Eroğan/Devlet iktidar blokunun üzerinden uzlaştığı toplum mühendisliğinin bir boyutu muhafazakâr, eğitim ortalaması düşük kitleyi genişletmekse diğer boyutu da bu kesimi yoksulluğa ve sadaka kültürüne dönüştürdüğü yardımlara oy almaktır.
Türkiye dün sabaha fiyat güncellemesi değil Cumhurbaşkanı Kararı ile Resmi Gazete’de yayımlanan “zam” dalgası ile uyandı. Hoş son aylarda zamsız gün olmasa da, dün sabah yapılan zamlar, önceliklerden oransal olarak hem çok daha yüksek hem de çok daha kapsamlıydı. Ki, kısa sürede gündelik hayatın her alanına yansıyacak bir zam dalgasıydı dünkü.
Mesele yurt dışından getirilen telefonların harcı 6 bin 91 TL’den 20 bin TL’ye yükseltildi.
Deterjan, sabun, tuvalet kağıdı, peçete, bebek bezi gibi temel ihtiyaç ürünleri ve yeme-içme sektöründe daha önce yüzde 18’den yüzde 8’e düşürülen KDV oranı, bu kez yüzde 20’a yükseltildi.
Yine mobilya, beyaz eşya, elektronik ürünler, otomobil, sigara ve alkol gibi pek çok kategoride yüzde 18 olan KDV oranı, yüzde 20’ye yükseldi. Genel KDV oranı da yüzde 20’ye yükseldi.
Kararda pasaport, noter ve vize harçları yüzde 50 arttırıldı. Milli Piyango gibi şans oyunlarında da vergiler arttı.
Bütün bunlar bütçe açığını kapatmak için ama yetmeyeceği de açık.
Bu arada bu zam dalgasının iktidara yakın medyada da fiyat ayarlaması değil gerçek adıyla yani zam ile anılması, bu medyanın ekonomi konusunda rasyonele dönmesi açısında önemli.
Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı olması, Cumhur İttifakı’nın Meclis çoğunluğunu kazanmasının bedelini toplumun tamamı yani yüzde 100’ümüz ödüyoruz, ödemeye devam edeceğiz. Yüzde 52’nin maliyetini toplumun yüzde 100’ü ödemeye devam edecek.
***
Peki bu beklenmeyen bir gelişme miydi?
Hayır, beklenen, belki de geç bile kalınmıştı.
Bu zamlar ve önümüzdeki dönemlerde yapılacak zamları TÜİK ölçmeyecek olsa da; hayat pahalılığı olarak hepimiz yaşayacağız. Ve bütün bunlar, mevcut sistemin sürdürülmesi kadar Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın seçimi kazanmak için açtığı muslukların ekonomide yarattığı tahribatın sonuçlarından sadece biri.
Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı olması, Cumhur İttifakı’nın Meclis çoğunluğunu kazanmasının bedelini, toplumun tamamı yani yüzde 100’ümüz ödüyoruz, ödemeye devam edeceğiz.
Diğer yandan zamlar, artan bütçe açığını kapatmak için başvurulan yönetmelerden birisi ama kabul edelim ki, Türkiye ekonomisinin daha yapısal en temelde de sisteme dayalı sorunları var. Bunların çözülmesi konusunda adım atılmazsa ne yazık ki ekonomik açıdan içinde olduğumuz türbülanstan kurtulma imkanı olmayacak.
Başka bir yazıda tartışmak üzere şunu ifade edelim;
Eroğan/Devlet iktidar blokunun üzerinden uzlaştığı toplum mühendisliğinin bir boyutu muhafazakâr, eğitim ortalaması düşük kitleyi genişletmekse diğer boyutu da bu kesimi yoksulluğa ve sadaka kültürüne dönüştürdüğü yardımlara oy almak gibi görünüyor.
Türkiye gibi doğal kaynağı olmayan ve her zaman yurt dışında doğrudan yatırımcıya ihtiyacı olan, hali hazırdan çok yüklü döviz borcu olan bir ülkede; Erdoğan/Devlet blokunun hayata geçirdiği yeni yönetim sisteminin işlemesi ya artacak toplumsal baskı ile daha fazla rıza üretmekle ya da mucize ile mümkün.
***
Bu zamları kimi ekonomistler bir anlamda normale dönmek olarak yorumluyor. Yani bütçe açıklarının zamlarla kapatma tercihini rasyonel buluyorlar.
Ekonomi’nin başına getirilen Mehmet Şimşek görevi devralırken; “Türkiye’nin ekonomide rasyonel dönme dışında seçeneği yoktur” mealinde bir açıklama yapmıştı.
Bu sözler, izlenen ekonomi politikalarının irrasyonel olduğunun ilk ağızdan itirafı olmuştu.
Ancak hemen şunu ifade edelim ki, Mehmet Şimşek’in ekonomide rasyonele dönüşünde sınır bizatihi Erdoğan’ın kendisidir. Ekonomide Şimşek’in hareket alanı ancak Erdoğan izin verdiği kadar olacak ve bizde bu sınırın da ne olduğunu biliyoruz.
Hepimiz biliyoruz ki, ekonomide sorun teknik kararların alınmaması vs. değil. Sorun siyasi. Bunun kararını veren de bizatihi Erdoğan’ın kendisi.
Rasyonel dönüş ekonomik alanda TÜİK başta olmak üzere kurum ve kurulların şeffaflığını sağlamakla başlar. Daha temelde siyasal alanda ise başta adalet olmak üzere yargı bağımsızlığı, düşünce, ifade özgürlüğünün alanının genişletilmesi yani demokrasiye yeniden dönüşle başlar.
Bunların olma olasılığı var mıdır?
Açıkçası yok.
Türkiye gibi doğal kaynağı olmayan ve her zaman yurt dışında doğrudan yatırımcıya ihtiyacı olan, hali hazırdan çok yüklü döviz borcu olan bir ülkede; Erdoğan/Devlet blokunun hayata geçirdiği yeni yönetim sisteminin işlemesi ya artacak toplumsal baskı ile daha fazla rıza üretmekle ya da mucize ile mümkün.
Şu anda göreli bir mucize yaşanıyorsa bunun nedeni, ne karşılığında geldiğini bilmediğimi büyük ölçüde Batı denetiminde olan Körfez sermayesinin gelişidir. Ki, bununla da gidilecek yer sınırlı.
Dün sabahki vergiler Osmanlı’dan Türkiye’ye devletin zor zamanlarda ihtiyaçları nasıl karşıladığını hatırlattı.
Bunlar,
- Vergi oranlarını arttırmak,
- Hedefsiz mal satışı, özelleştirme,
- Yeni vergiler salmak ve
- Müsadere yani el koyma.
İlk üçü oldu. Umarız sonuncusu gerçekleşmez.
Zamlarla toplum yoksullaşırken ekonomik irrasyonalitenin tüm yükü topluma ödetilirken; devlet ve iktidar bazı tasarruf önlemleri ile bu sürece katkı sunacak mı yoksa hala itibardan tasarruf olmaz noktasında mı duracaklar?
Unutmayalım dün, bugünden daha güzeldi, bugün de yarından.