İskoçya Ekim 2023’te yeni bir bağımsızlık referandumuna gitmeyi planlıyor. Gerek İskoçya gerekse Kuzey İrlanda’da kısa vadede dramatik bir gelişme beklenmiyor. Yine de Krallık’ın bütünlüğünü korumanın yükü yeni Kral’ın omuzlarında olacak. Başkent Londra, Kraliçe II. Elizabeth’in 19 Eylül Pazartesi günü düzenlenecek cenaze törenine hazırlanıyor. Şehrin pek çok yeri, otobüs durakları, billboardlar, dükkanların vitrinleri Kraliçe’nin fotoğraflarıyla kaplı. Buckingham Sarayı’na çıkan Greenpark metro durağı hem güvenlik gerekçesiyle hem de çiçek bırakmak isteyenlerin yoğunluk yaratmasından ötürü giriş-çıkışlara kapalı. Yalnızca aktarmalar için kullanılıyor. İş çıkışı trafiğinde, hıncahınç dolu vagonlarda, ellerindeki buketlerin ezilmemesi için özen gösteren genç-yaşlı pek çok kişiye rastlayabiliyorsunuz. Radyoların pop müzik kanalları bile şehirdeki yas havasıyla uyumlu, bilinen şarkıların akustik ve yavaş versiyonlarını çalıyor. Konuşma fırsatı bulduğum pek çok kişi monarşinin kurum olarak modasının geçmiş olduğunu kabul etmekle birlikte, Kraliçe’ye olan sevgi ve saygısını göstermekten çekinmiyor. “Hayatım boyunca tanıdığım bildiğim tek Kraliçe’ydi. ” diyor, Gerry, zamanında birlik yanlılarına karşı çatışmalarda gözaltına alınmış olmakla övünen Kuzey İrlandalı komşum. “Kral Charles’ın halktan aynı desteği toplayabileceğini sanmıyorum,”diye ekliyor. Hyde Park’ta top atışını izleyenlerden Elena, kızları adına üzüldüğünü söylüyor: “Kraliçe’nin ölümüyle birlikte İngiltere’de kadın hükümdarların dönemi uzunca bir süre için kapanıyor.” Kraliçe Elizabeth’in ardından bir çağın sona erdiği şeklindeki yorumlarda haklılık payı var. Zira, Kraliçe, 1953’te tahta çıkışını takiben İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni dünya düzeninin şekillendiği, Birleşik Krallık’ın uluslararası konumunun belirlendiği süreçte ülkesine liderlik etti. Gücünün zirvesinde olduğu dönemde, Britanya 57 koloniye, dünya nüfusunun %20sine hükmediyordu (Luscombe, McGowan, 2011). İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkmış olmanın gururuna karşılık, savaşın yarattığı ekonomik tahribat uluslararası arenada güç ve etki alanının kademeli şekilde azalmasına yol açtı. ABD ile İngiltere arasındaki güç dengeleri ABD lehine değişirken, koloniler de birer birer bağımsızlık kazandı. Bu süreci yönetmenin değil 25 yaşında taç giyen Kraliçe Elizabeth, herhangi bir lider için kolay bir görev olmadığını teslim etmek gerek. Tıpkı imparatorluk geçmişine sahip diğer ülkeler gibi, İngiltere de küçülürken, benzer reflekslerle çözülme sürecini kontrol altına almak amacıyla kolonilerdeki ayaklanmaları (Kenya, Yemen…) şiddetle bastırmayı denedi. Başarısız olunduğu noktada ise yenilgiyi kabul etmek durumunda kaldı. Dolaylı veya doğrudan müdahalelerin yol açtığı insani yıkım ülkenin siciline haklı olarak yazıldı. Ve kuşkusuz, zaman geçtikçe henüz bilinmeyen pek çok detay daha gün ışığına çıkacak, tartışılacak. Bununla birlikte Kraliçe’nin ölümü üzerinden Britanya’nın kolonyal geçmişinin muhasebesine girişilmesi, tüm faturanın da II. Elizabeth’e kesilmesini anlamak mümkün değil. Zira monarşi İngiltere siyasetinde saygı duyulan bir kurum olmakla beraber pratikte oldukça sembolik ve törensel bir role sahip. Kral/Kraliçe, yasama ve yürütmenin kararlarını onaylayan, gerekli duyulduğunda danışmanlık veren bir mercii. Kraliyet ailesi aynı zamanda diplomatik krizlerin perde arkası çözümüne katkıda bulunan, ülkenin vitrin yüzü olan bir protokol kurumu gibi işliyor. Bu açıdan 70 yıllık hükümdarlığı boyunca, Kraliçe II. Elizabeth’in ülkenin karşılaştığı siyasi, ekonomik ve kültürel sorunların çözümü için siyasi kurumlarla uyum içinde çalışmış olması, anayasal çerçeveyle belirlenmiş yetkilerini kötüye kullanmayıp, siyasi tarafsızlığını muhafaza etmiş olmasının hakkını teslim etmek gerek. Kraliyet ailesinin herhangi bir üyesi eski güzel günlere duyulan özlemden cesaretle siyasete atılıp, “Bana oy verin, bir sonraki seçimlere dek Victoria dönemi ihtişamını geri getireceğim,” demedi. Ne var ki, Brexit kararı toplumda karşılık bulan bu nostalji duygusunun siyasilerce kullanılmasının bir ürünüydü ve 2019’dan bu yana ülkenin başına çorap örmeye devam ediyor. Bu arka planda, tahtın yeni sahibi Kral III. Charles’ın halk arasında çok da sevilen bir figür olmayışının, gerek Birleşik Krallık’ı meydana getiren devletler gerekse Milletler Topluluğu içinde bütünlüğü korumasını zora sokacağından endişe ediliyor. İngiltere’nin tartışmalı Brexit kararı, Avrupa Birliği içinde kalmak isteyen İskoçya ve Kuzey İrlanda’nın tepkisine yol açmıştı. 2016 Brexit referandumunda İskoçyalı seçmenin %62’si AB içinde kalmaktan yana oy kullandı. Bu oran Kuzey İrlanda’da %55.8’di. Hayırlı Cuma Anlaşması’nın tesis ettiği barışın zarar görmemesi için Brexit düzenlemeleri Kuzey İrlanda’yı gümrük birliği içinde bırakacak şekilde yapılırken; İskoçya Birleşik Krallık’ın parçası olarak AB’den ayrıldı. Kararın yarattığı tepkiden güç alan, İskoçya Bölgesel Yönetimi Başbakanı, aynı zamanda İskoçya Ulusal Partisi SNP Lideri Nicola Sturgeon, 2023 Ekim ayında yeni bir bağımsızlık referandumuna gitmeyi planlıyor. 2014’teki yapılan referandumda İskoçların %55’e %45 Birleşik Krallık içinde kalma yönünde oy kullanmıştı. Yeni bir referandumun yapılabilmesi için İngiltere parlamentosunun onayı gerekli. Ancak Sturgeon parlamento onayı olsun olmasın referandum kararında ısrarlı. Referandumdan çıkacak bağımsızlık kararının parlamento üzerinde baskı oluşturacağını hesap ediyor. Parlamentodan onay alamadığı takdirde ise b planı, yaklaşan İngiltere genel seçim sonucunun bir nevi referandum sayılmasını sağlamak. Eski BB Boris Johnson’ın gerçekçi olmayan beklentiler üzerine kurulu Brexit kararının uygulamada yol açtığı sorunlar kapsamında Kuzey İrlanda Protokolü’ne ilişkin siyasi açmazları geçtiğimiz hafta bu köşede işlemiştik. Truss hükümetinin protokolü yırtıp atma ihtimalinin yarattığı hoşnutsuzluk süredursun, Kraliçe’nin ölümünün Kuzey İrlanda’da cumhuriyetçi hareketi güçlendireceği ve hemen değilse bile önümüzdeki 10 yıl içinde bağımsızlık referandumuna gidilebileceği konuşuluyor. Elbette, gerek İskoçya gerekse Kuzey İrlanda’da olası bağımsızlık kararları beraberinde kapsamlı yasal düzenlemeler ve kurumsal altyapı hazırlıkları (anayasa, merkez bankası,savunma gücü…vs) gerektireceğinden kısa vadede dramatik bir gelişme beklenmiyor. Yine de Birleşik Krallık’ın bütünlüğünü korumanın yükünün yeni Kral’ın omuzlarında olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Milletler Topluluğu’nun 53 üyesinden 14’ü Charles’ı devlet başkanı olarak tanıyor. Ancak bir süredir, 2021'de cumhuriyet ilan eden Barbados’u diğerlerinin takip etmesinden endişe duyuluyordu. Nitekim Jamaika, Avustralya ve Yeni Zelanda sırada…
Benzer bir çözülme riski, Milletler Topluluğu için de geçerli. Milletler Topluluğu, 2. Dünya Savaşı öncesinde kurulmuş, savaş sonrası yeniden yapılandırılmış, aralarında eski kolonilerin de bulunduğu 56 bağımsız devletten oluşan bir topluluk. Bunlar arasında 14 ülke Kral III. Charles’ı devlet başkanı olarak tanıyor. Ancak bir süredir, 2021'de cumhuriyet ilan eden Barbados’u diğer ülkelerin takip etmesinden endişe duyuluyordu. Nitekim, Kraliçe’nin platin jübile kutlamaları kapsamında geçtiğimiz Mart ayında Karayip turuna çıkan Cambridge Dükü ile Düşesi Prens William ve Kate Middleton, Belize, Jamaika ve Bahamalar’da protestolarla karşı karşıya kalmışlar, Jamaika Başbakanı cumhuriyet ilan etmek amacıyla referanduma gideceklerini Prens William’a iletmişti. Avustralya ve Yeni Zelanda’nın da ilerleyen dönemde bu yönde planları olduğu biliniyor. Milletler Topluluğu içinde bir nevi harç görevi gören Kraliçe Elizabeth’in ölümünün çözülme sürecini hızlandırması olası. Bu açıdan bakıldığında, Kral III. Charles’ın sosyal medyaya yansıyan antipatik tavırlarının monarşi kurumunun sorgulandığı bir dönemde işini kolaylaştırdığı söylenemez. Belki de kendisi bu göreve uygun olmadığına karar verip görevi oğluna devreder, kim bilir?