasette hegemon bir gücün er ya da geç başka devlet ya da devletler tarafından dengeleneceğini öngören bu teorinin en önemli isimlerinden Mearsheimer, çok uzun süredir Çin’in bu dengelemeyi yapacağını ve ABD’nin yeni bir soğuk savaşa hazır olması gerektiğini anlatıyordu. Ki Foreign Affairs’ın yukarıda bahsettiğim yeni sayısında da kendisi bu tahminini kısaca açıklıyor. ABD VE ÇİN ARASINDAKİ YENİ SOĞUK SAVAŞ Genel olarak Mearsheimer’ın anlatmaya çalıştığı şey ABD’nin Soğuk Savaş sonraki dönemde Çin’le çok fazla ekonomik ilişkiler içine girmektense Çin’in yükselişini engelleyecek bir dış politika vizyonu izlemesi gerektiğiydi. Fakat bir yandan liberal dış politika yolunda belli ülkelere demokrasi pazarlayıp elindeki askeri ve ekonomik gücünü buraya ayıran ABD, diğer yandan Çin ile yoğun bir ekonomik pazarlık içine girip karşılıklı bağımlılık içine sürüklendi. Bu iki faktörün bir sonucu olarak ise kaçınılmaz bir şekilde güçlenen Çin, ABD ile olan askeri ve ekonomik güç farkını çok kısa bir süre içinde kapatmış oldu ve belli tahminlere göre 2050 yılına kadar Çin ABD’nin 4 katı nüfusa ve yaklaşık 2 katı gayrı safi milli hasılaya sahip olacak.
ABD’nin SSCB'ye karşı temel dış politikası, çevreleme politikasıydı. Türkiye ve Yunanistan önemli ülkelerdi ve 1950’lerde belli yardımlarla bu iki ülkeyi saflarına katmış oldu. ABD ve Çin arasındaki soğuk savaşta ise Türkiye’nin bu avantajı yok oluyor.
Yeni soğuk savaş ile eski Soğuk Savaş arasındaki ise çok büyük bir fark bulunuyor. Eski Soğuk Savaş’ta Sovyetler hiçbir zaman ABD kadar ekonomik güce sahip olamamışlardı. Nükleer güç açısından dengelemeyi yapabilseler bile diğer alanlarda çok eksiklerdi. Çin ise hem askeri hem de ekonomik alanda ABD’den çok daha güçlü bir ülke olma yolunda ilerliyor. Bu senaryo içerisinde ise bu çekişmenin bir soğuk savaştan ziyade bir sıcak savaşa dönme ihtimali daha da artıyor. TÜRKİYE’NİN BU SENARYODAKİ YERİ Henüz başlayıp başlamadığı bile net olmayan bir fenomen karşısında net bir öneride bulunmak çok zor, çünkü birçok belirsizlik var ama eski Soğuk Savaş’la karşılaştırma yapılarak net olan belli noktalardan bahsedilebilir. En önemli farklılık Türkiye’nin jeopolitik konumu. Soğuk Savaş esnasında ABD’nin Sovyetlere karşı temel dış politikası çevreleme politikasıydı. ABD, etrafındaki ülkelerin daha demokratik olmasını sağlayarak bu ülkelerin sosyalizmin domino etkisinden kurtulmasını sağlamaya çalıştı. Bu noktada Türkiye ve Yunanistan çok önemli ülkelerdi ve 1950’lerde ABD belli yardımlar yaparak bu iki ülkeyi kendi safına katmış oldu. ABD ve Çin arasındaki bir soğuk savaş durumunda ise Türkiye’nin bu avantajı yok oluyor. Bu avantajın yok olması ne demek? Bu jeopolitik avantaj dış politikada Türkiye’ye manevra alanı sağlıyordu aslında. Dış politikada belli hatalar yapılsa bile ABD’nin Türkiye’yi gözden çıkarması gerçekten çok zordu. Dengeler Orta Doğu coğrafyasından Uzak Doğu’ya doğru kaydıkça Türkiye’nin dış politikadaki hata yapma lüksü daha da zayıflayacak ve bu konudaki manevra alanını yavaştan kaybetmeye başlayacak. İkinci bir önemli konu ise bu soğuk savaşta tarafını seçme mevzusu. Eski Soğuk Savaş esnasında Türkiye bir nevi ABD’nin koruması altındaydı. Son dönemde ise Rusya’yla yakınlaşarak ABD’yle ilişkilerini bayağı bozmuş durumda. Çin ile olan ilişkilere baktığımızda ise genel olarak kurumsal düzeyde bir ittifak olma durumu görünmüyor. Coğrafi olarak öneminin azaldığı bir senaryoda tarafsızlık bir yere kadar sürdürülebilir olsa bile denklemin içine Rusya girdiğinde Türkiye taraf seçmek zorunda kalabilir. Batı bloğuyla kurumsal düzeyde özellikle NATO üzerinden belli bağlılıkları olan Türkiye’nin bu avantajı kaybetmesi çok rasyonel görünmüyor. Son olarak ise bu tarz senaryolarda devletlerin tahmin edilebilirlikleri çok önemli. Genel olarak Batı bloğundaki devletlerle uzun bir diplomasi geçmişimiz var ve bu ülkelerin rejim türlerinden dolayı dış politikada hangi yollara girebileceğini çok daha iyi tahmin edebiliyoruz. Fakat diğer tarafta Çin, Batı bloğuna göre dış politikada daha kapalı kutu pozisyonunda ve dış politikada tahmin edilebilirliği düşük olan bir devletle ittifak olma durumu büyük risk taşıyor. Genel olarak bu süreçte rasyonel olan şey, (büyük ihtimalle Erdoğan sonrası yeni hükümetin dış politikada yapabileceği bir şey olacak) ABD’yle arayı düzeltip yeni uluslararası düzen içinde daha az belirsizliğin olduğu bir pozisyona yönelmek. Diğer türlü içinde bulunduğumuz durumdan ötürü tüm bu belirsizlikler içinde yeni düzende dış politikada rasyonel kararlar almak Türkiye için daha da zor olabilir