Piyasalara güven veremeyen yönetimin önümüzdeki günlerde bunu telafi edebilecek adımları atabileceği ihtimali ise çok düşük. Bu nedenle zaten zor günler geçirmekte olan Türkiye ekonomisinin önümüzdeki günlerde de zorluklarla karşılaşacağını söylemek yanlış olmaz. Merkez bankasının yeni başkanı Erkan'ın başkanlığında ilk kez toplanan Para Politikası Kurulu (PPK), politika faizini 6.5 puan artışla %15'e yükseltti. Daha önceden faiz indirim kararı veren PPK üyelerinin sadece başkanın değişimiyle faiz artışı kararına yönelmesinin tutarsızlığını bir kenara bırakarak alınan bu kararın ne tür sonuçlara neden olabileceğini açıklamaya çalışalım. Ülkede siyasetçiler faiz oranını düşürürken artık faizi ülkenin gündeminden çıkardıklarını, merkez bankasının faiz kararlarının artık toplumda önemsenmediğini iddia ediyorlardı. Ancak geldiğimiz noktada ayakkabı boyacısından döner ustasına varana kadar herkes faiz kararını daha yakından takip eder hale geldi. Faiz kararları ülkenin neredeyse tek gündemine dönüştü. Herkes faiz kararlarını yakından takip eder hâle gelse de birçok kişinin faizin ekonomideki işlevine ilişkin pek fazla bilgi sahibi olmadığını söylemek mümkün. Bu nedenle faiz kararları sonrasında, hani böyle olacak diyordunuz; bakın hiç te dediğiniz gibi olmadı minvalinde ifadelere rastlamak mümkün. Bu ifadelerin arkasında iki hususun yer aldığını söyleyebiliriz. Birincisi, siyasi güdülerin sonucu olarak ortaya çıkan art niyetli davranış, ikincisi ise faizin davranış ve etki biçimi konusundaki bilgi eksikliği. Art niyetli kişiler için yapılabilecek bir şey yok. Onları kendi hâline bırakalım. Bizim temel hedefimiz bilgi eksikliğini gidermek. MERKEZ BANKASI NEGATİF REEL FAİZE DEVAM DEDİ Faiz oranı, ekonomideki varlıkların fiyatlarını birbirine bağlayan bir araçtır. Faiz oranının sahip olduğu bu özellik, faiz kararlarının ekonomideki birçok değişkeni aynı anda etkilemesine neden olmakta. Ancak buradaki en önemli soru hangi faiz oranı sorusudur. Faiz oranı, özellik itibariyle nominal faiz oranı ve reel faiz oranı şeklinde ikiye ayrılabilir. Nominal faiz oranı, piyasada karşılaştığımız faiz oranını ifade ediyor. Reel faiz oranı ise nominal faiz oranından, genelde, beklenen enflasyon oranının düşülmesi ile bulunur. Türkiye’de son altı aydır beklenen enflasyon oranı ortalama %30 civarında (Beklenen enflasyon oranının nasıl elde edildiği ile ilgili tartışmaları bir kenara bırakıyorum). Bu durum merkez bankası faiz kararının, negatif reel faize devam kararı olduğu anlamına geliyor.
Ekonomi yönetimi bu sınavda başarısız oldu; dağ fare doğurdu. Piyasalara güven veremeyen yönetimin önümüzdeki günlerde bunu telafi edebilecek adımları atabileceği ihtimali ise çok düşük.
DÖVİZ KURUNDAKİ ARTIŞIN NEDENİ, REEL FAİZİN HÂLEN NEGATİF OLMASIDIR Reel faiz oranının negatif olması, bugün faize yatırılan para ile bir yıl sonra daha az ürün alınacağı anlamına geliyor. Böyle bir durumda kişilerin alternatif yatırımlara yönelmesi gayet normal. Alternatif yatırım araçları (varlıklar) arasında döviz, altın, hisse senedi, araba ve gayrimenkul en önde gelenleri. O hâlde perşembe günkü faiz kararının sonrasına döviz kurunun artış trendine girmesine şaşırmamak gerek. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Kilolu olduğunuzu ve kilo vermek istediğinizi varsayalım. Diyelim ki vücudunuz doğal yollardan günde 1200 kalori yakıyor ama siz aynı gün içinde 1800 kalorilik gıda tüketiyorsunuz. Bunun sonucunda sürekli kilo alıyorsunuz. Derken bir diyetisyene gidiyorsunuz ve diyetisyen size kilo vermek için aldığınız kalori miktarını azaltmanızı ve verdiği diyet listesini takip etmenizi öneriyor. Bir komşunuz da size az yemek yiyerek kilo vermenin mümkün olmayacağını, gittiğiniz diyetisyenin işi bilmediğini söylüyor. Aslında diyetisyenin verdiği diyet listesi, gıda tüketiminizi 1200 kalorinin altına düşürme amacı güdüyor. Siz ise gıda tüketiminizi azaltıyorsunuz, ancak diyet listesini birebir uygulamayıp listeden sapma gösteriyorsunuz. Doğal olarak kalori tüketiminiz diyetisyenin hedefi olan 1200’ün üzerinde kalıyor (örneğin 1500 düzeyinde). Sonuçta kilo veremiyorsunuz; hatta almaya devam ediyorsunuz. Üstüne üstlük bu duruma siz de şaşırıyorsunuz. Sizi gören komşunuz da az yiyerek kilo verilmeyeceğini, o diyetisyenin işi bilmediğini söyleyerek hislerinizin üzerine tuz biber ekiyor.
Biliyoruz ki döviz kurunda yaşanan artışlar, kısa zaman sonra enflasyona yansıyacak. Merkez bankası yetkililerinin, aldıkları negatif faize devam karar sonrasında öncelikle kurun ve enflasyonun artacağını bildiklerine şüphe yok.
İşte yaşadığımız durum tam da bu. Böyle bir durumda kilo almaya şaşırmak, döviz kurunun artışına şaşırmaktan farksızdır. Döviz kurunun durulması için iktisatçılar faizin aşağı yukarı %30 civarına (%25-%35 arasında bir yere) yükseltilmesi gerektiğini belirtiyorlardı. Merkez bankası ise %15’e yükselterek “diyet listesinden” sapma gösterdi. Bu sapma sonucunda da döviz kurundaki artış devam etti. Nasıl ki önemli olan sadece tüketilen gıda miktarını azaltmak değil ise faiz kararında da önemli olan faizi artırmak değil, gereken oranda artırmaktır. MERKEZ BANKASI FAİZİ NEDEN GEREKTİĞİ ORANDA ARTIRMADI? Biliyoruz ki döviz kurunda yaşanan artışlar, kısa zaman sonra enflasyona yansıyacak. Merkez bankası yetkililerinin, aldıkları negatif faize devam karar sonrasında öncelikle kurun ve enflasyonun artacağını bildiklerine şüphe yok. Peki bu kararın enflasyonu dizginlemeye yetmeyeceğini biliyorlarsa, neden faiz oranını daha yüksek bir orana yükseltmediler? Bunun arkasında muhtemel iki gerekçe var. Birincisi ekonomik, ikincisi ise siyasi. Önce ekonomik gerekçeden başlayalım. Faiz oranı bir taraftan döviz kurunu dizginlemeye ve rezerv biriktirmeye yardım ederken diğer taraftan borçlanma maliyetlerini yükselterek tüketim ve yatırım harcamaları aracılığıyla ekonomideki talebi frenlemektedir. Talebin frenlenmesi, ekonominin mevcut hâlinden daha yavaş büyüyen bir ekonomiye doğru yönelmesine neden olmaktadır. MERKEZ BANKASININ ÖNCELİĞİ BÜYÜME VE İSTİHDAM Merkez bankası yetkilileri -muhtemelen- kademeli faiz artışı stratejisi izleyerek ekonominin büyüme hızını düşürmemek veya çok az düşürmek istiyor. Bu tür bir yaklaşım, merkez bankasının enflasyonun yanında, hatta enflasyondan daha fazla bir şekilde büyüme ve istihdama odaklandığı anlamına geliyor. İkinci gerekçe ise siyasi. Bilindiği üzere önümüzde bir yerel seçim var. Hükümet yetkilileri, seçim öncesinde kamuoyunda kullanabilecekleri bir strateji izliyor olabilir. Şöyle ki bu stratejide merkez bankasına, kurdaki artışı frenlemeyecek kadar faiz artışı yapması izni verilmiş olabilir. Kur ve enflasyon bu stratejide artmaya devam eder. Büyüme ve istihdam ise az bir düşüşle mevcut seyrini korur. Altı ay sonra, Bakın gördünüz mü? Faizi artırdılar ama ne kuru ne de enflasyonu kontrol altına alabildiler? Bizim dediklerimiz doğruydu? Faizi düşürmeliyiz deyip yeniden bir faiz indirimi sürecine girilebilir. GÜVEN VEREMEYEN EKONOMİ YÖNETİMİ BAŞARILI OLAMAZ Bu strateji göz önünde bulundurulduğunda faizlerin seçim öncesinde yeniden düşürülmesi olasılığı hiç de az değil. Perşembe günkü faiz kararı aslında ekonomi yönetimi için bir sınavdı. Ekonomi yönetimi bu sınavda başarısız oldu; dağ fare doğurdu. Piyasalara güven veremeyen yönetimin önümüzdeki günlerde bunu telafi edebilecek adımları atabileceği ihtimali ise çok düşük. Bu nedenle zaten zor günler geçirmekte olan Türkiye ekonomisinin önümüzdeki günlerde de zorluklarla karşılaşacağını söylemek yanlış olmaz. Çünkü güven veremeyen ekonomi yönetiminin politikalarının sürdürülebilirliğine güven de düşük olacaktır.