“Karşıtınıza benzediğiniz zaman aslında kaybetmişsiniz demektir”
Aliya İzzetbegoviç
Genel seçimin ve cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunun üstünden üç aydan fazla zaman geçti. Bu süre içinde seçime ve sonuçlarına ilişkin çok şey yazıldı, söylendi. İktidar, önemli bir seçimi yeniden kazanmış olmanın rahatlığı içinde, seçim gerginliklerini geride bırakan hoşgörülü ve kucaklayıcı bir söylem yerine, kampanyanın acımasız dilini kaldığı yerden sürdürmeye devam etti. Daha seçim sonuçları açıklanırken Sayın Erdoğan İstanbul’da yaptığı teşekkür konuşmasında ana muhalefet partisine ağır sözler söyledi. Öyle görünüyor ki, iktidar sözcüleri bu ağır, ötekileştirici, suçlayıcı dili -en azından- yerel seçime kadar sürdürecekler. Öte yandan, muhalefet sözcü ve temsilcileri de sağduyulu değerlendirmeler yapmak yerine, başarısızlığın sorumluluğunu birbirlerine yüklemeye ve kendi paylarını görmezden gelmeye çalıştılar, halen de bu tutumu sürdürüyorlar. I Türkiye, tarihsel önemde bir seçimi geride bıraktı. Seçim muhalefetin başarısıyla sonuçlanmış olsaydı, sadece 20 yıllık siyasi iktidar değişmekle kalmayacak; 2017’de anayasaya eklenen ve kişisel yönetime yol açan hükümlerin değişmesi için de yeni girişimler başlayacak ve demokratikleşme konusunda adımlar atılacaktı. Kamuoyunun umudu ve beklentisi bu yöndeydi. Başarılamadı; cumhuriyetin 100. yılında önemli bir imkan heba edilmekle kalmadı, kamuoyuna büyük bir karamsarlığın egemen olmasına da yol açıldı. Bu başarısızlıkta, kuşkusuz 20 yıllık iktidarın kullandığı abartılı devlet ve medya gücünün payı var. Seçim, 2014’den bu yana maddi ve manevi olarak sürekli artan bir eşitsizlik ortamında yapıldı. Ancak, bu 20 yılın -özellikle- son 10 yılı, iktidarın değişmesine yol açacak önemli yanlışlarla, dış politika ve ekonomik yıkımdan kaynaklanan sorunlarla doluydu. Enflasyon, hayat pahalılığı, geçim darlığı son 20 yılda görülmedik boyutlarda artmış; 6 Şubat’ta yaşanan bölgesel deprem, bütün bu sorunların felaket boyutlarına tırmanmasına yol açmıştı. Bu ortamda muhalefet, 2014 ve 2018’de yaşananlardan hiç ders almamışçasına, seçimi kaybetmesine yol açacak üst üste yanlışlar yaptı. Objektif koşullar iktidarın değişmesine elverişliydi; buna ve anketlere güvenerek, makul ve özenli bir yol haritası yerine, -toplumun ibretle seyrettiği- koltuk kapma yarışını tercih ettiler. Bu konularda ayrıntıya girme gereği duymuyorum. Yeterince yazıldı, konuşuldu. Kişisel ve partisel bağnazlıklar ve çıkar hesapları, seçimi, ilk düğmenin yanlış iliklenmesi misali, düzeltilemez bir sürece soktu ve sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz.İstisnasız bütün partiler seçime, adaylarını kapalı kapılar ardında genel merkez ve genel başkanların keyfi tutumuyla belirleyerek girdiler. Değiştirmek için güçbirliği yaptıkları iktidar partisinin birer küçük örneği oldular.II Bütün bu gerçekler karşısında partiler ve özellikle -sözde- muhalif partiler seçime giden süreçte olduğu gibi, seçimden sonra da aynı aymaz ve yukarıdan bakan kibirli tutumlarını sürdürüyor; en küçük özeleştiri gayreti ve düzeltme niyeti içinde görünmüyorlar. İstisnasız bütün partiler seçime, adaylarını kapalı kapılar ardında genel merkez ve genel başkanların keyfi tutumuyla belirleyerek girdiler. Hiçbir parti demokratik yarışmayı kendi içinde uygulamadığı gibi, seçim döneminde de böyle bir talebi dillendirmedi. Tıpkı, siyasette para kullanmakla ilgili bir sorun görmedikleri, bu konuda bir sınır, kural ve saydamlık önermedikleri gibi.. En yeni ve -sözde- iddialı partiler bile, seçimin en önemli karar konusunda, kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar ve aldıkları ödünlerle karar verdiler. Bütün partiler, sözde karşı oldukları ve değiştirmek için güçbirliği yaptıkları iktidar partisinin birer küçük örneği oldular. Daha da vahimi, zihin altlarını iktidarın kırmızı çizgileriyle sınırlamışlar ve bu sınırlar dillerine ve davranışlarına yansıyor. Merhum Aliya İzzetbegoviç’e atfedilen anlamlı bir sözdür: “Karşıtınıza benzediğiniz zaman, savaşı kaybedersiniz.” Bizde hemen bütün partiler iç işleyişleri, demokrasi anlayışları, para, rant, bireysel çıkar karşısındaki tutumlarıyla birbirine benziyor; o yüzden kaç seçimdir herkes yerinde sayıyor, bir şey değişmiyor. İktidar, 2015’den bugüne %45’lerden %35’lere gerilerken, muhalefet bir arpa boyu ilerleyemiyor. İktidara benzeyen muhalefet, iktidarı değiştiremiyor.
Daha önce de yazdım, seçmen iktidarı beğenmiyor, ama muhalefetin de daha iyisini başaracağına da güvenmiyor. İnsanlar, siyasetten söz açılınca ‘hepsi birbirine benziyor’ diye yakınıyor, güvensizliğini dile getiriyor.III Bu yapılarla bu makus sonucu değiştirecek sağlıklı bir yere varılamıyorsa, o zaman -bu yapıların içlerinde ve aralarında süregiden didişmeleri seyretmek yerine- belki de yeni yapılar üzerinde düşünmek ve yeni bir yol aramak gerekiyor. Bu yeni yol nedir? Demokrasi mücadelesi siyasi mücadeledir; bu mücadele elbette inançlı ve dirençli bireyler, sivil girişimler ve örgütlenmeler olmadan sağlıklı bir yere varamaz. Ancak bütün bunların katkısıyla ve bunların da ötesinde, siyasi mücadelenin esas aracı siyasi partilerdir. Elbette, siyasi parti bir avuç insan, bir anlık heves ve tepkiyle kurulmaz. Böyle kurulanlar sonuç alamazlar, alamadılar. Yeni bir siyasi hareket için, yeni, farklı ve doğru öneriler (fikir), bu fikre içtenlikle inanan insanlar (kadro) ve bu fikir ve kadrolar çevresinde yaygın ve derin bir örgütlenme gerekir. Bütün bunlar bugünden yarına gerçekleşemez; siyaset, önce niyet, sonra gayret, sonra zaman ve imkan ister. Zor, zahmetli, özverili bir süreçtir. Cumhuriyetin 100. yılında, eskinin tekrarıyla sonuçlanan bir seçimin ardından artık yeni çıkış arayışlarını konuşmanın vakti olduğunu düşünüyorum. Düşündüğüm kesinlikle bugünden yarına oluşacak, hele yerel seçim öncesine yetişerek mevcut partilerle ittifak/pazarlık arayışlarına girecek bir hareket değil. Bu tür arayış ve davranışların -son seçimde örneklerini gördüğümüz gibi- siyasette ‘doğarken ölmek’ olacağı kanısındayım. Daha önce de yazdım, seçmen iktidarı beğenmiyor, ama muhalefetin de daha iyisini başaracağına da güvenmiyor. Türkiye siyaseti toplumda umutsuzluk, karamsarlık, güvensizlik yaratıyor. İnsanlar, siyasetten söz açılınca ‘hepsi birbirine benziyor’ diye yakınıyor, güvensizliğini dile getiriyor. İşte tam bu ortamda ve bu nedenle, yeni sözler söylemek, söylediğine inanmak, inandığını yapmak için yol aramak, yola çıkmak gerekiyor. İktidar ya da muhalefet partilerinden birine değil, siyasetin bugünkü kapalı, antidemokratik, ben-merkezci, çıkarcı yapısına, bu anlamda mevcut siyasetin bütününe karşı çıkan, çoğulcu, eşitlikçi, katılımcı yeni bir siyasi hareket ve örgütlenme Türkiye’nin bu girdaptan çıkmasına yol açabilir. Adalet olmadan devlet, saydamlık olmadan dürüst yönetim olmayacağına inanan, bilimi, eğitimi, üretimi, verimi, girişimi, eşit yurttaşlığı ve toplumsal dayanışmayı önceleyen bir siyasi hareket, iktidarı ve muhalefetiyle ülkenin üstüne çöreklenen bu kara bulutları dağıtmaya yardımcı ve yol gösterici olabilir. Bunların üzerinde düşünmeye başlayalım. Bu yaz çok sıcak geçiyor; toprak ısındı. Ekimde toprağa yeni tohumlar atmanın, fidanlar dikmenin vaktidir. Emek, sabır ve özen olursa, baharda tohumlar yeşermeye, fidanlar boylanmaya başlayabilir. ‘Yeni yapılar, eski taşlarla değil, yeni fikirlerle kurulur.’