Küreselleşmenin yarattığı bağımlılık düzleminde Rusya -Ukrayna savaşının doğuracağı ekonomik yıkım…
20.yüzyılın ekonomik toplumsal ve kültürel olarak biçimlenmesinde önemli bir rol oynayan küreselleşme, uluslararası sistemi açıklamakta kullanılan parametrelerin neredeyse tamamen ortadan kalktığı bir dönüşümü ifade etmekte kullanıldı. Küreselleşmenin düşünsel, sosyal, kültürel, politik ve ekonomik alanda birçok etkinin yan yana yer aldığı süreci ifade ettiği görüşüne rağmen bir iktisatçı olarak iddiaların temel gönderim noktasında iktisadi düzleme ve günümüzde yaşanan ekonomik değişimlere odaklanmak gerektiğini düşünüyorum. Zira bunun nedenini kapitalizmin kendi mantığında da görmek mümkün. Nitekim küreselleşmeyi kapitalizmin gelişmesindeki bir aşama, dinamik bir boyut ve yayılma eğilimi olarak gören bakış açısı da bu değerlendirmeyi yapmıştır.
Küreselleşme ve kapitalizm arasındaki döngüsel ilişki bağlamında küreselleşme, dünya kapitalizminin azalan karlar yasasının işleyişi sonucunda genel bunalımı aşmak üzere sürdürdüğü ekonomik –toplumsal süreç, ideoloji - strateji, paradigma ve teknoloji çerçevesinde açıklanmaya çalışılmıştır. Öyle ki küreselleşme karşıtı ve yandaşlarını birbirinden ayıran en önemli unsur küreselleşmenin ne olduğu kadar, etkileri ve süreç içerisinde devletin pozisyonun ne olacağı üzerinde toplanmıştır.
Rusya’daki SWIFT yaptırımı bağlamında bazı bankaların kapsam dışı bırakılması dünya ticaretinin tehlikeye gireceği endişesi ile mi böyle bir karar alındı sorusunu beraberinde getirdi.
Küreselleşme karşıtları küreselleşmeyi, piyasanın kendi içinden ürettiği bir süreç değil, bilinçli siyasal değişikliklerle birlikte özel amaçla tasarlanarak yaratılan ve öznesi olan bir olgu olarak gördü. Aynı karşıt görüş kapitalist sistemin kriz ile yaşayabildiği ve hatta krizlerin yarattığı ortamdan kendisini yeniden üretmek için yararlanabildiği savını da yaptı. Nitekim 2008 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan finansal krizin, ekonomik küreselleşmeye yön veren finansal sistemin serbestleşmesi ve bu serbestleşmeye bağlı olarak finansal sermaye ve spekülatif birikim tercihinin sanayi yatırımının önüne geçtiği ve kapitalizmin yüksek birikim temposunun yarattığı kriz olduğu görüldü.
Ekonomik küreselleşmenin iki temel ayağından birini oluşturan finansal küreselleşme (diğeri üretimin küreselleşmesi) finansal liberalizasyona bağlı olarak gelişti. Finansal liberalizasyonun benimsenmesinde ise 1980 sonrası yaşanan borç krizi ve 1980’lere egemen olan iktisadi düşüncenin rolü etkili oldu. İşte finansal liberalleşmeye bağlı olarak bu beklentiler doğrultusunda GOÜ’lere yönelik gerçekleşen kısa vadeli sermaye hareketleri, hem bu ülke ekonomilerini kırılgan yaptı hem de reel getirilerin önemini yitirmesine yol açtı. Bu durum spekülatif güdülerin üretken yatırımlara baskın çıkması ve sermaye denetimini engellemesi ile birlikte sermaye piyasalarında krizler doğurdu. Nitekim 1990’lı yılların sonunda Doğu Asya, Brezilya Meksika, Arjantin ve Rusya ve Türkiye krizi bunun örneğini oluşturdu. Bu ülkelerin ortak özelliği belli bir evrim içerisinde olmadan ve makroekonomik dengeler sağlanmadan çok çabuk bir şekilde finansal serbestleşmeye gitmeleriydi. Çünkü sermaye hareketleri serbestleştiği için özerk ve denetim dışı piyasa mekanizmasının gelişmesi ekonomilerde uluslararası hareketliliğe sahip sermayenin tercihlerinin belirleyici rol oynamasına yol açtı. Bu krizler küreselleşmeye ilişkin seslerin yükselmesine de yol açtı. Ancak ABD’de ortaya çıkan kriz denetim dışı piyasa mekanizmasının nasıl sonuçlar doğurduğu ve aç gözlü bir kar anlayışının sonucunda ortaya çıkan köpüğün sonuçlarını ortaya koymak ve hakim olan ekonomi politikalarının açıklarını göstermesi açısından önemli oldu.
İşte 1980’lerle birlikte fetişleştirilen küresel kapitalizmin Washington Uzlaşması’nın her on yılda bir yaşadığı krizlerden ötürü özellikle de mortgage krizi sonrası Amerikan tarzı kapitalizmin, sahip olduğu desteğin büyük bir kısmını yitirmesine ve küreselleşmeye yönelik eleştirilerin yoğunlaşmasına neden oldu. Öyle ki kapitalizmin sıklıkla yaşamakta olduğu kriz halleri, sistemin savunucuları tarafından bile ret edilemeyecek bir gerçeklik olarak görülmeye başlandı.
Öte yandan iki yıldır tüm dünyayı etkisi altına alan Covid salgının küreselleşmeyi adeta karantinaya alması ve küreselleşmeye yönelik gidişatın sorgulanmasında başka bir boyutu da beraberinde getirdi. Çünkü 2008 yılındaki küresel finans krizinde olduğu gibi bugün yaşanmakta olan küresel salgından küreselleşmeye en açık ülkeler büyük darbe aldı. Nitekim ilk vakaların merkez konumundaki ülkelerde görülmesi ve yine en yüksek vaka sayısının uluslararası sistemin güçlü aktörleri arasında yer alan ülkelerde yaşanması bu görüşü destekler nitelik taşıdı. Bu bağlamda salgınla birlikte ana akım ekonomik sistem de önemli değişimler görülmeye başlandı.
TÜM DÜNYA EKONOMİK BEDEL ÖDEYECEK, TÜRKİYE DAHİL…
Dünya, salgının yarattığı ekonomik sorunlarla boğuşurken; bu defa da geçen hafta başlayan Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline tanıklık ediyor. Bu işgalin nedenleri ve olası siyasal sonuçları elbette ki politik stratejistlerin değerlendirmelerine bırakılmalı. Bu yüksek jeo- politik tansiyon içerisinde Türkiye’nin nasıl bir irade sergileyeceği oldukça önemli. Ancak önemli bir diğer konu da savaş konjonktürünün doğuracağı ekonomik yıkımın bedelini Türkiye’de dahil bütün ülkelerin ödeyecek olması. Savaş ekonomisinin getireceği maliyetin dışında ekonomik yaptırımlara dikkat çekmek gerekiyor. Putin’in G20 ve BM toplantılarına alınmayacak olması, ABD ve İngiltere ve AB’ deki mal varlıklarına el konulması, Fransa’nın Rus kargo gemisine el koyması, Rus içki satışının engellenmesi, sosyal medyanın Rus firmalarından reklam almayacak olması ve Polonya, Çekya ve Bulgaristan’ın hava sahalarını Rusya’ya kapatması üzerine Rusya’nın da benzeri bir karar almasına ilave olarak en son bazı Rus bankalarının uluslararası ödeme sistemi SWIFT’ten çıkarılması yönünde agresif karar geldi. ABD Rusya’nın küresel finansal sistemden ve ticaretten dışlanacağını zaten daha önce belirtmişti.
Ancak emperyalizmin kalesi ABD ve onun askeri örgütü olan NATO’nun yine bir emperyalist güç olan Rusya ile arasındaki kavganın sonuçlarından ekonomik olarak bütün ülkelerin etkileneceği muhakkak. Çünkü küreselleşme ülkeleri organik bir bütün haline getirdi. Nitekim Rusya’daki SWIFT yaptırımı bağlamında bazı bankaların kapsam dışı bırakılması dünya ticaretinin tehlikeye gireceği endişesi ile mi böyle bir karar alındı sorusunu beraberinde getirdi. Buna rağmen ABD başkanı “ya biz de savaşa dahil olacağız ve 3. Dünya savaşı başlayacak ya da uluslararası hukuku ihlal eden Rusya’ya tarihteki en ağır siyasi ve ekonomik yaptırımları uygulayacağız” dedi. Sanırım ikinci seçenek önceliklendirildi gibi görünüyor.
Bu kısıtlamalarla Rusya’nın 630 milyar dolarlık bir güçlü rezervi olmasına rağmen bu rezervi kullanması zorlaşacak gibi ama bunun etkilerini önümüzdeki günlerde daha net göreceğiz. Ancak Rusya’nın doğal gaz ve petrol ticaretini bu sistem üzerinden yapıyor olması ihracat ve ithalatını büyük oranda etkileyecek nakit üzerinden ticaretin gerçekleşmesi zorlaşacağından bu da haliyle ticari işbirliği içerisinde olduğu tüm ülkelere de olumsuz yansıyacak. Bu durumda OPEC ülkelerine daha fazla üretim için baskı da doğabilir. ABD bu yaptırımla Rusya’nın batı bankalarıyla yaptığı işlemleri engelleyerek bu rezervlerin rubleye çevrilmesini kısıtlamak olduğunu belirtse de mevcut kısıtlama zincirleme bir borç sorununu doğurma ihtimali yüksek. Rusya’nın en fazla ihracat yaptığı Çin, Hollanda, Almanya bundan ençok olumsuz etkilenecek ülkeler arasında.
Rusya’nın SWIFT’ten çıkarılma kararının emtia fiyatlarında doğuracağı etki Türkiye’nin ithalatını daha da pahalı hale getirecek. Türkiye’de üretilen elektriğin doğal gaza bağlı olduğu düşünüldüğünde pek çok sektör olumsuz etkilenecek.
Elbette ki güçlü bir ticaret ortağı olarak Türkiye’nin de bu gelişmeler karşısında ödeyeceği bedel ağır olacak. Bu nedenle Türkiye Rusya ile gerginliği isteyecek son ülke. Doğal gaz, petrol ve buğday fiyatlarındaki artış Türkiye’nin döviz çıktıları açısından önem taşıyor. Özellikle Rusya’nın SWIFT’ten çıkarılma kararının emtia fiyatlarında doğuracağı etki Türkiye’nin ithalatını daha da pahalı hale getirecek. Türkiye’de üretilen elektrik enerjisinin doğal gaza bağlı olduğu düşünüldüğünde pek çok sektör bu açıdan daolumsuz etkilenecek. Öte yandan inşaat ve turizm, havacılık, hazır giyim, yaş sebze ve meyve darbe alan diğer sektörler olacak. Nitekim dün itibari ile Rus ve Ukrayna tarafından otel rezervasyonlarında iptallerin başladığı haberlere yansıdı. Öte yandan savaşın başladığı ilk gün TL’nin en çok değer kaybeden para olması da zaten durumun ciddiyetini ortaya koydu.
Türkiye için en büyük şanssızlık bu savaş atmosferine, sahip olduğu kötümakro ekonomik göstergelerle girmesi oldu. Enflasyonun nedenini dış faktörlere bağlayan ekonomi yönetimi Türkiye Ekonomi Modeli Yeni Adımlar ve Enflasyon Tedbirleri’ni hayata geçirirken dış faktörleri dikkate almadı. Türkiye şimdilik savaşın dışında kalmaya yönelik bir irade sergilese de Şubat ayında ekonomik güven endeksinin 98,22’ye gerilediği göz önüne alındığında bu tedbirlerin savaşla birlikte etkisinin azalacağı ve savaş tedirginliği nedeniyle yabancı paraya olan talepteki artışın güçleneceği ihtimali yüksek görünüyor. Hal böyle olunca kurdaki yükseliş kur korumalı mevduatın yükünün hazine ve hiç parası olmayana yıkılmasına yol açacak.
Sonuç olarak Rusya bu yaşanılanlara savaş değil askeri harekat dese de dünya artık bir savaşın içerisinde ve bu sıcak savaşa ekonomik savaş da eşlik ediyor. Bu konjonktür haliyle Türkiye ekonomisini de çözülmesi zor bir denkleme sürüklüyor.