Türkiye’nin vizyonu dünyada oluşmakta olan Demokrasi-Otokrasi kırılmasında küçük ve ayrıcalıklı bir azınlığın değil çoğunluğun yararına ve hukuk denetiminde yönetilen ülkelerden oluşan demokrasi bloğunu seçmek olmalıdır.
Dünya safların belirlendiği ve yeni bir düzenin şekillendiği kritik bir dönemden geçiyor. Son yirmi yılın kendisi için çok olumlu koşullarını heba etmiş olmanın vebalini dış dinamiklerden çok kendinde aramak zorunda olan Türkiye, önümüzdeki dönemin görece olumsuz koşullarında mutlaka doğru tercihleri yapmak ve uygulamak zorunda. Dolayısıyla yeni dönemde ülkeyi yönetmek isteyen ve (son seçim kanunu değişiklikleri vb beklenen engellere rağmen) bu hedefe yaklaşmakta olan muhalefetin vizyon, strateji ve kadro oluşturması gereken en önemli alanlardan biri de (ilgili bir konu olan ekonomik kalkınma yanında)
dış politika olarak ortaya çıkıyor.
Geçen yazıma devam ederek aşağıda önce oluşması gereken vizyonun ana hedeflerini özet olarak sıralayacağım. İleriki yazılarımda da açacak ve tartışacağım.
Dış politika vizyonu her şeyden önce dünya düzeninin nasıl bir yönde evrildiğine dair doğru, bilgi temellive sağduyulu tespitlerden yola çıkmak zorunda. Geçmiş yirmi özellikle de on yıldaki hataların önemli kısmı bunun eksikliğinden kaynaklandı. Benim kendi analizimdeki yola çıkış noktamdünya düzeniyle ilgili üç senaryonun mümkün olduğu:
- Olumsuz ve daha az olası senaryo: son on yıllardaki yoğun ekonomik ve zihinsel küreselleşmeyi bölen ve sekteye uğratan, bir tarafta ABD, AB ve Hindistan, Japonya gibi ülkelerin diğer tarafta Çin-Rusya otoriter bloğunun olduğu sert ve keskin bir Yeni Soğuk Savaş.
- Daha az olası ve görece olumlu senaryo: güvenlik ve demokrasi alanında safların sıklaştığı (fakat demokrasi bloğunda da birinci ve ikinci sınıf yani uydu/parazit ülkelerin olacağı) ama ekonomik ve zihinsel küreselleşmenin sert bir bölünmeye uğramadığı ılımlı ve esnek bir Yeni Soğuk Savaş.
- En olumlu ve iyimser senaryo: dünyanın özellikle birinci senaryonun tehlikelerini görmesi ve ılımlı veya sert Soğuk Savaş’ları engelleyecek kural ve koşullarda uzlaşması.
Ilımlı veya sert Soğuk Savaş senaryolarında, eski Soğuk Savaş’ta da olduğu gibi, örneğin birçok Latin Amarika ve Afrika ülkesinin dahil olacağı
tarafsız bir blok ya da ülke kümesi olması da muhtemel. Ayrıca AB’den Afrika, Asya, Güney Amerika ve Ortadoğu’ya bölgesel örgütlenme ve ekonomik entegrasyonlar da önem kazanmaya devam edecektir.
Bu tespitleri ve senaryoları göz önüne alarak yeni dönemde Türkiye’nin dış politika vizyonunun temel hedef ve öncelikleri aşağıdaki gibi olmalı düşüncesindeyim:
- Demokrasi bloğuna dahil olmak. Dünyada oluşmakta olan Demokrasi-Otokrasi kırılmasında küçük ve ayrıcalıklı bir azınlığın değil çoğunluğun yararına ve hukuk denetiminde yönetilen ülkelerden oluşan Demokrasi bloğunun bir parçası olmayı seçmek. Bunu hem iç hem dış politika önceliği yapmak. Demokrasi bloğunun içinde oluşacak (güvenlik kaygılarıyla dahil edilen ama demokrasi olmayan) ikinci sınıf üyelerden değil, kendi halkı yararına tam demokrasi olmuş birinci sınıf ülkelerden biri olmak. Kimliklere ve inançlara saygılı ve mağdurlarıyla helalleşmiş, laik ve özgürlükçü demokrasisi sayesinde saygınlık kazanmak.
- Güvenlik, demokrasi ve hukuk alanlarında Batı ittifaklarındaki yerini ve aidiyetini olabilecek en sağlam durumda korumak. Bu sağlam ekseni ve kimliği sayesinde Batı İttifakı dışındaki ülkelerle karşılıklı çıkara dayalı esnek ekonomik ve sosyal ilişkiler kurmak, gereğinde tarafsız olabilen, olduğu bilinen ustalıklı ve bağımsız bir dış politika uygulamak. Batı İttifakı’nın dışa açılan kapısı ve uzlaşma köprüsü olmak. Batı ülkeleriyle olan anlaşmazlıklarını da Batı İttifakı içindeki saygın konumu sayesinde daha kolay çözmek.
- Batı İttifakı içinde yukarıdaki Üçüncü Senaryo’nun gerçekleşmesi için politika uygulayan bir ülke kimliği oluşturmak.
- Gıda, su ve enerji güvenliği. Gıda, su ve enerji alanlarında kendi kendine yeten ve bağımsız bir ülke konumuna gelmeyi yönelik iç ve dış siyasetinin en az askeri güvenlik kadar önemli bir öncelik haline getirmek. Gıda, su ve enerji yeterliliği önümüzdeki dönemde ülkelerin en az askeri güç kadar önemli bir güvenlik unsuru olacak.
- Eskiye dönmeyi amaçlamak yerine yeni dünya koşullarında yeni bir dış politika vizyonu oluşturmak. AKP döneminde uygulanan her politikanın (örneğin Afrika ülkeleriyle güçlü sosyal-ekonomik ilişkilere yatırım veya Rusya-Ukrayna Antalya buluşması) yanlış olduğu ve tersinin doğru olacağı hatasına düşmemek.
- Güçlü, liyakat temelli, profesyonel ve demokrasiye saygılı bir ordu.
- Bölge Kürtleriyle Sürdürülebilir Barış ve Dayanışma. Bölge Kürtlerini Ortadoğu’da Türkiye için güvenilmez rakip ve tehdit unsuru konumundan çıkarıpdost vemüttefik konumuna getirmek. Kürtlerle ilişkileri bölgedebarış ve kalkınmanın güvencesihaline getirmeye yönelik politika uygulamak. Bunu mümkün kılmak üzere Kürt Meselesi’ni demokratik yoldan ve hem Türklerin hem de Kürtlerin güvende hissedeceği şekilde çözmeyi hem iç hem de dış politika önceliği olarak saptamak. Bu olduğu taktirde Türkiye’nin dış dünyadaki hem sert hem yumuşak gücünde büyük bir sıçrama gerçekleşir. Her şeyden önce de insanımız barış ve refaha kavuşur.
Eminim görülmüştür ki, tüm bu hedefler birbiriyle uyumlu dış ve iç politikalar gerektiriyor.
Bu maddeleri önümüzdeki yazılarda açacağım. Ama bugünkü yazımı iki düşünceyle bitireyim.
DÜNYADAKİ GÜVENLİK SORUNLARI VE YENİ SOĞUK SAVAŞ SENARYOLARI TÜRKİYE’NİN ALEYHİNE AMA OTORİTER İKTİDARI GÜÇLENDİREBİLİR
Dünyada güvenlik politikalarının ve bloklaşmaların ön plana çıkması Türkiye’nin kalkınması ve refahı için iyi bir haber değil. Güvenlik harcamalarının artması eğitime ve kalkınmaya ayrılacak harcamaların kısılması anlamına gelir. Zaten daralmakta olan küresel sermaye mevcudiyetini ise daha da daraltacaktır ve dış kaynak sorunumuz pekişir. Dış ticarete dayalı kalkınmayı sürdürmek için Afrika’dan Rusya ve Çin’e çok taraflı ilişkiler kurmamızı da zorlaştırır.
Ama tüm bunlar otoriter iktidarı güçlendirebilir çünkü Türkiye’nin jeostratejik konumunun ve askeri gücünün önemini artıracaktır. Bundan yararlanmak için iktidarın otokrasi bloğuna kayması da gerekmez. Demokratik ülkeler kendi aralarında demokrasi bloğunun birinci sınıf üyeleri olarak görece eşit ilişkiler kurarken jeostratejik veya başka değeri olan ülkelerin otoriter yönetimleriyle farklı temelde eşitsiz ama sıkı ittifak ilişkileri kurabiliyorlar. Kendi halklarının güvenliği ve refahına yönelik sağlanan faydalar karşılığında bu otoriter yönetimlerin hukuksuzluklarına göz yumuyor hatta destekleyebiliyorlar.
Dünyada güvenlik politkalarının ve bloklaşmaların ön plana çıkması Türkiye’nin kalkınması ve refahı için iyi bir haber değil. Güvenlik harcamalarının artması eğitime ve kalkınmaya ayrılacak harcamaların kısılması anlamına gelir.
Özellikle 2016 “Göçmen Antlaşması”ndan beri Türkiye ve AB arasında oluşmaya başlayan bu tür bir ilişki son yıllarda hatta aylarda hız kazandı. İsrail ve BAE ile ilişkilerde ve NATO’ya yönelik söylemlerde iktidarın yaptığı tornistanlar bunun emareleri arasında.
Buna karşı Türkiye’de muhalefetin yapması gereken çok açık. Türkiye’nin Demokrasi Bloğu’unun birinci sınıf bir üyesi olmak istediği, bunun da demokratik dünyanın güvenliğine çok daha ilkeli ve güvenilir bir katkı yapacağı, ve insan hakları ve hukuğa aykırı olmayan tüm ilişkilerin derinleşerek süreceği.
SEÇİM KANUNUNDA DEĞİŞİKLİKLER YENİ SEÇİM MÜHENDİSLİĞİ VE SİNSİ OTORİTERLİK ÖRNEĞİ
Bugünkü yazıyı dünkü güncel gelişmeyle bitirelim. Meclis’e sunulan seçim kanunundaki değişiklikler benim de uzun zamandır vurguladığım,“seçimlere rağmen demokrasi dışı yollardan iktidarda kalma” gayretlerine kapı açan bir çok “düzenleme” içeriyor.
Ama aynı zamanda da iktidarın güçsüzlüğüne işaret ediyor ve bir itiraf anlamına geliyor. Çünkü seçimleri normal yoldan kazanacağını düşünen bir iktidar bu tür düzenlemelere gerek duymaz.
Muhalefetin bu kanuna ortak tepkisi tam da bu olmalı ve halka doğru şekilde anlatarak ters tepmesini sağlamalı.
Belki en önemlisi: bu kanun tasarısı muhalefet partileri arasındaki işbirliğini özellikle seçim güvenliği alanında pekiştirmeli. 2018'den de bildiğimiz gibi seçim mühendisliği ancak muhalefet ortak akılla davranmazsa etkili olabilir. Yoksa aşılamayacak ve ters tepmeyecek bir seçim mühendisliği mevcut değil.
Son olarak muhalefet hiçbir şekilde önümüzdeki bir yıl artık baskın bir seçim olmayacağı rehavetine kapılmamalı. Çünkü yargının ve hakikatin bağımsız olmadığı otoriter yönetimlerde olmaz diye bir şey yok.