Fransa'nın sağcıları, ülkeyi zamanda donup kalmış, stabil bir yapı içerisine hapsetmeyi umuyorlar ve planlıyorlar anlaşıldığı kadarıyla. İnsanları içi boş, faşist mitlerle soslanmış ne idüğü belirsiz düşüncelerle zehirlemeye çalışıyorlar. Fransa'da, merkez sağ ve aşırı sağcı adayların "en faşist ve en ırkçı ifadeleri ben kullanıyorum. Bana oy verin" propagandaları etrafında şekillenen Cumhurbaşkanlığı seçim süreci devam ediyor. Bu süreçte asıl ilginç olan merkez sağ adayların söylemleri. Avrupa merkez sağının esasında bir bütün olarak aşırı sağa doğru kaydığını uzun zamandır gözlemliyoruz. Yazılarımda da sık sık vurguladığım gibi, aşırı sağ ile muhafazakâr sağın tabanları arasında yoğun bir geçişkenlik söz konusu. Artık iki politik hat arasında bir renk farkından bahsetmek mümkün değil. Olsa olsa biraz ton farkı üzerine konuşulabilir. Bununla birlikte faşist hareketler, Avrupa siyasetinde kalıcı bir taban yarattı ve seçmenlerinin büyük bir bölümü artık ideolojik gerekçelerle sandığa gidiyor. Geleneksel partilerin, “Seçmenler bize kızdığı için faşist hareketlere oy veriyor. Protesto oyu bunlar” romantikliği darmadağın olalı epey oldu. Aşırı sağ politikalar, bırakın ortanın solunu radikal solda dahi kendisine sempatizan kazanıyor. Faşist söylem, Avrupa Birliği'nde (AB) birçok ülkede partiler üstü hale gelmiş ve toplumun bir bölümünün sempatisini kazanmış durumda. Aynı zamanda argümanlarıyla merkez siyaseti de domine ediyorlar. Bunu Fransa seçimlerinde çok net bir şekilde görüyoruz. Aşırı sağın söylemleriyle siyasetin merkezine yerleştiği bir süreç söz konusu. Yazımızın konusu, merkez sağ kulvarda yer alan Cumhuriyetçi Parti'nin kadın adayı Valerie Pecresse.  Pecresse, Jacques Chirac döneminde Cumhurbaşkanlığı danışmanı oldu. 2002'den bu yana Yvelines milletvekili olarak görev yapıyor ve 2007-2011 yılları arasında Yükseköğretim Bakanlığı, 2011-2012 yıllarında ise Bütçe Bakanlığı ve Hükümet Sözcülüğü yaptı. Siyasi kariyeri özetle böyle Pecresse'nin. Seçimler öncesinde parti içerisinde atak yaparak Cumhurbaşkanı adayı olmayı başardı. Seçim sürecinin başlangıcında sakin bir rotada hareket eden Pecresse'nin içerisinden birden Marine Le Pen çıktı. Pecresse, faşist söylemlerin yüksek alıcı potansiyelini keşfetti, hızlı ve hunharca aksiyona geçti. Konuşmalarında, Fransa'nın Nazisi diğer Cumhurbaşkanı adayı Eric Zemmour'un kullandığı argümanları dahi insanların beyinlerine boca etmekten çekinmeyen, utanmayan Pecresse, sıkça "Büyük ikame Teorisi'nden" bahsediyor. Bu teoriyi savunanlar, Müslümanların Avrupa'yı ve başta Fransa'yı İslamlaştırma konusunda çalıştıklarını ve epeyce yol kat ettiklerini iddia ediyorlar. Zaman zaman Yahudilerin ve masonların güya "dünyayı ele geçirme planlarına" da atıfta bulunuyorlar. Fransa toplumunda faşist zehirlenme yukarıdan aşağıya doğru hızla yayılıyor. GÖÇ BAŞLADI Geçtiğimiz hafta New York Times'da yayımlanan, "Müslümanlar Fransa'yı sessizce terk ediyor" başlıklı haber, ülkedeki faşist nefretin boyutlarını göstermesi açısından oldukça önemliydi. Haberde, ülkede yaklaşan cumhurbaşkanı seçimi kampanyalarında ağırlıklı olarak göç tartışmaları ele alınırken, Fransa'yı terk eden Müslümanların sayısının gün geçtikçe arttığı, bunun derin bir krize işaret ettiği vurgulanıyordu. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve en yakın 3 rakibinin seçim kampanyalarında daha çok "göç karşıtlığını" vurguladığına ancak Fransa'nın son yıllarda birçok Avrupa ülkesinden daha az göç aldığına dikkat çekilen haberde ayrıca, Fransa'da İnsan Hakları Ulusal Danışma Konseyi'ne yapılan şikâyetlere göre, 2020'de Müslüman karşıtı eylemlerin bir önceki yıla göre yüzde 52 arttığı bilgisi de yer aldı.
Asıl sorun, faşist söylemlerin merkez siyaseti abluka altına almış olması. Bu kadraja bazı ülkelerde sosyal demokratları da alabilirsiniz.
Bunun yanı sıra, 2017'de yapılan bir kamu araştırması ise Arap ya da siyahi Fransız erkeklerin polisler tarafından 20 kat daha fazla kimlik sorgusuna maruz bırakıldığını, Kasım 2021'de yayımlanan bir hükümet raporu da "Arap" adı taşıyan adayların iş mülakatlarına çağrılma ihtimalinin yüzde 31 daha düşük olduğunu ortaya koymuştu. Sorun, faşistlerin olması değil. Faşistler hep vardı. 2. Dünya Savaşı'nın ardından Almanya'da dahi Naziler özellikle bürokraside ağırlıklarını korumaya devam ettiler ve sağ partilerde önemli mevkilerde çalıştılar. Asıl sorun, faşist söylemlerin merkez siyaseti abluka altına almış olması. Bu kadraja bazı ülkelerde sosyal demokratları da alabilirsiniz. Danimarka'nın ve Avusturya'nın sosyal demokratlarına bakın. Faşist uygulamalar ve söylemleri hiçbir utanma belirtisi göstermeden kullanabiliyorlar. Saf, Hristiyan ve ebedi bir Fransa hayaliyle yanıp tutuşan Fransa'nın sağcıları, ülkeyi zamanda donup kalmış, stabil bir yapı içerisine hapsetmeyi umuyorlar ve planlıyorlar anlaşıldığı kadarıyla. İnsanları içi boş, faşist mitlerle soslanmış ne idüğü belirsiz düşüncelerle zehirlemeye çalışıyorlar. "Fransa bir ülke değil felsefi bir kavram. Kaderi yalnızca diğer ulusları aydınlatmak değil Batı'nın kanını bozacak her şeye karşı bir direniş biçimini somutlaştırmaktır" sözleri sarf ediliyor faşist politikacılar tarafından seçim sürecinde. Anlaşılan o ki Fransız sağcı politikacılar seçimlerin hemen ardından Avrupa'ya yeni bir holokost müjdesi veriyorlar. Yahudilerin Alman ulusu için ölümcül bir tehlikeyi temsil ettikleri fikri de bitmek bilmeyen tekrarlar sayesinde insanların kafasında yer etmişti. Şimdi aynı psikolojik harekât, İslamofobi üzerinden Fransa'da yapılıyor ve bu görevi de maalesef ana akım yani merkez siyaset üstleniyor. “ORTAK YAŞAM İMKÂNSIZ” Eminim Fransa'da birçok sol seçmen şu anda, "(Faşistler yarışıyor) temalı şu seçim bir an önce bitse de kurtulsak" diye düşünüyordur ama kendilerini temsil eden siyasetçiler ne yazık ki Harikalar Diyarı'ndaki tatillerinden henüz dönmediler. Hâlâ en süper solcunun kim olduğuna karar vermeye çalışıyorlar. Geriye kalanı paylaşmak için birbirlerini yiyorlar tabiri caizse. Ülkede seçime yönelik sık sık anketler paylaşılıyor. Son anketi anlatayım. Burada Macron, Pecresse, Zemmour ve Le Pen'den oluşan sağ cephe oyların yüzde 70'ini, sol cephe ise sadece yüzde 20'sini alıyor görünüyor. Durum bu Fransa'da. Peki sadece faşistleri mi suçlayalım? Tüm bunların yanı sıra fundamentalist İslamcılara da bir parantez açmak gerekiyor. Yoğun uğraşları neticesinde, karşılarındaki cephe masumları da “düşman” kategorisine alarak genişliyor. Nitekim Fransa'da süreç tam da böyle işliyor. Meselenin bu noktalara tırmanmasındaki en büyük paylardan biri İslamcı faşistlere ait. Raporlarda, 2020 yılında sınıfta Hz. Muhammed karikatürü gösterdiği iddia edilen öğretmenin bir Müslüman tarafından kafasının kesilerek öldürülmesi olayının Fransa toplumunda infiale neden olduğu ve “Müslümanlarla ortak bir yaşam kurmanın imkânsız olduğu” kanısını yerleştirdiği bilgisi yer alıyor.
Tüm bunların yanı sıra fundamentalist İslamcılara da bir parantez açmak gerekiyor. Yoğun uğraşları neticesinde, karşılarındaki cephe masumları da “düşman” kategorisine alarak genişliyor. Nitekim Fransa'da süreç tam da böyle işliyor.
Sonuç olarak, Pecresse'nin "büyük ikame" ve "kimlik üzerinde Fransız" -burada göçmenler ve sonraki kuşakları kastediyor- ifadelerini kullanması, etkisini giderek artıran ve toplumu şiddete yönlendiren psikoloji hakkında pek çok şey söylüyor. Özellikle bu sözlerin kamuya açık, ulusal kapsamlı konuşmalarda sarf edilmesi, faşizmin ana ideolojik eksen haline dönüşmesine neden oluyor. Pecresse belki de faşistleşerek partisinin ılımlı ve radikal kanadı arasında bir denge bulmaya çalışıyor ama bunu yaparken ölçüyü neonazizmden yana epeyce kaçırdığı görülüyor. Şöyle bir durum var, Pecresse ve Macron, ne yaparlarsa yapsınlar orijinal faşistler Marine Le Pen ve Eric Zemmour'un yarı şaka taklitleri olmaktan öteye geçemezler. Meşhur sözdür, "taklitler sadece asıllarını yaşatır." Yazımızı büyük Filozof İbn Rüşd'ten bir alıntıyla bitirelim. "Cehalet korkuya, korku nefrete, nefret şiddete götürür. Denklem budur."