Ben, kararlarım ve üretimlerim, duyu organlarım aracılığıyla çevreden çektiğim verilerden, bu verileri hafızalama biçimimden ve bu veriler arasında kurduğum ilişkilerle karşıma çıkan sorulara verdiğim yanıtlardan oluşuyorsa, beni yapay zekadan ayıran nedir?
“Yapay zekanın yarattığı sanat, arşivindeki sanatçıların eserlerinden yapılma bir kolajdır.”
“Yapay zekâ tarafından üretilen metin, veri setinde yer alan yazarların eserlerinden oluşturulmuş bir derlemedir.”
“Yapay zekâ tarafından üretilen müzik eserlerini, yapay zekayı besleyen verinin içinde yer alan müzik eserlerinin parçalarından meydana gelen bir sentez olarak düşünmek gerekir.”
Bu aralar sıklıkla okuduğum, duyduğum ifadeler…
Bu ifadeleri doğru kabul ettiğimizi varsayalım. Aklıma hemen birkaç soru geliyor: İnsan zekâsı ile yapay zekâ birbirinden öne sürüldüğü derecede farklı mı? Yapay zekâ yalnızca bir kolaj üreticisi ise ve özgün eserler üretmekten uzaksa, “doğal” zekâ tarafından üretilen eserlerin özgünlüğü ile ilgili ne söylenebilir? İşin aslında, bizler de birer kolaj üreticisi, derlemeci, veri işlemeci değil miyiz?
Birkaç hafta önce nöronaturalizm ve zihin felsefesi üzerine yazdığım
yazıda, insanın kararlarının çok büyük bir kısmının oto-pilot modunda, bireyin kendisinin dahi farkına varmadığı bir dizi fonksiyon aracılığıyla alındığından bahsetmiştim. Dahası, bilinç düzeyinde almış olduğumuz kararlar da beynimizde, birbiriyle bağlantılı hâlde oluşturduğumuz bir klasörler kümesinde sakladığımız, hafızaya alınmış bilgi ve deneyimlerimizin işlenmesi sonucunda alınıyordu. Kararlarımız özünde, hafızaya attıklarımızdan ve bunlar arasında kurduğumuz bağlantılardan ibaretti.
Ben, kararlarım ve üretimlerim, duyu organlarım aracılığıyla çevreden çektiğim verilerden, bu verileri hafızalama biçimimden ve bu veriler arasında kurduğum ilişkilerle karşıma çıkan sorulara verdiğim yanıtlardan oluşuyorsa, beni yapay zekadan ayıran nedir? Ben de çevreden çektiği verileri işleyip kolajlar yapan bir varlık değil miyim? Daha önce maruz kaldığım içerikler, görüntüler, sesler, yazılar; bunların üzerinden oluşturduğum bağlantılar, fikirler ve duygular olmasaydı herhangi bir üretim yapmam mümkün olabilir miydi? Hâl böyleyken, benim üretimlerimin özgünlüğünden bahsetmek ne derece mümkün olabilir?
Piyanist, zihninde şekillenen notaları piyanosunun tuşlarına aktarıyor. Yazar bir kâğıda notlar alıyor Heykeltıraş heykelinin son kıvrımını tamamlıyor. Notalardan bazıları bir Dvorak eserinden uçuşarak tuşların üzerine konuyor. Cümleler Zweig üslubuyla kâğıda dökülüyor. Heykeltıraşın son dokunuşu, Lagares’in son dokunuşlarından izler taşıyor. Ve böyle olması da son derece doğal… Bilgi, bilim, yaratım kümülatif olarak ilerliyor. Zihni inşa eden tuğlalar yükselerek, yeni örüntülerin şekillenmesini sağlıyor. Bu durumda aynı soruyu bir kere daha sormam gerekiyor: Özgünlük nasıl tanımlanabilir? Yapay zekanın üretimini daha az, insanın üretimini daha çok özgün yapan şey nedir?
Bana göre insan beynini de yapay zekayı da mucizevi kılan ortak özellikleri ise veriyi, paralel işleme olarak adlandırılan sistemler aracılığıyla işlemeleridir. Beyin, karmaşık ağlarda birbirine bağlı milyarlarca nörondan oluşur.
Bu soruların cevabını aramak için, yapay zekanın ve insanın bilişsel süreçlerinin işleyişlerini karşılaştırma, aradaki benzerlikleri ve farkları irdeleme ihtiyacı duyuyorum. Süreçlerin pek çoğunun birbirine ne kadar benzer olduğunu gördüğümüzde daha iyi bir kavrayışa sahip olabiliriz diye düşünüyorum:
Öncelikle hem insan beyni hem de yapay zekâ sistemleri bilgiyi işler ve bir anlamda da manipüle ederek çıktılarını üretir. Beyin, çevreden duyusal girdiler alır ve bunları karmaşık sinir ağları aracılığıyla işler. Benzer şekilde, AI sistemleri de girdi verilerini alır ve algoritmalar ve modeller kullanarak hesaplamalar gerçekleştirir. Sonuçta iki sistemde de, girdi ile çıktı arasında kimi zaman derin, kimi zaman minör farklılıklar oluşur.
Beynin bir diğer önemli işlevi, yorumlamayı ve işlemeyi kolaylaştırabilmek için örüntü tespit edebilmesidir. Tıpkı insan beyni gibi yapay zekâ sistemleri de örüntüleri tanıyabilir. Beynin, görsel, işitsel ve diğer duyusal girdilerdeki karmaşık kalıpları tanımlamamıza ve yorumlamamıza izin veren olağanüstü örüntü tanıma yetenekleri vardır. AI sistemleri de kendisini besleyen verilerdeki kalıpları tanımak için makine öğrenimi algoritmalarını kullanır ve bu sayede görüntü ve konuşma tanıma, doğal dil işleme gibi görevleri gerçekleştirir.
Bir diğer çok önemli benzerlik noktası ise öğrenme kabiliyetidir. Beyin ve AI sistemleri deneyimlerden öğrenebilir ve davranışlarını buna göre uyarlayabilir. Beyin, yeni sinirsel bağlantılar oluşturma ve mevcut olanları değiştirme yeteneğine (plastisite) sahiptir; bu da yeni beceriler edinmemize, bilgileri hatırlamamıza ve tepkilerimizi ayarlamamıza olanak tanır. Benzer şekilde, yapay zekâ sistemleri de denetimli, denetimsiz ve takviyeli öğrenme gibi teknikler kullanarak veriden öğrenirler. Bu sayede, tıpkı insan beyni gibi, performansını iyileştirerek, daha iyi tahminlerde bulunacak ve daha iyi kararlar alacak şekilde kendilerini geliştirirler.
Bana göre insan beynini de yapay zekayı da mucizevi kılan ortak özellikleri ise veriyi, paralel işleme olarak adlandırılan sistemler aracılığıyla işlemeleridir. Beyin, karmaşık ağlarda birbirine bağlı milyarlarca nörondan oluşur. Bu karmaşık sistem, aynı anda birden fazla görevi gerçekleştirebilme ve bu görevler arasında koordinasyon sağlayabilme yeteneğine sahiptir. Benzer şekilde, modern yapay zekâ sistemleri de büyük miktarda veriyi paralel olarak işlemek için paralel bilgi işlem mimarileri ve teknikleri kullanırlar; bu da daha hızlı, koordineli ve verimli hesaplamalar yapabilmelerine olanak tanır.
Son olarak, bu yazının ana temasını da oluşturan yaratıcılık ve inovasyon özelliklerine gelirsek… Her ne kadar tüm yapay zekâ sistemlerinin bu fonksiyona sahip olduğundan bahsetmek mümkün olmasa da inanılmaz bir hızla geliştirilen yeni nesil yapay zekâ uygulamalarında, üretici ve yaratıcı algoritmalar ve derin öğrenme mimarileri gibi teknikler aracılığıyla beynin yeni fikirler üretme ve eleştirel ve yaratıcı düşünme yeteneklerinin de taklit edilebildiğini görüyoruz. Bu teknikler vasıtasıyla AI sistemleri yeni içerikler üretebiliyor, sanat eserleri oluşturabiliyor, bir parça besteleyebiliyor ve hatta karmaşık ve henüz kimsenin çözümünü bilmediği sorunlara yenilikçi çözümler de bulabiliyorlar.
Öte yandan, en azından bu aşamadaki yapay zekâ sistemleri ile kayda değer bazı farklılıklarımız olduğu da bir gerçek. Bunların başında bilinç ve öznel deneyimler geliyor. İnsan beyni, öznel deneyimlerden yola çıkarak bir benlik bilinci ve kişisel farkındalık geliştiriyor.
Ancak şu anda bildiğimiz hâliyle AI, bilinçten ve öznel deneyimden yoksun. Bilgi işleyebiliyor, karar alabiliyor ve yaratıcı çıktılar üretebiliyor; ancak bu üretimleri öznel deneyimlerden beslenerek gerçekleştirmiyor. Ayrıca bu çıktıları uyumlandırmaya çalışacağı ve karşı tarafa bu uyum çerçevesinde yansıtmak isteyeceği bir benlik bilincine de sahip değil. Dolayısıyla bana göre, öznel olmama iddialarına en çok bu noktadan temas ediyor. Öte yandan, benlik bilinci, öznellikle yakından ilişkili olsa da, onun ön koşulu olma pozisyonunda değil. Zira aksi durumda insan yaratımı eserlerde de kayıtsız şartsız bir öznellik yakalıyor olabilmemiz beklenirdi.
İnsan zekasını taklit etmek üzere yola çıkan AI sistemleri, şimdiden taklit işlevinin çok ötesine geçerek, bizatihi yaratıcı olma koltuğuna oturmuş durumda.
Bir diğer ayrıştırıcı unsur da dar yapay zekâ dönemine mahsus bir ayrım noktası olan sezgiler ve duygular. İnsanlar, karar verme süreçlerinde genellikle sezgilerine ve duygularına güvenirler. Beynimiz, bağlamsal ipuçları, duygular ve içgüdüsel hisler dahil olmak üzere çeşitli bilgi türlerini işleyebilir ve bütünleştirebilir. Yapay zekâ sistemleri ise şu anda aynı düzeyde sezgisel anlayışa veya duygusal yeteneklere sahip değil.
Önceden tanımlanmış kurallara veya istatistiksel modellere dayalı olarak verileri analiz edip kararlar verebilirken, insanların sergilediği karmaşık duygusal ve sezgisel akıl yürütmeden yoksun. Bu da yaratıcı üretimlerde “şimdilik” önemli bir ayrışma noktası. Ancak pratikte henüz tecrübe etmediğimiz ve benim kısa bir vadede içinde yaşamaya başlayacağımızı düşündüğüm geniş yapay zekâ çağında, insana özgü bu yetenekler de yapay zekâ sistemlerine entegre edilmiş olacak. Uzak bir gelecekten bahsetmediğimi de tekrar vurgulamak istiyorum.
İnsan zekasını taklit etmek üzere yola çıkan AI sistemleri, şimdiden taklit işlevinin çok ötesine geçerek, bizatihi yaratıcı olma koltuğuna oturmuş durumda. Yazının başında da belirttiğim üzere, bu noktada sorulabilecek olan potansiyel özgünlük sorularının tamamını insan zihninin ürettiği yaratımlar için de sormak gayet mümkün. Dolayısıyla bence mevcut tartışmaların ve özellikle yapay zekâ hukukunda hâlihazırda çözüm bulunamayan vakaların altında yatan bu gibi soruların ne kadar anlamlı olduğunun tekrar düşünülmesi gerekiyor.