Üsküdar de jure olarak İstanbul hudutlarında; lakin tarihsel background’u itibariyle geçmişi oldukça özerk ve özel. Burası bir kere İstanbul zapt edilmeden önce 1453 Kuşatması’nı seyreden, Yahya Kemal gibi söylersem; ulu rüyayı gören bir belde.“ÜSKÜDAR, İSTANBUL’DAN DİYARBAKIR KADAR UZAKTIR” Bu arada sadece Üsküdar’ın meydanındaki karma profilden ötürü, bu kadim şehri düşünsel üniformaya dâhil etmek en hafif tabirle ‘eski kapı’dan hiç geçmemiş olmak demektir. Şimdi uzun bir Üsküdar güzellemesi yapacak alanım yok maalesef, bir başka yazıda bu de facto yerin geçmiş hikâyelerini anlatırım. Evet, Üsküdar de jure olarak İstanbul hudutlarında; lakin tarihsel background’u itibariyle geçmişi oldukça özerk ve özel. Burası bir kere İstanbul zapt edilmeden önce 1453 Kuşatması’nı seyreden, Yahya Kemal gibi söylersem; ulu rüyayı gören bir belde. Hâliyle Osmanlı için unic bir terkip olan Üsküdar, kendi üslubunu keşfetmiş ve bunun üzerine hayat inşa etmiş bir şehir. Mesela Sait Faik, Kumpanya’da bu Üsküdarlılık tavrını çok güzel bir şekilde hikâye eder ve şöyle der: “Üsküdar, İstanbul’dan Diyarbakır kadar uzaktır.” Kuşkusuz söz konusu ıraklık, kilometrelerle ölçülebilen cinsten değil. Başka göklerin altında, nevişahsınamünhasır bir dünyanın çiçeklenmesini, şehrin iç denizlerini görmek demek çünkü Üsküdar’da yaşamak. Üsküdar deyince benim aklıma hâlâ demli zamanların dinginliği Çengelköy, en güzel kahvelerin içildiği Kuzguncuk, Tanzimat romanları havasındaki Çamlıca, Zeki Müren’in Katibim filmindeki Kız Kulesi, bir mazi gülü İcadiye, Sinan’ın son şarkısı Atik Valde, kenti şifalayan Karacaahmet dergâhı, Hezarfen Ahmed Çelebi’nin konduğu Doğancılar Parkı, Miraciye’nin ilham olunduğu Nasuhi tekkesi, III. Selim’in Konstantiniyye’ye muhalefet olarak diktiği Selimiye Külliyesi, bir bahçe düşü Ayazma’ya sırtını vermiş mevlevihane, Deniz Gezmiş’in ikamet ettiği Harem İskelesi Caddesi, en güzel günbatımının izlendiği İhsaniye İskele Sokak gibi bir yığın imaj geliyor, geliyor. “ÜSKÜDAR’DA RENKSİZ BİR AVAMÎLİK KOL GEZMEKTE” Şimdi Marmaray’dan çıkarken soğuk bir yağmur gibi yüzüme vuran gerçekliği halının altına süpürmüyorum. Üsküdar’daki attar dükkânları kafe olalı çok oldu farkındayım. O hâlde Ahmet Yüksel Özemre ile yazıya veda edelim: “Eski Üsküdarlılar Osmanlı’nın zarafet, diğerkâmlık ve lisana hâkimiyetini aksettiren üslupları, zarafetleri, izanları, yol yordam bilmeleriyle parmakla gösterilir kadar azınlıkta kalmışlardı. Üsküdar’ın sanatkârlarının, ediplerinin, şairlerinin, sofilerinin ve meşâyihinin soyları hemen hemen tükenmişti; hâlâ mevcut olanlar ise kendilerini herkesten gizliyorlardı. Hele Üsküdar’ın o renkli meczûbîninden kimse kalmamıştı. Üsküdar’da artık, renksiz bir avamîlik kol gezmekteydi.” Not: Bu yazıyı; uzun senelerdir Üsküdar’da yaşayan biri olarak, ‘Kendine Muhabir’ platformunun emekçi, kadın bir çalışanına saldıranların adalet önünde hesap vermesi için kaleme aldım.
Vakitsiz Üsküdarlılık bu değil abiler!
Politikyol
Ece Ayhan Mor Külhani’de “Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler” derken herhalde bu kaba saba, görgüsüz, adabımuaşeretten nasibini almamışların lümpenliğini kast etmiyordu değil mi?
“Cahillerin bol olduğu bir ülkede dini satıyorlar. Tedbirini aldıktan sonra tevekkül edersin. Ben de elhamdülillah Müslümanım. Dersime çalışıyorum, sınavıma çalışıyorum. Ondan sonra Allah’ım bana yardım et diyorum. Yani bir ülkede cahil bolsa, o ülkede din satılır mutlaka. Din tüccarlığı yapıyorlar. Adama sırf namaz kılıyor diye oy verenler var, böyle bir şey olabilir mi?”
Bu sözleri, Üsküdar’da gerçekleşen ve Türkiye gündemine düşen bir sokak röportajında (özgür basın susturulduğundan beri sokak röportajları trend olmaktan çıkıp, çoktan sosyal gerçekliğe dönüştü) aklı başında bir genç sarf etti. Ardından etrafta ‘çıkar telefonunu göster’ci ‘40 yaş üstü’ dayıların belirmesi sonrası bir anda kavganın bulaşığı göründü. Bitmedi, sonra da bilhassa Twitter’da Üsküdar’ın yobaz bir memleket, İslamcıların kalesi olduğuna dair pop-sosyolojik analizler yazıldı, çizildi. Şimdi müsaadenizle biraz buraları konuşalım:
LAİKLİK DEĞİL AMA İSLAMÎ TOLERANS ELDEN GİTTİ!
Röportajın gerçekleştiği yer, ilginç bir tesadüf olsa gerek “Laiklik elden gidiyor, irtica geliyor” laflarıyla meşhur olan amcanın konuştuğu açı. Kısa bir tarifle söylersem; 16. yüzyıla tarihlenen Selman Ağa Cami’nin Hakimiyet-i Milliye Caddesi’ne bakan istikametinde, Üsküdar Balıkçılar Çarşısı’na varmazdan evvelki alan. Daha eski bir tanımda bulunursam beledî düzenlemeyle çehresi değişmeden önce İslamcı şair ve yazarların çay-kahve içip, İsrail’e taş attıkları alanın çok yakını.
Evet, burada gerçekleştirilen çekimde, belki laiklik değil; ama (bu kavramdan çok hazzetmesem de) İslamî hoşgörü elden gitmişe benziyor. Bu tipler, kendilerinden yaşça küçük birine karşı kullandıkları nefret dilini, hangi tarladan mahsul ettiler, bir kadına vuracak kadar nasıl değersizleştiler bilmiyorum; fakat Ece Ayhan Mor Külhani’de “Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler” derken herhalde bu kaba saba, görgüsüz, adabımuaşeretten nasibini almamışların lümpenliğini kast etmiyordu değil mi?
“DÜŞÜNMEYEN SAĞIRLARLA DİLSİZLER…”
Tartışmada; gencin ne anlattığını dinlemeden, direkt saldırıya geçenleri seyredince aklıma Atatürk’ün Elmalılı Hamdi Yazır’dan ‘ehlisünnet’ itikadına ve ‘Hanefi’ mezhebinin görüşlerine göre, ‘ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan ayetlerin genişçe izah edilmesi’ni istediği Kuran mealindeki şu ayet geldi: “Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü, anlamayan ve düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir. (Enfal suresi/22. ayet)”
Oysa caddenin sonunda, sağdan yukarı doğru devam ettiğinizde görklü hikâyesiyle hâlâ konuşan Aziz Mahmud Hüdayî’nin asitanesi var. Çocuğa karşı, “Sen Müslüman değil misin?” diye (sanki herkes müslim olmak zorundaymış gibi) soranların, dinin kalben yorumlandığı tekkelerden hiç haberleri oldu mu acaba? Ben yine de Üsküdar’ın mazisini lahuti sesleriyle yıkayan ve irfanî hayatına bilfiil yön vermiş olan 66 dergâhtan bahsedeyim: 17 Celvetî (Hüdayî’nin Üftade’den talim ederek doktrine ettiği yol), 8 Nakşî, 8 Kadirî, 7 Şabanî, 5 Rifâî, 4 Bedevî, 4 Bektâşî, 4 Halvetî, 4 Sa’dî, 2 Bayrâmî, 1 Cerrâhî, 1 Mevlevî ve 1 Sümbülî tekkeleri, Üsküdar’ın ne büyüklükte bir manevi eve tekabül ettiğini gösteriyor aslında.
Yorumlar
Popüler Haberler
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Marmaray'da bir kişi intihar etti
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Sivas’ta dershane bulunan binada yangın: Bir öğretmen öldü
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı
Bahtiyar Aladağ isimli erkeğin katliamı: Ölü sayısı sekize yükseldi